Eda Dikmen: TÜKETİM KARŞITI HAREKETLER VE YAŞAM TARZLARI

TÜKETİM KARŞITI HAREKETLER VE YAŞAM TARZLARI
Giriş Tarihi: 6.2.2023 11:44 Son Güncelleme: 6.2.2023 11:46
Eda Dikmen SAYI:97
Bir Eskimonun ihtiyacı ile Kızılderilininki ya da Afrika kabilesinde yaşayan birinin ihtiyacı ile Londra’daki bir kentlininki haliyle farklılık gösteriyor. İhtiyaç denilince aklımıza beslenme, barınma, giyinme gibi temel gereksinimlerimiz gelse bile son 50-100 yıl arasında bu kavramın tanımının çok değiştiğini salt yaşam tarzımıza bakarak bile anlamamız mümkün. Dünya nüfusunun artışı ve sömürgecilik dönemindeki yeni pazar arayışlarını sürdüren kapitalist döngü sürecinde 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin de etkisiyle tüm dünyada bir “tüketim toplumu” zuhur etmeye başladı. Modern dönem insanının karakteristik özelliklerinden biri de hiç kuşkusuz tüketim kültürünün akışı içinde yaşaması. Ancak bu akışın dümen suyunda gitmeye razı olmayanların sesleri de çıkmıyor değil. Günümüzde bu durumun neredeyse bir çılgınlığa dönüşmesi ve iklim krizini tetiklemesi sebebiyle tüketim furyasına karşı birtakım akımlar, etkinlikler ve markalar yavaş yavaş seslerini yükseltmeye başladı. İşte bu reddiyecilerden bazıları.

HİPPİLER TÜKETİM KÜLTÜRÜ KARŞISINDA


1965'te Amerika'nın Vietnam'a asker çıkarmasıyla başlayan protesto gösterileri kısa sürede birçok ülkeye yayıldı. Ancak bu protesto hareketlerinde yağmalama, darp ve kaba kuvvet yoktu. Kendi inandıkları felsefeyi yaymak ve bunu özgürce yaşamak istiyorlardı. Kendilerine hiçbir sınır koymayan, doğaya dönmek isteyen ve modern dünyanın yarattığı tüketim kültürüne karşı olan bu genç güruh müzik yapıyor, kitap okuyor ve afişler yapıyorlardı.
Uygarlık ve kapitalizmin yarattığı tüketim toplumunu reddedip Amerika'daki büyük kanyonlarda komünler halinde yaşıyorlardı. Doğaya yabancılaşmaya ve makineleşmeye karşı duruşuyla tüm dünyada karşılık bulan ve adına Hippi denilen bu akım, kendi stilini ikinci el kıyafetler satan bitpazarlarından giyinerek yarattı. Hatta vintage giysiler satan sokak pazarları, bugünkü canlılığını Hippi kültürüne borçlu diyebiliriz. Dünya çapında tanınan birçok ünlü ismin destekçisi olduğu bu gençler, tüm şarkılarını barış, insanlık ve umut için söylediler.

MİNİMALİZMİN BEREKETİ: "AZ ÇOKTUR"


1960'lı yıllarda sanatsal bir hareket olarak başlayan minimalizm, zaman geçtikçe günlük hayatımıza da adapte olmaya başladı. Adeta bir bağımlılığa
dönüşen tüketim odaklı sistem, modern çağ insanlarında aslında istenilen mutluluğu sağlayamıyor. "Bugün ne giyeceğim?" sorusu eminim birçoğumuzun her gün durmaksızın aklına geliyor. Burada dikkat çekmek istediğim nokta tüketim çılgınlığının bizleri modanın şekillendirdiği, kendi zevklerimizden uzak, hatta bizlerle alakası olmayan insanlar haline getirdiği meselesi. İşte özünde "az çoktur" anlayışına dayanan minimalizm de tam bu noktada ortaya çıkıyor. Bu akımı bir insanın hayatında kendisini mutlu edecek az ve öz eşyayla yaşaması olarak tanımlamak mümkün. Bu anlayışın hayat felsefesi olarak günlük yaşamımıza girmesi 2010'lu yıllarda gerçekleşti. Fazlalık oluşturan eşyalardan arınmayı, kullanılmayan her şeyden kurtulmayı hedefleyen bir ideali var. Minimalizm gerçek ihtiyaçlarınızla yüzleşme, eşya bağımlılığından kurtulup kendi gerçekliklerinizle buluşmayı vaat ediyor. Minimal yaşam sadece evdeki fazla eşyalardan kurtulup sadeleşmek anlamına gelmiyor; gündelik hayattaki bütün tüketim alışkanlıklarını düşünüp, hayatı tamamen israftan arındırarak asıl ihtiyaç olana odaklanarak bireyin yaşamının kısıtlanması değil, sadeleşmesi anlamına gelir.

FREEGAN'LAR İÇİN ÇÖP DİYE BİR ŞEY YOK


Freeganlar, ihtiyaçlarını karşılamak ve hayatlarını sürdürmek için çöp karıştırıyorlar (Başka çaresi olmayan insanlardan bahsetmiyorum zira freegan'lar bunu gönüllü ve bilinçli yapıyorlar). Konumuz, çöpte buldukları taze yiyeceklerle ve iyi durumdaki eşyalarla hayatlarını devam ettiren, tüketim çılgınlığına bir tepki olarak 1990'larda doğan "freeganizm" akımı. Freegan'lar günlük tüketim ihtiyaçlarını, taze olduğu halde çöpe atılmış
gıdalardan karşılar, kıyafetlerini de yine aynı yolla temin eder, karavanda yaşar ve ellerinden geldiğince hiçbir şey satın almayarak hayatlarını sürdürmeye çalışırlar. Onlar için çöp diye bir şey yoktur. Freegan'ların alışverişi akşam olup da çöpler konteynerlere atıldığında başlıyor. Markette bulunan hiçbir unsur yok; ne bir kasiyer ne de raflar var ve burada para da geçerli değil. Yöntem ise şu: "Dumpster diving" (Çöp kutusuna dalış). Kullanılabilecek, tüketilebilecek ne varsa hepsini özenle seçip torbalarına dolduran bu insanlar tüketime karşı tepkilerini göstermiş oluyorlar. Hijyen açısından bakarsak bu aynı zamanda büyük bir fedakârlık ve cesaret gerektiriyor.

POLİTİK BİR DURUŞ OLARAK VEGANLIK


Bilindiği üzere yapısal olarak et ve süt ürünlerini tüketmeyi reddeden ve bugün politik bir duruş haline gelen bir akım olan veganlık, ilk olarak 1944'te Donald Watson tarafından ortaya atıldı. Bir domuz çiftliğinde domuzların öldürülmesine tanık olan Watson, daha o yıllarda hayvan sömürüsünü hayatından çıkarmaya karar verdi. Veganlığı sadece beslenme ile sınırlandırmamak gerekiyor; veganlar giyim, kozmetik ve günlük yaşamda kullanılan diğer pek çok eşyaya kadar hayvanların maruz kaldıkları sömürüden olabildiğince kaçınırlar. Ayrıca veganlık, bilinenin aksine birçok amaçla ve farklı şekillerde karşımıza çıkıyor. Etik veganlık; hayvanların ürünleri için suiistimal edilmesine ve fabrikalaştırılmış şartlar altında hayvansal
ürünlerin üretiminin yapılmasına karşı çıkar. Çevreci veganlık ise iklim krizini önlemek amacıyla su kullanımı ve karbon ayak izini bitkisel temelli yaşamla azaltmaya çalışır. Çünkü hayvanlardan ürün elde etmek amacıyla yapılan tarım ve sanayi gibi ekonomik faktörler karbondioksit ve metan gazı salınımını kayda değecek şekilde arttırmaktadır. İlk olarak birkaç kişi tarafından benimsenen ancak yıllar geçtikçe özellikle gençler arasında yaygınlaşan bu akım tüketimin azaltılması, organik üretim gibi çevreci hareketlerle birleşerek taraftar topladı ve dünyanın birçok ülkesine ulaştı.

HİÇBİR ŞEY SATIN ALMAMA GÜNÜ: BUY NOTHİNG DAY

Dünyaca ünlü markaların indirimlerini kapsayan Black Friday (Kara Cuma), ülkemizde de yoğun ve gürültülü olarak devam ediyor. Alışveriş alışkanlıklarımızın gezegen üzerindeki etkisi konusunda farkındalık yaratmanın bir yolu olarak 2015'te Yeşil Cuma hareketi başladı. Kara Cuma, indirimli ürünlere yönelik talebi artırırken, Yeşil Cuma tamamen dikkatli alışveriş yapmak ve daha çevreci amaçlar doğrultusunda satın almakla bağlantılı. Bu hareket, tüketicileri mağazalara akın etmemeye; bunun yerine sürdürülebilir markalardan alışveriş yapmaya veya hiç alışveriş yapmamaya ya da insanları bu konuda daha dikkatli ve bilinçli olmaya davet ediyor.


1992 yılında Kanadalı grafik sanatçısı Ted Dave'in tasarladığı tüketim karşıtı posterlerle başladığı öne sürülen ve Adbusters dergisinin desteğiyle ilan edilen "Buy Nothing Day" (Hiçbir Şey Satın Almama Günü) uluslararası bir etkinlik haline geldi. 1997'den beri Satın Almama Günü, Black Friday ile aynı gün kutlanıyor. Ted Dave'in tüketim kültürünü protesto etmek amacıyla başlattığı bugün de gün boyunca hiçbir şey satın almayarak tüketicinin gücünün gösterilmesi amaçlanıyor. Buradaki amaç, özellikle gelişmiş ülkelerdeki tüketim bağımlılığına karşı kontrollü bir adım atmak, nelere gerçekten ihtiyacımız olduğu üzerine durup düşünmek, daha az tüketmeye ve daha az atık üretmeye yönelik kalıcı değişiklikler yapmak.

İNSAN HAKLARINA SAYGILI GİYSİLER-YAVAŞ MODA


"Yavaş moda", tüm dünyaya yayılmaya başlayan hızlı moda anlayışına tepki olarak 2007'de sürdürülebilir tasarım danışmanı Kate Fletcher tarafından ortaya atıldı. Yavaş moda akımını anlayabilmek için öncelikle içinde bulunduğumuz "hızlı moda" dünyasını kavramamız gerekiyor. Büyüklerimizin aldığı bir ürünü senelerce giydiği zamanlar artık çok eskide kaldı. İçerisinde bulunduğumuz hızlı moda dünyası sezonlara, trendlere bağlı yüksek adetlerde düşük fiyatlı tek sezon giyilebilen ürünler sunuyor. Çoğumuz, hangi koşullarda ve hangi materyallerle üretildiğini bilmediğimiz, bir yılı doldurmadan elimizde parçalanan giyim ürünlerini satın alıyor ve hızla tüketmeye devam ediyoruz. Bu ürünlerin büyük bir kısmı atık alanlarını, denizleri ve bazen de doğal yaşam alanlarını dolduruyor, hatta dünyaca ünlü birçok moda markası atıklarını maalesef çöplüklere döküyor veya yakıyor. Yani gezegenimize hiç düşünmeden zarar veriyorlar. Satın aldığımız kıyafetlere neredeyse "kullanat" mantığıyla yaklaştığımız bu günlerde moda sektöründe köklü değişiklikler yapılması gerekiyor. Yavaş moda, bu bağlamda eski alışveriş ve giyim pratiklerimize dönmemize yardımcı oluyor. Bu anlayış aldığımız kıyafetlerin nerede ve kimler tarafından üretildiğini, malzemenin nereden tedarik edildiğini bildiğimiz, insan haklarının ihlal edilmediği koşullarda üretildiğinden emin olduğumuz ve uzun yıllar boyunca gerektiğinde ya onarıp ya dönüştürüp kullanmaya devam ettiğimiz bir moda sektörü tahayyülü sunuyor.

ÇILGINLIĞA PANZEHİR: İKİNCİ ELE NUR YAĞIYOR


Tüketim çılgınlığının odak noktalarından olan moda endüstrisi, karbon ayak izi konusunda akla gelen ilk sektörlerden biri. Bu noktada vintage, ikinci el pazarlar, sürdürülebilir moda, takas ve kiralama gibi kavramlar son yıllarda artık çok sık karşımıza çıkıyor. İkinci el giysi fikrini pek çok kişi hijyen endişelerinden dolayı tercih etmiyorken kimileri ise sosyal statüsü nedeniyle ikinci el kıyafet almayı reddediyor. Avrupa ve ABD'de yaygın olan ikinci el ve vintage giyim mağazaları, artık ülkemizde de son derece yaygınlaşmaya başladı. Bugün sadece renkli butiklerden ucuz ve hoş parçalar satın almanın yanı sıra çeşitli uygulamalar ile kullanmadığımız kıyafetleri satabiliyoruz. Kullanılmış ürünleri daha ucuza alabileceğimiz platformlar, bu çılgınlığa az da olsa bir panzehir oluyor. Tüketim çılgınlığına tepki olarak takas günleri, ikinci el pazarlar, şenlikler, kıyafet kiralama gibi etkinlikler günümüzde oldukça popülerleşmeye başladı.

GEZEGENİ İYİLEŞTİRME FİKRİNDEN İLHAM ALAN "GREENFLUENCERLAR"


Ait olamadığımız fakat takip etmeyi de bırakamadığımız yaşamlarla aramızda garip bir ilişki var. Bu gösterişli yaşamların kahramanları giderek kararlarımızda söz sahibi olmaya başladılar bile. Evet, tahmin ettiğiniz üzere sanal dünyanın yeni bilirkişileri influencer'lardan söz ediyorum! Aklımıza gelen pek çok konuda bize "influence" (etki) eden bu grubun özellikle satın alma kararlarımızda etkileri göz ardı edilemez. Her yanımızı çeviren kısır tüketim döngüsü içinde freni patlamış kamyon gibi savrulurken aniden karşımıza yeni bir kavram çıkıyor: "Greenfluencer." Onlar insanı, doğayı hatta bir bütün olarak gezegeni iyileştirme fikrinden ilham alıyorlar. Kısacık süren mutluluklarımız, çevreyi olağanüstü bir hızla kirletiyor oluşumuz son birkaç yıldır dünyanın geniş bir kesimi tarafından farkına varıldı. İşte greenfluencer'ların seslerini burada duymaya başlıyoruz; onlar sürdürülebilirlik konusunda paylaşımlar yaparak farkındalığı artırmayı amaçlıyorlar. 2018 yılında, o zaman 15 yaşında olan İsveçli Greta Thunberg, herkesi şaşırtan bir cesaretle İsveç Parlamentosu'nun önünde oturma eylemi yaparak iklim değişikliği politikalarını eleştirmeye başlamış ve kısa zamanda Gelecek İçin Cumalar (FFF) ve İklim İçin Okul Grevi (SS4C) eylemleriyle herkesin dikkatini çekmişti. Greta'ya göre, iklim krizinin nedeni sanayileşmiş -toplumların tüketim kültürü. Thunberg, en son üç yıl önce yeni bir şey aldığını ve onun da ikinci el olduğunu, Kara Cuma'nın insanları tüketim çılgınlığına sürüklediğini ve gezegenin de bundan etkilendiğini belirtiyor

BİZE ULAŞIN