Muhammed Bâkır Köse: ŞEHRİN KAOSUNDAN KAÇMA HAYALİ

ŞEHRİN KAOSUNDAN KAÇMA HAYALİ
Giriş Tarihi: 29.3.2024 14:50 Son Güncelleme: 29.3.2024 15:59
Şehir hayatının yıpratıcılığından kaçmak, doğaya kucak açmak pek çok kişinin ortak hayali. Bütün bu arayışların, köye göçme planlarının, ekoköy modellerinin temelinde, başta metropoller olmak üzere şehir hayatının insan fıtratından giderek uzaklaşması yatıyor.

Şehrin kültürel dokusunu, görsellikle canlı tutan eski eserler ve nizamı ile onun üzerinde yaşayan insanlardan tevarüs eden ruh oluşturuyor. Yahya Kemal'in "Süleymaniye"sinin lezzetini, bugünün insanları da çocuklarına taşıma arzusunu duyabilmeli ki şehrin dokusu canlı kalabilsin.

"Güneye yerleşmek" yıllardır değişmeyen şehirli hayali. Gerçi bir süredir rota güneyden ziyade batıya kırılmış durumda fakat amaç aynı: Şehrin kaosundan kaçmak. Bunu yapan ve kırsalda huzurlu bir hayat kurabilenlerin hikâyesi birçok şehirliyi etkiliyor. Sosyal mecralarda plazayı terk edip köye yerleşenlerin, Ege'nin şirin bir köyünde "tiny house"da yaşamaya başlayanların, köyde kendi evini yapanların allı pullu videoları çok sayıda izlenme alıyor.

Doğaya kucak açma konusundaki bu müşterek heves sevindirici olsa da doğanın bize kucak açıp açmayacağı problemi genelde gözden kaçırılan bir durum. Tatlı hayallerle bu tür girişimlerde bulunanlardan bazılarının hem doğal şartlar hem de insan ilişkileri konusunda hiç de tatlı olmayan sonuçlarla karşılaşıp şehre döndüğü de bir vakıa.

Yaz aylarında tatilde gördüğü yerlere âşık olup "keşke buralarda yaşasak" demekle başlayan süreç, bütün ihtimaller hesap edilmeden oraya yerleşmekle sonuçlanırsa düşünülmeyen birçok detayla karşılaşmak kaçınılmaz oluyor. O âşık olunan yer, güneşli havalar geride kaldığında bütün canlılığını kaybediyor, rengârenk dükkânların kepenkleri iniyor ve ortam hayaletleşiyor.

Tatil endüstrisinin "İstanbul bizi robotlaştırıyor abi, bak buraların insanları ne kadar neşeli" dedirten yapmacık ilgi alakası, yerini başka bir insan modeline bırakıyor. Güneye yerleşme hayalleri kurarken, hayat mücadelesinin bir realite olduğunu ve kırsalda bu realitenin metropollere göre çok başka bir boyutta ve başka şartlarda kanlı canlı gerçekleştiğini unutmamak gerekiyor.

Bu konudaki en büyük yanılgılardan birinin de kırsalda yaşamayı çok daha kolay ve konforlu zannetmek olduğunu söyleyebilirim. Doğrudur; az beton ve bol ağaç insan fıtratına daha uygun fakat biz insan fıtratına ne kadar yakınız acaba?

Çarpık köyleşme

Yılgın şehirli kendi köyüne veya gezerken etkilendiği bir köye göç mü ediyor yoksa şikâyetçi olduğu kent yaşamını kırsala mı taşıyor? Bence ikincisinin örneği daha fazla. Dönemsel veya tam zamanlı olarak köye göçün en çarpık sonuçlarından biri de köyleri kentleştirmek. Taşradaki yaşam matematiğine bigâne olan kentlilerin alışkanlıklarını, insan ilişkilerini, apartman kültürünü göç ettikleri yerlere taşıdıklarını söylemek mümkün.

Emlak sitelerinde "Organik bir hayata merhaba de", "İstanbul'a 1 saat mesafede cennet köşesi", "Oksijen deposunda senin de yerin olsun" başlıklı ilanlar çok revaçta. Bir zamanların yazlık alma merakının, yerini kısmen daha uzun sürelerle veya tamamen yaşama amaçlı arsa satın almaya bırakmasıyla köylerde yeni yaşam alanları oluşmaya başladı. "Köyün içinde olmasın, köylüyle çok fazla yüz göz olmayalım ama çok ıssız tepelerde, çarşıya uzak da olmasın…" gibi düşüncelerin sonucunda artık iki farklı köy manzarası çıkıyor karşımıza.

Hafta sonları veya yaz aylarında küçük de olsa gidecek yerimiz olsun niyetiyle arsa aradığım sıralar İstanbul'a yakın illerde çok sayıda kırsal alan gezmiştim. En çok karşılaştığım manzara, köy merkezlerine yakın ama bağımsız arsalara 3-4 katlı apartmanların yapılmış olduğuydu. Köylülerle konuştuğumda da bu yapıların birçoğunun ruhsatsız olduğunu, hatta bir kısmının üzerinde oturduğu arsanın tarım arazisi olduğunu söylemişlerdi.

Tarımsal üretim gün geçtikçe azalırken tarım arazileri üzerine her şeyi marketten almaya alışmış şehirlinin evini kondurması üretimi daha da azaltacak bu gidişle. Bazı Karadeniz yaylalarının ve Ege köylerinin bugün itibariyle çarpık şehir görüntüsüne gitgide yaklaşmakta olduğunu da söylemek gerek.

Gerçekle mit arasında: Ekoköyler

Şehirliliğin kılcal damarlara kadar sirayet eden bir alışkanlık olduğunu ve taşrada bu alışkanlıklarla bir başına yaşamaya çalışmanın zor olduğunu düşündüğümüzde gruplar halinde göç etmenin kolaylaştırıcı bir tarafı olduğunu söyleyebiliriz. Buna en iyi örneklerden birisi ekoköyler. Doğayla uyum içinde, sürdürülebilirlik ilkesine uygun olarak yaşam sürülen yerlere "ekoköy" veya "ekolojik köy" deniyor.

Kavram, 1991'de Robert Gilman ve Diane Gilman'ın, çevresel idealleri birleştiren "Ekoköyler: Sürdürülebilir Yaşama Yolları" isimli raporuyla tam anlamını bulmuş ve ilerleyen yıllarda bir sosyal harekete dönüşmüş. 1995 yılında kurulan Küresel Ekoköyler Ağı (GEN) isimli platform ile örgütlenen ekoköylerin ilkelerini, platformun eski lideri Johnathan Dawson, 2006'da yayımladığı ve ekoköylerin çerçevesini çizdiği kitabında şöyle sıralıyor:

"Bunlar devlet projelerinin sonucu değil, tabandan türeyen hare ketlerdir. Topluluk yaşamı ve erdemleri, sakinlerin bireysel çıkarlarının önünde gelir. Temel ihtiyaçlar için merkezi sistemlere veya şirketlere aşırı derecede bağımlı olmaktansa, sakinler kendi kendilerine yetmeye çalışır. Bu topluluklarda sıklıkla ruhsal bir alt tonla ifade edilen derin bir ortak ethos hissi bulunmaktadır. Sürdürülebilir yaşamın öncüleri olarak sık sık ön plana çıkarlar ve dışarıdaki heveslilere bilgi ve deneyim sunarlar."

Ekoköylerde temel motivasyon kendi kendine yeten bir ekosistem kurmak. Bir müteahhit veya mimardan yardım almadan kurulan yerleşim yerlerinde, her üyenin katkıda bulunarak ürettiği birikimlerle ve ortak bir havuzla yaşamın devam etmesini öngörüyorlar.

Kimyasal içerikli temizlik malzemeleri yerine sirke gibi doğal temizleyicilerin kullanıldığı, enerji ihtiyaçlarının güneş panelleri ve rüzgâr türbinleri ile karşılandığı, beyaz eşyaların ortak kullanıldığı, ulaşımın bisikletle sağlandığı ve kulağa oldukça hoş gelen bu yaşam alanı projesinin; yönetimi, ekonomisi ve "insan faktörü" düşünüldüğünde ütopik bir tarafının da olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Nitekim birçok ekoköy girişiminin başarısızlıkla sonuçlandığı veya hafta sonu etkinliğinden öteye geçemediği biliniyor.

Metropolde doğal hayat arayışları

Son yıllarda gündemimizde olan ve pandemiyle zirveye çıkan doğal hayat özlemi, organik beslenme merakı, ekip biçme ve ekmek yapma gibi hobilerin yaygınlaşması yerel yönetimleri de bu ihtiyaçları karşılamak üzere bazı girişimlere itti. Semtlerde organik pazarların kurulması, mahalle içlerine hobi bahçelerinin açılması, bitki yetiştiriciliği kursu gibi belediye etkinlikleri, köyde yaşamaya hevesli olanların kendilerini küçük çapta denemeleri için bir fırsat niteliğinde olabilir.

Üsküdar Belediyesi'nin hizmete sunduğu Kuzguncuk Bostanı ve İmrahor Bostanı, Üsküdar sakinlerinin toprakla buluştuğu alanlar olması bakımından kayda değer projeler. Küçük parsellere ayrılan bostanlarda mahalleli, kendilerine bir yıllığına tahsis edilen alanlarda mevsimine göre bitkiler ekip yetiştirebiliyor. Yine Üsküdar Belediyesi'nin planladığı Küçüksu Çocuk Köyü de çocuklara şehir hayatı içerisinde kendileri için özel olarak hazırlanmış açık bir alanda gerçek bir köy ortamı hissiyatını yaşatmayı hedefliyor.

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'nin hayata geçirdiği Ormanya projesi, bu tür ihtiyaçları yerel yönetimlerin nasıl karşılaması gerektiği konusunda iyi bir örnek teşkil edebilir. Kartepe ilçesinde 2018 yılında hizmete sunulan alanda ziyaretçilerin hem doğal hayatı gözlemleyebileceği hem de aktivitelere katılabileceği imkanlar mevcut. Projenin şekillenmesinde büyük emekleri olan Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Hasan Aydınlık'a Ormanya'yı sordum.

Bir doğa okulu

Aydınlık, Türkiye'nin en çok ziyaret edilen doğal yaşam alanı hakkında şunları söyüyor: "Ormanya, insanların doğal yaşamı yerinde seyredebildikleri bir destinasyon merkezi. Yaklaşık on yıl boyunca bütün detayları düşünülerek hazırlanan parkımızda 60 dönümlük bir tarım alanı, ziyaretçilerin istifadesine sunduğumuz tematik kitapları asırlık ağaçların altında okuyabilecekleri orman kütüphanesi, çeşitli böcek türlerinin gözlemlenebileceği böcek oteli, karavan ve çadır kamp alanları mevcut. Ormanya'nın en değerli işlerinden biri de doğa okulu. Bu etkinlik dizisinde çocuklara doğada yön bulma, temiz su kaynağı bulma, ateş yakma, yenilebilir bitkileri tanıma ve bunlardan yemek yapma gibi eğitimler veriliyor veya tıbbi ve aromatik bitkilerden ürün elde etme gibi işlemleri yerinde görmeleri sağlanıyor."

Aydınlık bu projenin faydalarını şöyle anlatıyor: "Çocuklara hayvan sevgisini daha iyi aşılamak, doğa ile etkileşimlerini kuvvetlendirmek, yediğimiz sebzelerin sofralarımıza nasıl geldiğini tanıtmak amacıyla gerçekleştirilen eğitimde çocuklar tarım faaliyetlerinde bulunuyor, hayvan besliyor, keçi sağıyor. Metropolde görme imkânlarının olmadığı çeşitlilikteki bitkilerle, ağaçlarla ve hayvanlarla tanışıyor. Çocukların ekranlara bu kadar gömüldüğü, insanların aile içinde bile iletişimlerinin kalmadığı bu çağda insanların sosyalleşebilmeleri için ve bunu özellikle doğada yapabilmeleri için üzerimize çok iş düşüyor."

Bütün bu arayışların, köye göçme planlarının, ekoköy modellerinin vb. temelinde, başta metropoller olmak üzere şehir hayatının insan fıtratından giderek uzaklaşması yatıyor. İnsana performans odaklı bakan anlayış evleri tektipleştiriyor, mahalleleri çirkinleştiriyor, insanı aynı anda hem yalnızlaştırıyor hem de kendini dinleyecek olanakları elinden alıyor. Artık şehirlerimizde doğayla daha sağlıklı bağlar kurmamızı sağlayacak imkânları düşünmenin zamanı geldi de geçiyor…

BİZE ULAŞIN