Göksan Göktaş: TANPINAR KAFKA’MIZ, NEŞET BABA BOB DYLAN’IMIZSA EYVALLAH!

TANPINAR KAFKA’MIZ, NEŞET BABA BOB DYLAN’IMIZSA EYVALLAH!
Giriş Tarihi: 21.2.2023 16:44 Son Güncelleme: 21.2.2023 16:48

Vefatından kısa bir süre önce, Ulufer adlı romanını yayımlamıştı rahmetli gazeteci- yazar ve her yönüyle bir Türk münevveri olan Ahmet Kekeç… Uzun uzun kitabından konuşmuş, Sabah gazetesi için bir röportaj yapmıştım… Söz dönüp dolaşıp "Türk aydınının kodları"na gelmişti. Şöyle sormuştum ustaya: "Aydın demişken, Türkiye'de bu kavram son dönemde bir görüntüden imajdan ibaret sanki. Aydın, çağdaş, modern gibi kavramlar bir görüntü daha çok. Türkiye'nin 'çağdaş aydını' gerçekten aydın mı sizce?"

Cevabı çok netti Kekeç'in ve aslında bize Türkiye'de "çağdaş aydın" görüntüsünün resmini, haritasını çiziyordu: "Bizde ne yazık ki kendine aydın diyen zümre cahilliğiyle övünür aslında. Bizde ne kadar az biliyorsanız o kadar entelektüelsiniz. Toplumun inanç ve değerlerine ne kadar uzaksanız o kadar aydınsınız Türkiye'de. İslam'ı bilmiyorsunuz, geleneklere uzaksınız, dini ritüellerden haberdar değilsiniz, eski edebiyatınızı bilmiyorsunuz... Üstelik bununla övünüyorsunuz. Kendi kültürünüze bu kadar uzaksanız size aydın değil cahil derler Batı'da. Fransa'nın, Almanya'nın ateisti bile eğer entelektüelse, böyle bir iddia taşıyorsa, Hristiyanlığı bilir, Katolikliği bilir... Zaten bunları bilmek de onu aydın kılar, tam kılar. Bizde çağdaşlık denildiğinde belli bir zümrenin yaşam biçimi algılanıyor."

Kekeç'in bu sözlerinden sonra vaktiyle bazı anlı şanlı ana akım gazetelerin "Bu sene de Hac, Kurban Bayramı'na denk" geldi manşetlerini hatırlayıp acı acı tebessüm etmiştik….

"Bizden mi, onlardan mı?" meselesi

Şimdi şöyle derin bir nefes alın… Ve lütfen -80'ler TRT'sinin joker tabiriyle söyleyelim- alıcılarınızın ayarlarıyla oynamayın. Çünkü bu yazının derdi Doğu'yu da, Batı'yı da hatta aralarındaki kesişim kümelerini de bilen, sorgulayan; insan olmanın maddi- manevi kodlarına inip olay yerinde fikri tahkikatlar yapan münevverlerimizi tenkit etmek, hafife almak değil. Türkiye'de son yıllarda epey prim yapan ve onları "gerici"lerden ayırdıklarını
düşündükleri, popüler tabirle "kendi mahallerinde" epey ekmeğini yedikleri ve canhıraş sahiplendikleri, "çağdaş, aydın, entelektüel" gibi sıfatlara ufak bir neşter darbesi vurmak amacımız, bir gazeteci olarak… Gerisini sosyologlar düşünsün!

Şimdi tekrar Kekeç'e dönelim. Madem onunla başladık. Güzergâhımızı da o çizsin… "Batı'da bizim çağdaş aydınımıza cahil derler!" diyor Kekeç… Ustanın söylediklerinin kökenleri aslında kültürel ve manevi kopuşun ilk sinyallerini verdiği Osmanlı'nın son dönemlerine, cumhuriyetle tamam olan, zorlu ve zorunlu Batılılışma çabalarına kadar gidiyor… Ama oralara kadar inersek mevzumuz tez tadında ilerler ve akademik boğuculuğa hapsoluruz!

Biz yine popüler kültürden gidelim. Yakın tarihi popüler kültür üzerinden okumaya çalışalım. 'Türk entelektüeli'nin bir türlü "Acaba bizden mi onlardan mı?" diye kavramakta güçlük çektiğibir isme başvuralım. Ki bu, "Bizden mi, onlardan mı?" meselesi Türk aydını için önemlidir. Eğer değer verdikleri, "aydın" olduğunu düşündükleri bir isim hem "çağdaş" bir görüntü verip hem de yerli kodlardan bahsediyorsa, o kesimde kafalar karışır…

İşte bizim çağdaşların kafasını maneviyata, Türk kültürüne olan ilgisiyle, üzerine bir de nasıl oluyorsa(!) solcu oluşuyla epey karıştıran isimlerden biri Cem Karaca… Sen git solcu ol, "İşçinin, emekçinin" hakkından, hukukundan bahset hem de '"Allah yar yar" diye ilahi yaz… Olacak iş değil!

"Yarım porsiyon aydınlık"


Ama aslında Cem Karaca, "ben aydınım" diye kasım kasım kasılanların, ipliğini yıllar önce pazara çıkarmış. 1980 darbesinin izleri ve travması henüz tazeyken hem de… 1987'de yılında çıkardığı Merhaba Gençler albümünde yere alan "Yarım Porsiyon Aydınlık" şarkısıyla, Türkiye'de çağdaş ve aydın geçinen kitlenin varoluş kodlarına inmiş. Sanmayın ki yer dolsun, torba dolsun diye sözlerin tamamını alıntılıyorum. Bu şarkının sözleri aslında Türk aydınının "ezelden ebede' giden yolunu anlatıyor:

"Her zamanki köşenizde/Her zamanki barınızın/Önünüzde viski ve havuç/Ve bir eliniz çenenizde/ Kaşınız hafifçe yukarıda/ Bakışlarınız ne kadar bilgiç/ Hiçbir şey üretemeden/Sadece eleştirirsiniz/Sinemadan siz anlarsınız/Tiyatrodan müzikten/ Heykel resim edebiyat/Sorulmalı sizden/Ekmeğin fiyatını bilmezsiniz/ Ama ekonomik politika/ Karılarınızı döverken siz/Ne kadar bilimselsiniz/Bu yaz yine güneydeydiniz/Bol rakı güneş ve deniz/Her şey bir harikaydı/ Ancak yerli halkı beğenmediniz/ Burda da orda da o aynı barlar/ Hep o aynı yarım porsiyon aydınlık/ Aynı çehreler aynı laflar/Vallahi hiç değişmemişsiniz/Burda da orda da o aynı barlar/Hep o aynı yarım porsiyon aydınlık/ Aynı çehreler aynı laflar/Vallahi hiç değişmemişsiniz." Söz madem Cem Karaca'dan açıldı. O zaman, Türk aydınının "yarım porsiyon aydınlık" durumlarına Anadolu Rock'tan ve bu türün sadece Türkiye'de değil, Batı'da da yükselişinden bahsedelim… Bu vesileyle Türk aydınının "ışığın doğudan yükseldiğine" inandığından ama bunu Batı onayı olmadan bir türlü içselleştiremediğinden dem vuralım…

Anadolu tarzı "saykodelik" üretimler


Türk rock'ının "baba"sı Erkin Koray vaktiyle, memleketin gelmiş geçmiş, en derin, iyi müzikseverlerin hissiyatına en iyi şekilde tercüman olan dergilerinden Roll'a verdiği bir söyleşide şöyle demişti: "Uzayda bir elektrik hasıl oldu, biz de oradan nasibimizi aldık." Mevzu, mealen 70'lerde rock müzikteki müthiş derin, nicelik olarak da nitelik olarak da doyurucu "saykodelik" üretimlerdi... Erkin Baba her zamanki nevi şahsına münhasır üslubuyla o dönemde 'neler döndüğünü' böyle özetlemişti...

"Saykodelik rock" derken de açıklamaya çalışmak icap eder. Pek çok şey söylenebilir üzerine. Ne söylesek eksik kalır... Efektli gitarlar, uçuşan sesler, dipten ve derinden bildiren vokaller... Hem sözel hem müzikal olarak ruh'a, içe bakan bir müzik... Samimi, hatasıyla, sevabıyla yapılmış organik kayıtlar...

İşte son yıllarda, 70'lerde bizim memlekette üretilen halis muhlis Anadolu Rock/Pop, Batı ellerinde de pek bir popüler. Erkin Koray'ın Amerika'da plağının basılması da bunda etkili, Selda Bağcan'ın dünyada yükselişe geçmesi de. Dijital müzik platformlarında artık "Turkish Anotolian Psychedelic Rock" fırtınası esiyor. Vaktiyle bizim müzisyenlerin yaptığı besteler, türkü aranjmanları çok dikkat çekiyor.

Ama gelin görün ki, 70'lerde Türk rock'çıların bu şahane arayışları, deneyleri 90'larda unutulmuştu. O dönem birkaç genç müzisyen Anadolu Rock'ı yeniden hareketlendirmeye çalışıyordu. Bunlardan biri de Haluk Levent'ti elbette. 90'lar ve 2000'ler başı, şehirli elitler Anadolu Rock'a tepeden bakıyor hatta onu "çok arabesk" buluyorlardı. Erkin Koray rock'çı değil arabeskçiydi çoğuna göre…

Anadolu Rock "alt sınıf" işiydi


Şöyle bir hatırlayalım… Dönemin ünlü dizilerinden Avrupa Yakası'nda, projenin mimarı ve oyuncusu, bembeyaz Türklerimizden Gülse Birsel senaryoda Anadolu Rock hayranlığını, ofisboy Şesu'ya layık görmüştü. Aman yanlış anlaşılmasın, ofisboyun, çırağın başımızın üstünde yeri var. Ama işte Birsel'in ve dönemin çağdaşlarının Anadolu Rock'la ilgili algısı buydu. "Alt sınıf" işiydi Anadolu Rock. Şimdi Altın Gün'ler, Gaye Su Akyol'lar şehirlerin ve dünyanın pek çok "havalı" mekânında konser yapıyor… Işık Batı'dan yükseldiği için sorun yok…. Anadolu Rock artık çok havalı!

Tabii aynı durum arabesk için de geçerli. Uzun uzun anlatmaya bile gerek yok. Her şey gözümüzün önünde, açık açık cereyan etti çünkü. Bir dönem hor görülen, sevenlerin evde gizli gizli dinlediği, dönemin TRT'sinin yasakladığı arabesk bugünün popüler müziği. Cover yapmayan kalmadı… Çünkü Portekiz'in hüzün dozu yüksek Fado'su varsa bizim de arabeskimiz var! Aydınlar arabeskle ateşkes imzalamakla kalmadı, arabesk dinlemeyi de "trend" defterinin baş köşesine oturttu artık!

Bu işin edebiyat ayağı da var elbette… Hani, yerli aydının "Bizden mi onlardan mı?" kafa karışıklığından bahsetmiştik başta… Aynı durum edebiyatta da söz konusu… Çok derinlere dalarsak mevzu çok uzar. Ama sadece Ahmet Hamdi Tanpınar örneğinden şöyle biraz yüzeyde gezinebiliriz. Türkçe lisanıyla adeta resim yapan, dilin sınırlarını zorlayan bir usta Tanpınar… Doğu'nun da Batı'nın da kodlarını çözmüş bir gerçek münevver. Ama bir türlü "Ben Türk edebiyatı okumuyorum" diyen aydınımızın radarına girememişti.

"Bu işte kesin bir gericilik vardır"


Bunda elbet, Osmanlı'dan, Selçuklu'dan yani cumhuriyetten önce de bu coğrafyanın bir medeniyeti bir kültürü olduğundan bahsetmesinin payı büyüktü. Bunlardan bahsediyorsa bir de kitapları Dergâh'tan yayınlanıyorsa, kesin bir "gericilik" vardı bu işte! Ama ne zaman ki 90'ların sonu 2000'lerin başı gibi Yapı Kredi Yayınları Tanpınar'ın kitaplarını yayınlamaya başladı işin rengi değişti!

O güne kadar 10 tane roman yayımlamış yazarların bile yeni haberi oldu Tanpınar'ın büyük yazar olduğundan! Tekrar ediyorum! Sadece okur değil, pek çok yazar da Tanpınar kitaplarının sayfalarını çevirmeye o dönem tenezzül etti sayın seyirciler! Dev ilan panoları, gazeteler Tanpınar kapaklarıyla donatıldı…

Tam da o dönem, şair Hilmi Yavuz Milliyet gazetesine şöyle bir demeç vermişti. Yavuz'un sözleri Tanpınar nezdinde, Türk aydınının kendi edebiyatından neden kopuk olduğunu da özetliyordu aslında: "Tanpınar, Oğuz Atay'la birlikte Türk roman tarihinde 'meselesi olan' iki büyük romancıdan biridir. Meselesi olmaktan modernleşme ile gelenek arasında sıkışıp kalmış olma gerçeğini anlıyorum. Tanpınar'ın 1970'lere kadar resmi ideoloji tarafından kasıtlı bir biçimde önemsenmediğini düşünüyorum. Çünkü resmi ideoloji Doğu-Batı ikileminde seçimini Batı'dan yana yaptı. Dolayısıyla Doğu-Batı ikiliğini trajik bir mesele olarak gören bir yazarı elbette göz ardı edecekti. Nitekim öyle de yaptı."

Sonra gelsin, "Tanpınar bizim Kafka'mızdır, Tanpınar bizim Proust'umuz" güzellemeleri…

***
Ah be Neşet Baba, tam da şu an sen geldin aklıma… Yıllarca "gönülden gönüle uzanan o gizli yoldan" bahsettin de, seni anlamadı bu şehirli aydınlar. O yoldan bihaber yaşadılar! Sen gurbet gurbet gezdin, parasız kaldın, yurtsuz kaldın, "gülemedin şu yalan dünyada" ömrünce… Ama sen âlem değiştirdikten sonra, "Neşet Ertaş bizim Bob Dylan'ımızdır" dediler ve çağdaş aydın raconunu kestiler. (Bu arada Bob Dylan'ın da kalemine,
gitarına saygılar) Pek bir seviliyorsun artık. Seni dinlemek, şarkılarını cover'lamak pek bir moda bugünlerde! Bağlamayla gezeni bile hor gören "yarım porsiyon aydınlık abiler, ablalar" sana methiyeler düzüyor artık bilesin!

BİZE ULAŞIN