Süleyman Faruk Güncüoğlu: ŞEHİR VE AİDİYET

ŞEHİR VE AİDİYET
Giriş Tarihi: 29.3.2024 14:36 Son Güncelleme: 29.3.2024 14:36
Şehrin kültürel dokusunu, görsellikle canlı tutan eski eserler ve nizamı ile onun üzerinde yaşayan insanlardan tevarüs eden ruh oluşturuyor. Yahya Kemal’in “Süleymaniye”sinin lezzetini, bugünün insanları da çocuklarına taşıma arzusunu duyabilmeli ki şehrin dokusu canlı kalabilsin.

İnsanoğlunun içerisinde yaşadığı, geliştiği ve değiştiği yerlerdir şehirler…

Şehirler birkaç kelime ile de ifade edilebilecek yerleşimler değildir. Her şehrin kendine ait bir ruhu, bir karakteri vardır. Şehirler canlı kavramlardır, yaşarlar.

Ama farkında olabilenler için…

İçerisinde yaşadığımız şehir olan İstanbul'dan bahsederken, son zamanların yaygın kelimesi olan "kent" sözcüğünü de ekler olduk. Gayet yavan ve bir derinliği ifade edemeyecek kadar sıradan bir kelime olan kent ile açıklanmaya çalışılır İstanbul…

İskender Pala'nın geçmiş tarihlerde kaleme aldığı kent

ile şehir kavramı içerisindeki anlam farklılığını ortaya koyan yazısının, esasında şehirleri yönetmeye talip olanlara ilk düstur olarak okutulması gerekmektedir.

Aslında bir şehri anlayabilmek için temelde bazı soruların cevaplarının da bizde oturması gerekir. Örneğin; "Şehir nedir?" diye sorulacak olunursa, içerisinde yaşayan insanlara kimlik kazandıran yerleşim

yeri şeklinde kısaca tanımlayabiliriz.

Peki, nedir bu kimliği olan şehirler?

Geçmişi ve derinliği olan…

İçerisinde yaşayanların tanıdıkça sevecekleri, sevdikçe de sahiplenecekleri mekânları içeren yerleşimlerdir…

Bu tanımlama nasıl bizlere İstanbul'u, Halep'i, Bağdat'ı ve Saray Bosna şehirlerini hatırlatıyorsa, aynı şekilde New York, Dallas vs. gibi kentleri hatırlatmaz? Çünkü "Şehirlerin, tarihi ve kültürel kimliklerinden dolayı, dönüştürme özellikleri vardır" yargısından yola çıkarsak bir şehre gelen insanlar süreç içerisinde, o şehrin bir parçası olurlar. İstanbul şehrini ilk dikkate aldığımızda ise; İstanbul'a göçün, baş döndürecek derecede yoğun bir şekilde olduğunu görmekteyiz. Bu da bu şehre göç edenlerin referans alacak ve davranışlarını özdeşleştirecek "şehirli" bulamamalarına sebep olmuştur. Göç ile gelenler için "ideal modeller" kendilerinden birkaç yıl önce gelen, ekonomik anlamda imkân sahibi olmuş kişilerdir.

Şehirli bir yaşama geçiş ritüeli

Günümüzde artık önemli olan nüfusun nicel çokluğu değil niteliği ve diğer demografik değerleridir. Şehirler, sadece bugünleriyle yaşamamalıdır. Ama popüler kültürlerin hoyrat kıskacı, büyük şehirleri günlük ve ritmik bir yaşayıştan ziyade "metropol" olmaya zorlamaktadır. Böylece kültürel katmanlardan oluşan, medeniyet fayları üzerine kurulu şehirlerin yüzü betonlaşarak, şehirler sahte "günlük" olaylara zorlanmıştır. Mevsimlerin, geleneklerin, alışkanlıkların, manevi değerlerin veya benzeri genel ortak alışkanlıkların sonucunda oluşan ve yaşayan kültürel iklim, hayatın zarafetlerini dijital bir hızla hafızalarımızdan siliyor.

Şehrin kültürel dokusunu, görsellikle canlı tutan eski eserler ve nizamı ile onun üzerinde yaşayan insanlardan tevarüs eden ruh oluşturuyor. Yahya Kemal'in "Süleymaniye"sinin lezzetini, bugünün insanları da çocuklarına taşıma arzusunu duyabilmeli ki şehrin dokusu canlı kalabilsin. Nazım Hikmet, otobiyografik şiirinde çocukluğunun en önemli hatırası olarak Ramazan'da Şehzadebaşı'nda kalabalıklar içinde Karagöz'e gidişinden söz eder. Yani toplumsal yaşayıştan, şehirli bir yaşama geçiş ritüelinden.

Her zevk ve yaşama biçimi, hayatı algılama ve toplumun beslediği değerlerin terkibiyle şekillenir. Bugün gravür, minyatür ve fotoğraflarda görülen; Şehrengiz ve Surname tipi Osmanlı kaynaklarında da ifade edilen bu güzellikleri yeniden eski ihtişamıyla diriltmek mümkün değildir. Fakat günümüzün yıkıcı ve değiştirici vandalizminden şehri bilinçli bir şekilde korumamız gerekmektedir.

İstanbullu olma bilinci

Bugün, "İstanbullu" dediğimiz insanlar İstanbul şehrine yerleşenleri temsil etmektedir. Binlerce yıldır İstanbul'da yaşayanlar; bu şehirle kaynaşarak, bugünkü İstanbul kültürünün oluşmasına katkıda bulunmuşlardır. Günümüzde İstanbul, demografik açıdan doygunluğa erişmiş ve büyümenin sınırlarına yaklaşmıştır. Bundan sonra, her yıl yüz binlerce kişiyi nüfusuna dâhil etme kapasitesini artık sağlayamayacaktır.

İstanbullu olma bilincinin gelişmemesinin nedenlerinden biri de bu şehri tanımamaktan kaynaklanan sevmek ve sahiplenmek duygusunun oluşmamasıdır. Bu sorun bilgi bankalarının kurulması, yayınların arttırılması ve halkın her kesimine çeşitli yöntemlerle bu şehrin tanıtılmasıyla çözülebilir. Bu da beraberinde barışmayı, daha sonra benimsemeyi, onun ardından da aidiyet ve koruma süreçlerini hayata geçirecektir. Bu yönde yapılan her çalışma hep karşılığını bulmuştur. Ve hiç de geç kalınmamıştır.

Bunun beraberinde pek çok sorular da sorabiliriz:

"Şehirleri yönetmeye talip olanlar ne kadar şehirlidirler? Yönetilecek şehirlerin ne kadarını ve neresini içlerine sindirebilmişlerdir? Onu ne kadar tanırlar?"

Bu sorular bitmez. Ama şu bilinmelidir ki, bir şehri yönetmek iman ile itikat arasındaki ilişki gibidir.

Allah'a iman edebilirsiniz fakat itikadi sıkıntılarınız vardır. Dini inançlarda ilk sağlıksızlıklar buradan başlamaktadır. Şehirler de böyledir; yollar yapmak, yeni imar alanları açmak, alışveriş merkezleri inşa etmek o şehre hizmetin olağan akışıdır. Ve o şehre yapılması gereken hizmet sorumluluğudur. O şehrin "şehir" kelimesi ile ifade edilmesini sağlayan, tarihi ve kültürel derinliği içerisinde yaşayan insanı ile inkişafıdır. Bu bağlamda şehri yönetmek, iman ve idrakle, itikadi nizamla geleceğe taşımak ve sahip olduğu bu özelliklerini milli ve manevi değerler çerçevesinde insanlığın hizmetine sunmaktır.

Şehrin sakinlerinin ve yeni gelenlerin şehri anlamalarına yardımcı olamayan bir yönetici, o şehri tüketen ve tüketilmesine de vesile olandır. Ve bu durumun da vebali de ağırdır.

Toplumun yaşam kalitesini arttırmadan, şehri marka adı altında rant gözü ile bakılan bir kent haline dönüştürmek ise, bir şehre yapılan en büyük ihanettir. Şehir artık medeniyet olgusunun temsilcisi değildir sadece, kapitalist yenidünya içerisinde bir "yaşam merkezi" olmuştur.

İstanbul bir rol modeli

Şu gerçek unutulmamalıdır ki bugün Türkiye şehirleri başta olmak üzere çevre ülkeler içerisinde İstanbul; sosyal, kültürel ve ekonomik alanda bir rol modelidir. İstanbul, kültürel kimliğiyle her alanda kendini ifade ettiği sürece, dünya çapındaki toplumsal değişimlerde olumlu ya da olumsuz etkilerde bulunacaktır. Bu etkileşimin etkileri ise süregelmektedir.

Geride bıraktığımız 2023 yılının Ocak-Kasım döneminde 16 milyon 51 bin 324 yabancı turistin geldiği İstanbul, uluslararası araştırma şirketi Euromonitor International tarafından hazırlanan "Dünyada En Çok Ziyaret Edilen Şehirler" listesinin başında yer alırken, ikinci sırada Londra ve üçüncü sırada Dubai'nin yer aldığını görmekteyiz. Dördüncü sırada ise BBC'nin "gizli kahraman" olarak nitelediği Antalya yer alması hiç şaşırtıcı değildir. Ama bu bize ciddi bir mesajı da ifade etmektedir. Kimliği olan şehir İstanbul'un daha da korunarak, temiz bir şehir bilincinin artması gerektiğini göstermektedir.

İstanbul'un çarpık şehirleşmenin olduğu, tarihi dokunun olmadığı yerleşim alanlarında "kentsel(!) dönüşüm" şart… Bu tabii bizlerin "kentsel dönüşüm"den ne anladığımıza bağlı… Sosyal dönüşümün dikkate alınmadığı "kentsel(!) dönüşümler"in rantsal dönüşüme ve beraberinde içerisinde yaşayanın kimliksiz bir İstanbul'a doğru gidişine yol açacağını söylemek kaçınılmaz bir gerçektir.

İstanbul'un tarihi mimari içerisinde Tarihi Yarımada İstanbul ve kültür varlıklarından ibaret olmadığının da farkında olmamız gerekmektedir. Geçtiğimiz yıllarda Marmara Denizi'nde ortaya çıkan müsilaj sebebi ile yaşanan korku ve çevre kirliliğini unutmamak gerekmektedir.

Allah'ın bize verdiği ne kadar büyük bir nimettir ki, bir iç denize ve suyolu boğazlara sahip tek ülke Türkiye'dir. İstanbul olarak, deniz bilinci ve korumacılığının hâlâ gelişmemiş olduğunu görmek üzücüdür. Üzülmekten de öte bu varlığın nimetinin farkında olmadığımız da çok nettir. Acil olarak deniz yaşam kültürü ve bilinci eylem planı yapılarak harekete geçilmesi gerekmektedir. Azalan balık türü ve mevsiminin yanlış uygulama ve fütursuzca yapılan deniz çevre kirliliği sorumluluğunun bizlerde olduğunu söylemeye gerek var mı?

Ve son söz olarak şunu belirtebiliriz ki, eş dost sohbetlerinde, festival ve protokol konuşmaları için hazırlanmış metinlerde şehirlerden bahsedilirken en klişe ifadelerden biri olarak, "medeniyetler şehri" içerisinde yaşamakta olduğumuz konuşulur. Bu konuşmalardan öte bir gün bu söylemleri yaşayabilmek ümidi ile ve bir şehirli gibi yönetilmek dileğiyle…

*Dr, Kültür tarihçisi

BİZE ULAŞIN