Mehmet Hakan Kekeç: Birikimin İslamlaşması: Ehl-i Beyt'e Muhabbet, Destan ve Battal Gazi

Birikimin İslamlaşması: Ehl-i Beyte Muhabbet, Destan ve Battal Gazi
Giriş Tarihi: 19.11.2021 13:58 Son Güncelleme: 19.11.2021 13:58

Türkler bir günde Müslüman olmadı. Neredeyse iki yüzyıla uzanan süreç, radikal bir kopuş biçiminde değil, "birikimi İslamlaştırarak" tamamlandı. Vahyin indiği Kureyş toplumunda Hz. Peygamber (sav) ve sahabeler, büyük bir zihniyet devrimi ortaya sererken, İslamlaşma süreci her toplumda aynı etkiyi bırakmadı, bunlardan biri "bozkır geleneklerini" de İslamlaştıran Türklerdir.

Türklerin bilhassa "konar – göçer dindarlığı" oldukça kendine hastır ve İslam'a Emevi ve özellikle Abbasiler devrinde çok uzun yıllar –kaybedilen- asabiyeyi temin etmiştir. Akademinin "heterodoks" diyerek yabancılaştırmaya çalıştığı bu "konar – göçer Müslümanlığı", kim ne yorum yaparsa yapsın samimidir ve en önemlisi –ileri satırlarda geniş ele alacağım- Ehl-i Beyt'e muhabbet üzerine inşa edilmiştir.

Türklerin pre-islam (islam öncesi) dönemi ruhunu oluşturan ata kültü, cengâverlik (savaşçılık) ve Asya'daki yazıtlara yansıyan "birlik" kavgası (kaygısı), İslam'a Ehl-i Beyt kültü/vasıtasıyla ısınmanın yollarını açmıştır. Hz. Ali ve ailesinin mağduriyeti sahiplenilmiş, ata kültü yerini veliye hürmete (velayet inancına) bırakmış, cengâverlik "feta" (fütüvvet) ile özdeşleşmiş (La feta illa Ali la seyfe illa Zülfikar), "birlik kaygısı" da Ehl-i Beyt'e muhabbet ile adeta parolalandırılmıştır.

Tabii burada İslam'ın "tevhid davası"nı da es geçmemek icap edecektir. Merkeze aldığım "İslamlaşma süreci" olduğu için –önemi değil- tesiri açısından ilk üç arasında saymadım. Türkler böylelikle birikimden irtidat etmek yerine, işe "esirgeyen Tengri'nin adıyla başlayarak" İmam-ı Azam'ın başını çekeceği itikatla ilgili yeni tartışmalara da yol açmıştır.

Velayet sırrına evrilen ata kültü

Konar – göçer gruplar birikimlerini nesilden nesile sözlü kültür aracılığı ile aktarırlar. Masallara, korku hikâyelerine, ağıtlara ve en önemlisi destanlara işlenen bu birikim; doğası gereği dinamiktir (çünkü ayakları yere basmaz) ve kitabi kültürün aksine açık anlamlı olmaktan ziyade sırlara, remiz ve sembollere dayalıdır. İslam ise kitabi kültüre dayalıdır ve belli bir medeniyet tasavvuru (şehirli düzen) sunar. İslam'ın kitabi bilgisini taşıyan/aktaran hafız ve âlimler dünyayı "Medineleştirmek" isterken, bilhassa mevalide (Arap olmayan İslam toplumlarında) Arapça bilgisi olmaması nedeniyle duygular (sözle taşınan menakıp kültürü) ve gelenek ön plana çıkar. Türklerin İslamlaşma sürecinde aradığı duyguyu (destanı) Hz. Peygamber (sav), Hz Ali (kv) ve Ehl-i Beyt'e muhabbet temin eder. Bunun bir açıdan da böyle olması gerekir: Zira Emeviler döneminde yaşanan siyasi hadiseler nedeniyle bilhassa Ehl-i Beyt yanlısı Araplar Horasan yöresine sürülmüştür.

Bozkır birikiminin Ehl-i Beyt'e muhabbet üzerinden –duygusal- dönüşümünde, Türk konar- göçerin yaşama gayesi de zamana yayılarak değişir. O büyük destan birikiminde temel motivasyon artık Kerbela'nın intikamını almaktır. Destanlarda rol alan kahramanlar kim olursa olsun; her dönemin birer Ali'si ve Hüseyin'i karşısında da muhakkak bir Yezid'i olduğundan Ehl-i Beyt velayetinin/davasının taşıyıcılarıdır. Tabii bu noktada hulul, tenasüh, reenkarnasyon gibi İslam öncesi motifleriyle birlikte elbette "Seyyidlik" makamı karakterin varoluş amacına hizmet eder. Türklerin İslami dönem destanlarına temel gaye olarak giren "Kerbela intikamı", bazen sembolleri aşar ve direkt Müseyyeb Gazi Destanı'nda olduğu gibi sahnenin ta kendisi oluverir. Velayet sırrına evrilen ata kültü, Hz. Peygamber üzerinden geldiğine inanılan "kutsal emanetlerin" destan kahramanına ulaştırılmasıyla zahire dökülür.

Seyyid Battal Gazi destanı

Türklerin İslamlaştırdıkları birikimleri en çok menkıbe ve destanlarda su yüzüne çıkar. Ata kültü, velayet ya da seyyidlik ile; cengaverlik, fütüvvet ile; şifai kültürün istediği duygusal bağlılık, Ehl-i Beyt'e muhabbet ile ve birlik davası da tevhit esası ile özdeşleşir. Türkler kendi epik geleneklerini İslamlaştırırken, ilginçtir ki kültürel etkileşime girdikleri toplumların ön plana çıkan fenomenlerini de Türkleştirirler. Tabii bu modernlerin ırk davasını aşan kültürel bir Türkleştirmedir. Şimdi biz burada bahsettiğimiz bütün bu kavram ve olguların neredeyse en sahih kesişme noktasını gösteren/anlatan

Seyyid Battal Gazi destanı ve kahramanından dem vuracağız. Seyyid Battal Gazi, İslamlaşan Türk milletinin muhayyilesinde o kadar mühim bir yere sahiptir ki, gerçek kimliği aslında hiç önemli değildir ve zaten zamanla da menkıbelerin ardında kaybolup gider. Ne de olsa destan, dünyevi gerçekliklerle temas ettiği noktada biter. Burada mühim olan millet muhayyilesinin yarattığı gerçekliktir. Buna göre Seyyid Battal Gazi pek tabii Türktür ve Hz. Peygamber (sav) soyuna bağlıdır. Tarihsel Battal Gazi'ye baktığımız zaman ise benimsediğimiz Battal Gazi ile aralarında bir uçurum olduğunu fark ederiz.

Ahmet Yaşar Ocak hoca, "Mevcut rivayetler tarihî tenkide tâbi tutulup menkıbeler bir kenara bırakılınca Battal Gazi hakkında elde çok az ve yetersiz bilgi kalmaktadır" der. Yapılan araştırmalar bize gösterir ki Battal Gazi aslında bir Emevi kumandanıdır. Bir cariyeden doğma olduğu için halifeliğe layık görülmeyen Mesleme b. Abdilmelik'in ordusunda görev almıştır ve Rum gazalarında büyük yararlılıklar sağlamıştır. Arap kaynaklarının Şam ya da Antakya doğumlu olarak gösterdikleri Battal Gazi, Malatya merkezli gerçekleşen Rum gazaların birinde de 731 (ya da 740) yılında Eskişehir civarında şehit düşmüştür.

Milletin muhayyilesinde yaşatılan kahraman

Yazımda "tarihsel Battal Gazi kimdir, millet muhayyilesinde yaşatılan Battal Gazi ile farkları nelerdir?" sorusunu teğet geçeceğim. Burada benim için önemli olan, Battal Gazi'nin millet muhayyilesine neden girdiği, nasıl destanlaştığı ve Battalname'de yaşatılan dönüşümün Türk kültürünün kodları noktasında verdiği ipuçlarıdır. Aslında yazının ilk paragrafından bu yana ipuçlarını veriyorum.

Osman Turan, Türkiye Selçuklularının 12. yüzyılı için bilhassa "destan çağı" ifadesini kullanır. Bir yandan Haçlılar, diğer yandan da Komnenos Hanedanlığının adeta yeniden dirilen Bizans'ı, büyük baskı yapar Rum'un yeni sahiplerine. Başkent, İznik'ten Konya'ya taşınmıştır fakat kurumsal dönüşüm/bürokratik gelenek henüz oturmamıştır ve devletin varlığı savaşçı Türkmenlerin bilek gücüyle sağlanmaktadır. II. Kılıç Arslan'ın zaferleriyle krizi atlatan Türkiye Selçukluları, Konya merkezli –sırtını İran/ İslam geleneğine yansıtan- devletlerini sağlamlaştırmıştır.

Bu sırada İran Selçukluları yıkılmış, Asya'nın doğusundan baskı yiyen Türkmenler Anadolu'ya doğru ikinci göç dalgasını başlatmıştır. Derken, II. Kılıç Arslan, başlarında oğlu I. Gıyaseddin Keyhüsrev olduğu halde bu Türkmenleri batı ucuna yerleştirir. Bu adeta "yeniden destan çağının" başlangıcı olur. İznik'e yerleşen Bizans da Laskaris Hanedanlığı'na bağlı sınır savaşçıları ile (akritai) Bitinya'ya doğru uzanan bu Türkmen baskısını kırmaya çalışır.

Laskaris'in sınır savaşçıları ile mücadele eden Türkmenler onlardan alışıldık Yunan edebiyatından farklı bir destanın kahramanını işitmeye başlarlar: Digenis Akritas. Digenis Akritas, Bizans – Emevi/Abbasi mücadelesinde rol alan bir destan kahramanıdır. Babası Araptır. Buradan anlıyoruz ki Bizans'ın Bitinya halkında şifai kültür ağır basmaktadır. Aktardıkları anılarda bir isim daha vardır: Battal Gazi. Hatta iki kahramanın menkıbevi yaşantısında benzerlikler de göze çarpmaktadır.

Hamzanâme'den Battalnâme'ye uzanan bir zincir

Bu iki destanın birbirinden ne şekilde etkilendiği, kimliklerin geçirgenliği ve destanlar oluşturulurken ne ölçüde "intihaller" gerçekleştiği bugün hala üzerine çalışılan konular. Fakat söylemek gerekir ki Türklerin kendi birikimlerine kattıkları Battal Gazi ve Battalname Bizans destanına göre oldukça özgündür ve bir "Türkiye Selçuklu icadı" olarak görünür.

Eskişehir ve Bitinya sahası 12. ve 13. yüzyılda Türkmenler ile Bizans'ın sınır savaşçılarının mücadelelerine sahne olur. İşte bu noktada Battal Gazi, Türkmen gazileri için zamanla bir rol model olarak görülür ve türbelerin etrafında gazilerin birbirlerine geceleri anlattıkları masal ve destanların başrolü olarak anılır, övülür. Battalnâme de, Türk destanî edebiyatında 11. yüzyılda Hamzanâme ile başlayıp Ebûmüslimnâme ve Dânişmendnâme ile devam eden, 15. yüzyılda da Saltuknâme ile son bulan bir zincirin ikinci halkası olarak ortaya çıkar" (Ahmet Yaşar Ocak).

1245'te ortaya çıkan Dânişmendnâme'de kahramanın soyunun Battal Gazi'ye dayandırılması ve Battalnâme'den çok fazla parça alınmış olmasını göz önüne alırsak Battalnâme'yi 1245 öncesine tarihlendirmeliyiz. Bu da bizi yeniden II. Kılıç Arslan'ın oğlu I. Gıyaseddin Keyhüsrev ve kardeşlerinin Bizans ile uçlarda mücadele ettiği 12. yüzyıl sonu ile 13. yüzyıl başına götürür.

Seyyid Battal Gazi'nin Eskişehir'de türbesinin bulunduğu dev külliye hakkında Ayşe Denknalbant'ın makalesine bakalım. Ve bu makalede türbenin hangi dönemde inşa olduğuna dikkat edelim: "(Eskişehir Seyitgazi'de) Üçler tepesinin yamacında ve kayalık bir alanda inşa edilmiştir. Rivayete göre Emevî kumandanı Seyyid Battal Gazi bu mevkide şehid düşmüş, Selçuklu Sultanı I. Gıyâseddin Keyhusrev'in eşi Ümmühan Hatun buraya onun için 13. yüzyıl başlarında bir türbe, cami ve medrese yaptırmış, kendisi daha sonra bu medresenin eyvanı durumundaki türbesine gömülmüştür."

Türkleştirilen Battal Gazi

12. ve 13. yüzyıl Bitinya ve Eskişehir civarındaki uç Türkmenleri muhayyilesinde Türkleştirilen Battal Gazi, Ehl-i Beyt davası ile bütünleşsin diye de seyyidleştirilir. Hatta Hz. Peygamber'e (sav) Battal Gazi'nin doğumu Cebrail tarafından müjdelenmiş, o da Cafer'e (Battal Gazi'nin gerçek adı Cafer'dir. Battal ona kahramanlıkları nedeniyle verilmiş bir mahlastır ve yaralansa da ayağa kalkacak kadar yiğit demektir) ulaştırması için Abdulvahab'a kimi eşyalar ve yar (tükürük) emanet etmiştir. Tıpkı Hz. Ali'nin atı Düldül gibi mucizeler gösteren Aşkar adlı bir atı vardır. Allah'tan Battal Gazi'ye gönderilen savaş aletleri bir mağaraya saklanır ve bu mağaranın yolu Cafer'in babası Hüseyin'e bir geyiği takip etmesi ile ulaştırılır. Burada "yol gösteren geyik" motifi de Türk mitolojisinin su üzerinde net göründüğü bir detaydır.

Battalname "intikam" üzerine kuruludur. Cafer'in babası Hüseyin'in intikamı alınacaktır. Kerbela ile benzerlik zannederim dikkatinizi çekmiştir. "Battal'ın bazen imam Ali hazretlerini düşünde gördüğü de olmuştur. Bazen Hz. Ali, onu düşmanları konusunda uyarmaktadır. Hatta Battal Gazi, Babek ile mücadele ederken şeytan bir ihtiyar kılığına girerek Battal Gazi'ye bazı nasihatler vermiştir. İhtiyar, onlara kesinlikle aman verilmemesi gerektiğini ve onların Hasan ve Hüseyin'in katili olduklarını Battal'a söylüyordu. Bu olayda Battal evlad-ı Ali'yi hatırlamış ve gözyaşı dökmüştür" (Hasan Köksal).

Sonuç olarak, Battal Gazi'nin Türkleştirilmesi, Hz. Peygamber (sav) ailesine bağlanması, bunlar yapılırken Türkmenlerin ata kültlerini/birikimlerini ne şekilde İslamlaştırdıkları; Battal Gazi ve destanında çok açık olarak görülebilir. Net olarak söylemek gerekir ki, Türkiye büyük bir destanın nihayetidir.


BİZE ULAŞIN