Necdet Subaşı: SEKÜLER DÜNYANIN ORGANİK AYDINLARI

SEKÜLER DÜNYANIN ORGANİK AYDINLARI
Giriş Tarihi: 22.2.2023 14:30 Son Güncelleme: 22.2.2023 15:19
Toplum nezdinde aydınlar, dil yönünden kopukluğu, evren açısından yabancılığı, hedef açısından da zıtlaşmayı temsil eder. Aydın da toplumu bağnazlık, geri kalmışlık, taşralılık-köylülük, bilgisizlik-kültürsüzlük kavramları eşliğinde açıklamaya çalışır.

Aydınların artık giderek kitleselleşen imajı, sanıldığının aksine her zaman olumlu bir çağrışım alanı üretmez. Aslında farklı referans dünyalarına bağlı aydınların katılımıyla gerçekleşen bir ortamda din konusundaki bir tartışmaya tanıklık etmek, aydınların yerini, duruşunu, refleks ve beklentilerini yeniden görmek açısından vazgeçilmez fırsatlar yaratır.

Toplum açısından da bu fırsatlar, sadece aydınlar üzerine genel geçer iddialar üretmekle sınırlı kalmaz; toplantı içinde yer alma ve tartışmaya dâhil olma çabalarındaki ısrarlılığın da okunmasına imkân verir. Aydının kesin bir referans dünyasına ait olma mecburiyetiyle başlayan trajedisi, din ve toplum gibi konuların verili siyasetin sınırlarına sadık bir şekilde ele alınıp tüketilmesiyle daha da derin bir hüzün yaratır.

Müslüman dünyada aydınların aslında genel olarak din, özel olarak da İslam hakkında dikkate değer bir aymazlıktan fark edilir bir cehalete varıncaya değin sonuçta aynı kapıya açılan bir değerlendirmeye kolayca tabi olması, gerçekte mevcut problematiğin kronikleştiğini de gösterir. Hiç şüphesiz bu gözlemleri, "gerçek" entelektüel duyarlılığın herhangi bir düzeyiyle ilişkilendirmek oldukça zor olmalıdır. Aydın kavramı her zaman çekicidir ve pozitif anlamlarla yüklüdür.

Genel aydın tipolojisinin taşıdığı değerler, anlam ve tavırlar toplumumuzda da her zaman aranan özelliklerdir. Ne var ki bu arama, çok kere bir hayal kırıklığıyla son bulur. Bizde aydınlara ilişkin bir beklentiyi, tipik görünümler üzerinden sürdürmek oldukça zordur. Gerçi aydınları bu bağlamda mazur görecek bir dizi değişkenin varlığını da göz ardı etmemek gerekir. Ortada gezinen tipik aydın görüntüsü hem aydının hem de Müslüman dünyasının özgül/fiilî koşullarından beslenir/pekişir. Son tahlilde zorluk verili dünya söz konusu olduğunda hiç de şaşırtıcı görülmez.

Din konusundaki hazır aydın yaklaşımları

Aydınlar, modernleşme süreçleriyle olduğu kadar kendi gelişme etaplarıyla da yakından ilişkilidir. Aydınlanma'dan mülhem bir arayış, İslam'la aydınlar arasında artık neredeyse kemikleşmiş bir kopma yaratır. "Müslüman aydınlanmacılığı", pozitivizm, rasyonalizm, sekülerlik, bireysellik, iş bölümü, kurumsallaşma gibi dinamiklerin oluşturduğu bir harita içinde yeni bir dil peşindedir. İlerlemecilik içkin bir temadır. Bütün bunların toplumsal bağlamdaki formülasyonu ilericilik-gericilik çekişmesinde karşılık bulur.

Hemen her konuda sathilikten uzak bir derinlik talebiyle gündelik hayata ilişkin açıklamalar peşinde koşma iddiasındaki aydınların, din söz konusu olduğunda ciddi bir derinlik taşıdığına tanık olmak ham bir hayalden öteye geçmez. Bu konuda söz söylenmiş ve aydınlar için tartışma bitmiştir. Din konusundaki hazır aydın yaklaşımları ve artık son noktayı koyduğundan emin kararlılıklarla buluşan aydın tavırları, her zaman toplumsal vicdanı örseler.

Toplumumuzda ciddi bir karşılık bulan ve son yıllarda özellikle gündelik yaşam dünyasını derinden etkileyen dinselfenomenolojik hareketlerin yorumlanması konusunda da eski bildik açıklamaların yeterliliğine olan güvenle bir dizi argüman yinelense de bütün bu açıklamaların tatminkâr bir anlam taşımadığı kolayca fark edilir. Zaten bu hazır ve çok kere ithal teoriler, yeni durumların anlaşılmasında etkili olmaz, açıklama girişimleri inandırıcılığını kolayca yitirir.

Bu nedenle aydınlar, her zaman sorunlu bir kategori olarak değerlendirilir. Gerçi bu değerlendirmelerde onların çekim gücü yüksek prestijlerine erişilmezliğin psikolojik ağırlığı göz ardı edilemez. Ancak ortalama eleştirilerin odağında, aydınların toplumsal bellekten, toplumsal taleplerden, toplumsal gerçeklikten ciddi ve hissedilir bir şekilde uzak kaldıkları iddiası ve kanaati yer alır.

Toplumunun sorunlarına yabancı bir tipoloji


Seçkinci, elitist ve elden geldiğince toplumunun sorunlarına yabancı bir tipoloji, öteden beri sorunlu kabul edilen genel aydın eleştirilerine destek verir. O, tez üretir, ancak ürettiği tezlerin menzili konusunda bir geri bildirime ihtiyaç duymaz. Hiç şüphesiz bu iddiaların değeri, derinlemesine gözlemleri ve ampirik deneyimleri gerekli kılar. Ancak kitleselleşen bilgi fazlasıyla ürkütücüdür.

Aydınların söylemleri, bir tercüme havasında değerlendirilmeleriyle veya toplumsal düzenekte birer yabancı olarak kodlanmalarıyla ya da gündelik hayatın içindeki ayrıksılıkları göz ardı edilerek çözümlenemez. Gerçi inatçı bir gelenekselliğin farklılıkları göz ardı eden boyutları, aydın eleştirilerinde her zaman dikkate değer yanlışlara yol açar.

Aslında aydının Edward Said'in de dediği gibi genel ortama uyum sağlaması beklenemez. Çünkü yine onun ifadesiyle aydın, özgüllüğünü biraz da bu özelliklerine borçlu olmalıdır. Sonuçta o, "sürgün", "marjinal" ve "yabancı"dan başkası değildir. Geleneğin dünyasında aydın, kendini her zaman dışarıda bulur. Çünkü modernleşme süreci toplumsal bağlamı yerle bir etmiştir ancak geleneğin yeni bir hatırlanışı onu modern kalıplar içinde biteviye yaratma konusunda topluma şaşırtıcı bir direnç katar. Ancak bu gerçek, aydının var olan kimliğine aşina olanlar için ikna gücü yüksek bir mazeret üretmez.

Bizde aydının konumu, toplumsal yapının ağır işleyen değişimiyle ilişkisiz bir şekilde tasarlanmıştır. Nihayet aydın toplumuyla karşılaşmaz, yüzleşmez, kendini farklılıklarını mitikleştirerek inşa eder. Öte yandan derin toplumsal muhayyile, kendi sorunlarına kulak veren, toplumsal açmazlar karşısında duyarlı, öngörü ve hissiyatıyla genel düzeneğin farkında olan aydınları kabullenmekte ise şaşırtıcı bir heyecana sahiptir.

Oysa entelektüel hayat, iki koşulda serpilip gelişir: entelektüellerin göreli olarak bağımsız bir konumda olmaları ve büyük ölçüde okur-yazar olmayan toplumda eşsiz bir konumda olmaları. Demokrasi, kitlesel okuryazarlık ve bürokratikleşme; bunlar bağımsız entelektüelin rolünü sarsmaya eğilimli olan etkenlerdir. Bu bağlamda entelektüellerin giderek gözden düşmeye başladığı da söylenebilir.

"Kurtarıcı misyonu"

Bizde ise aydınlar üzerinde bir tanım birliğine ulaşmak her zaman zordur. Bu zorluk, aydınların sosyal orijinlerinde içkin olan çeşitlilikleri ve değişik hâlleri yansıtır. Modernleşmede, çağdaş Batı normlarına ulaşmak temel hareket noktası olarak görülür. Çok kere Batılılaşmayla modernleşmenin aynı anlamlarıtaşıyan ortaklıkları belirgindir. Aydınlar bu yönelimde kilit rollere sahiptirler.

Son dönem Osmanlı toplumunda aydınlar birer münevverdirler ve geleneksel toplumu mevcut yaşam kalıplarından kurtaracak kimi arayışlarla temayüz etmişlerdir. Cumhuriyet'le birlikte aydınlar, pek çok yerde olduğu gibi bizde de Batılılaşma serüveninin başat aktörleri olarak, toplumu aydınlatmayı, onları yönlendirmeyi görev edinirler. Son tahlilde aydınlar, kurtarıcı misyonlarına sadık kalırlar, kendileri kurtulmuş ve tabii ki kurtarıcıdırlar. Geride kalanlar ise aydınlar marifetiyle kurtarılmayı bekleyen bir acizler topluluğudur.

Ne var ki aydınların memur ve bürokrat kimlikleri, bağımsız düşünce üretmeleri konusunda apaçık kuşkulara yol açar. Devletin bürokratik ve aylıklı dünyasına eklemlenmiş organik aydınlar, son tahlilde bu bağımlılığın gerektirdiği şekilde sadakatin sahibi olarak da ünlenirler. Bu ilişkisellik, devlettoplum ilişkilerindeki yönelimlere paralel bir şekilde aydının konumunu şekillendirecektir. Ne var ki kişisel tercihlerini dışa vurdukları her seferinde, baskıcı temayülleriyle resmedilmekten kurtulamazlar.

Aydınlar üzerine konuşmak her zaman bir genellemeye izin verir. Aydınların genel olarak ürettikleri vizyon, bu çerçeveyi zorlayan entelektüellerin sınırın dışına çıkmalarını hızlandırır. Genel toplumsal bellek, aydın konusunda, aydın duyarlılığının maliyeti ve hedefleri konusunda ancak yabancılaşma çerçevesinde ele alınabilecek bir tartışma alanı yaratır. Gerçekten de belli bir kategori içinde ele alındığında aydınların kapalılığı, gizemlilikleri ve her zaman mevcut yola karşı mesafeli duruşları dikkat çeker.

Ismarlama ve emanet aydın rolü


Popüler aydın tiplemesi üç temel özelliğiyle entelektüel açıdan tartışılıp-sorgulanır, bu özellikleri onu sahici bir dünyadan uzaklaştırıp/ayrıştırır. Esasen bu niteliklere mesafe koyan, ya da bu sıyrılmayı başaran aydınları da söz konusu kategori içine hapsetmek gereksizdir. Aydınlarımız muğlaktır, çünkü kapalı ve adeta kilitlidirler. Zor anlaşılır ve karışıktırlar. Söylediklerinin çoğu belirsizliğe mahkûmdur, içeriği kuşkuya yol açar, anlaşılmazlık bariz karakterleridir. Ancak bu belirsizlik onları mutlu eder. Müsteardırlar, çünkü duruşları iğretidir, sahici değildir. Kendi adlarıyla var olmazlar, rolleri ısmarlama ve emanettir.

Taşıdıkları rollerinden nasıl ve ne zaman ya da hangi koşullar eşliğinde vazgeçecekleri, yeni rollere nasıl adapte olacakları merak konusudur. Kendilerine ait olmayan bir roller kümesi kullanılır; bu roller, aidiyeti, cemaati, aşinalığı gündeme getirir. Sonuçta muğlak ve müstear olmak, aydını mürtet yapmaya yeter.

Toplumun genel geçer dünyasıyla sadece dil ya da kimlik açısından kopmaz, onun istikametinden de kendini koparmayı başarır. Mürtettir, çünkü o artık "yol"dan çıkmıştır. İrtidat etmek, aydın olmanın neredeyse temel bir koşulu olur. Zaten bütün bu özellikleriyle onun inat ve gücü, ancak mürtet olmaya yetecektir. Toplumsala sirayet eden epistemolojik bunalım aydınları yorar.

Dünya ölçeğinde bakıldığında da aydın, bizde olduğu gibi kurumsal olarak aşınmıştır. Artık gerçek bir entelektüelin kendisine yüklenen özgül bir kişiliği sonuna kadar taşıyabileceğini düşünmek giderek zorlaşmaktadır. Modern dünyada aydının biricik rollere sahip olduğunu düşünmek neredeyse imkânsızdır. Eğitim olanaklarının artması, iletişim olanaklarının kitleselleşmesi, sınırların görece ortadan kalkması, aydınlara yüklenen ya da onlardan beklenen rolleri de zayıflatmıştır. Hatta bu nedenle aydınların açıkça tanımlanmış bir grup oluşturabildiklerinden söz etmek bile zordur.

Entelektüellerin "fildişi kulesi"


Geleneksel düzlemde bakıldığında, entelektüelin rolü, düşünürlük ve hakikat arayıcılıktır. Hatta entelektüeller, Avrupa'da Rönesans'tan on dokuzuncu yüzyıla kadar yüksek kültürün yaratıcıları olarak görülürler. Farklı entelektüel yapılanmalar, geleneklere bağlı toplumlara yeni fikirler ve yeni bilgiler sokarak toplumu sözcüğün gerçek anlamında değiştirmişlerdir.

Aslında aydınların rolleri ve genel toplumsal hayat içinde nasıl kavrandıklarına ilişkin algıların yeri burası değildir. Ancak İslam ve toplum söz konusu olduğunda genel aydın perspektifine hâkim olan temalar bu kopukluk ve ayrışma zemini üzerinde inşa edilir. Toplumsal bağlamda içkin olan değerler gelenekle modernlik arasında bocalamalara yol açar. Aydınlar tercihlerini görece erken yapan birer misyon sahibi olarak dikkat çekerler.

Toplum nezdinde aydınlar, dil yönünden kopukluğu, evren açısından yabancılığı, hedef açısından da zıtlaşmayı temsil eder. Toplumun aydına atfettiği değer bu çerçeve içinde netleşir. Aynı durum aydınlar için de geçerlidir. Aydın da toplumu bağnazlık, geri kalmışlık, taşralılık-köylülük, bilgisizlikkültürsüzlük kavramları eşliğinde açıklamaya çalışır. Toplumu geren her tartışma, ya da bilişsel dengeyi sarsan her tür çatışma, yine de aydınların dışında gerçekleşir. Bu bağlamda aydınlar kendilerini "fildişi kule"de görmeyi tercih ederler.

Aydın, her şeyden önce tarihseldir ve tiplemeler tanımlama süreçlerinde bir hayli yıpranmıştır. Bununla birlikte aydın da kendi "çağının ve içinde yaşadığı toplumun durumu ve sorunları hakkında zengin bir bilgi birikimine sahip ve bu birikim temelinde analiz, sorgulama, değerlendirme yapan, düşünce üreten, daha iyi bir toplum ve giderek daha iyi bir insanlık için gerektiğinde politik eylemde bulunan bir insan tipi" olmak zorundadır. Son tahlilde aydın, bu özellikleriyle Aydınlanma çağının bir ürünü olarak misyon ve vizyon kazanmış olsa da karmaşık değişim süreçleri içinde sorunun tarihsel boyutları sıklıkla göz ardı edilmektedir.

BİZE ULAŞIN