Birol Biçer: Tekno-insanın trajedisi

Tekno-insanın trajedisi
Giriş Tarihi: 18.6.2021 14:51 Son Güncelleme: 18.6.2021 14:51

21'inci yüzyılın başında insanlık, tarihinin en büyük dönüşümünün şafağında bulunuyor. İnsan tanımının hızla değişeceği ve daha da zenginleşeceği yeni bir çağa giriyoruz. Türümüz kendisini genetiğinin (fıtratının) kafesinden kurtaracak, zeka, maddi ilerleme ve uzun ömür açısından hayal bile edilemeyecek başarılara ulaşacaktır. Bu insan ve makine bütünleşmesinde beyinlerimize yerleştirilecek bilgi ve beceriler teknolojik yaratımlarımızın engin kapasiteleri, hızı ve paylaşım kabiliyetleriyle birleşecek. Bu bileşim, insanlığın yeniçağı olan Tekilliğin temelidir."

Yapay zekanın babalarından Ray Kurzweil ve onun makineler ve yapay zeka ile bütünleşecek yeni bir insanı ve insanlığı müjdeleyen(!) İnsan 2.0 kitabının bir özetini teşkil eden bu cümleler sadece bir tanıtım metninden ibaret değil. Kurzweil'in 2005'te "yeni bir çağı" ve "yeni bir insanı" ilan ettiği bu sözler birçokları için bir manifesto hatta amentü niteliği taşıyor. Şaka değil bazıları bunu insan için hazırlanmakta olan akıbeti ifade eden "değişimin kutsal kitabı" olarak nitelendiriyor. Aradan geçen 16 sene içinde bu yeni teknolojik dinin mensuplarının giderek çoğaldığını ve cezbeye geldiğini görmemek mümkün değil.

Fütüristler, teknokratlar, maceracı milyarderler, Silikon Vadisi'nin sözde peygamberleri "İnsan 2.0" diye tanımladıkları şeyin yani teknolojinin nimetleriyle, sibernetikle, algoritmalarla ve biyoteknolojik gelişmelerle entegre edilerek yapay evrim yoluyla dönüştürülecek hatta üretilecek yeni insan modelinin hayallerini kuruyorlar. Bu amaçla şimdiden deneylere projelere başladılar bile.

"Evrimleştirme" sarhoşluğu

Bu anlı şanlı öngörülerin yanında halihazırda hem 8 milyarı aşkın insan ferdi hem de toptan insanlık adına çözüme ulaşmamış, aşılamamış ciddi sorunlar, hatta trajediler öylece ortada duruyor. Daha modern zamanların sorunları ile yeni yeni yüzleştiğinin farkına varan insanlık, bir yandan da binlerce yıllık kurumlaşmış trajedilerini yeni ve modern biçimlerle sürdürmeye devam ediyor.

Ray Kurzweil'in İnsan 2.0 kitabına atfen resmen ilan edilen bu yeni "evrimleştirme" sürecinin sarhoşluğu ile yeni bir insanın ve dolayısıyla yeni insanlığın üretimine gözlerini dikmiş olanlar bu manzarayı görmezden gelmeyi tercih ediyorlar zira buna karşı anlı şanlı teknolojik icatları ile getirebilecekleri bir çözümleri bulunmuyor. Her şeyden önce tarih boyunca en fazla bilgi biriktirdiği ve işleyebildiği bir dönemde adeta veri sarhoşluğuna kapılan insan halen ontolojik bir krizin içinde. İnsanın yani kendinin ne olduğunu, kim olduğunu bilme, sonsuz evrende yerini tayin etme konusundaki müzmin trajedisi halen devam ettiği gibi belki gerilemiş durumda.

Ve teknoloji baronları kurdelasını keserek açılışını yaptıkları her yeni icat ile ufukta beliren yeni bir beşer türünün doğumunu müjdelerken insanlık olarak nitelendirilen değerlerin de birer birer cenazeleri kalkıyor.

"İnsanlık öldü mü?" sorusuna aşılı cevap

Yeni bir "level"a atlamakla iftihar eden insanlığın aynı zamanda yaşadığı bu trajedinin en son göstergelerinden biri bariz bir şekilde aşı patentleri meselesi oldu. "İnsanlık öldü mü?" Bu soruya verilecek olumsuz cevabı bugüne dek kabullenmek ve duymak istemesek de ilaç sanayi daha doğrusu Covid-19 aşısını üreten ilaç devleri çoktan vermiş görünüyor.

Dünyanın birçok bölgesinde salgın nedeniyle ölümler zirve yapmış, aileler parçalanmış, ekonomiler darboğaza girmiş, Ganj Nehri bile cesetlerle akmaya başlamış durumda. Böyle müşterek bir felaket karşısında geçtiğimiz günlerde farklı inançlardan 150 kanaat önderi insanlığın bu felaketten daha fazla geç kalınmadan çıkması için aşı patentlerinin serbest kalması çağrısı yaparken çoktan trilyonluk çaplara ulaşmış aşı firmalarının milyarlarca dolarlık kârdan vazgeçmeyip patentlerini sır gibi saklamaları aslında "İnsanlık öldü mü?" sorusunun net bir cevabı.

İnsanlardan alınan vergiler, sağlanan kolaylıklar, muafiyetler ve bugüne dek yapılmış bilimsel/tıbbi çalışmaların birikimi ve mirası ile üretilen aşıların formülleri kitlesel ölümleri izlemek pahasına saklanıyor. İlaç devleri müstakbel kârlarından vazgeçmek istemiyor ve insanlık ölüyor; üstelik hem mecazen hem fiilen ölüyor.

Aynı insanlar bu manzara karşılarında yaşanırken yeni tıp ve sağlık teknolojileri ile hastalıkların ortadan kalkacağını müjdeliyor, dahası ölümsüzlükten dem vurabiliyorlar. Bir yanda insanlar teknoloji ile yeni bir evrime ve ölümsüzlüğe hayallerinde yelken açmaya çalışırken aynı insanlığın bir başka kısmı Akdeniz ya da Burma sahilleri açıklarında yelkensiz açıldıkları çürük botlarla yığınlar halinde mavi sularda boğulmaya devam ediyorlar.

Burnumuzun dibindeki vahşet

Belki de teknoloji ile yeni bir insanlık yaratma hevesi eski insanlığın can çekişmesine seyirci kalmayı kolaylaştırıyor. Filistin'de kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk, bebek ya da hamile ayrımı gözetmeksizin, Ramazan ya da dini bayram tanımaksızın her yıl sil baştan tekrarlanan İsrail devletinin sistematikleşmiş katliamları ve buna göz yuman devletlerin ikiyüzlü tavırları ile kim bilir kaçıncı defa karşılaşıyoruz. Bu sadece Filistin'in değil, insanlığında bir trajedisi olarak yıllardır tekerrür eden bir terör.

Teknolojiyi en iyi kullanan İsrail gibi bir devletin burnumuzun dibinde en ufak insani değerleri bile kale almayan vahşet ve terörü bir yanda… Bizi yepyeni bir insanlığa dönüştüreceği söylenen o teknolojiyi üreten "medeni" ülkelerin bu vahşete çanak tutmaları öte yanda… Kaydettiği maddi gelişmelerle böbürlenen insanlığın dilemması bu kadarla sınırlı değil ki. Kök salmış ve sistematikleşmiş benzer zulüm ve vahşet örneklerini Myanmar'da Arakanlılar, başka bir teknoloji devi Çin'de ise Uygurlar ve diğer Müslümanlar üzerinde görüyoruz. Üstelik "ayrımcı" olmak üzere tasarlanmış teknolojik takip sistemlerinin Doğu Türkistanlılara mahsus kullanımları eşliğinde…

Ya da en yüksek teknolojiyi kullanan devlet ve ordular eşliğinde Suriye'de, Libya'da, Güney Afrika'da, Afganistan'da, Irak'ta, Sudan'da aynı trajedinin uyarlamalarını görmedik mi, görmüyor muyuz? Peki insani olan her şeyi sistemli olarak yok etmeye azmetmiş görünen bu teknoloji kullanımı zihniyetiyle daha insani bir şey ortaya çıkacağına gerçekten inanıyor musunuz?

"Özgürleşme" miti

Tekno-kâhinlerin tasvir ettiği yeni gelecek tasavvurunda dönüşüme uğramış, bağlantılı ve artırılmış, adeta süper-kahramanvari güçlerle donatılmış ve sınırsız imkânlarla donanmış "yeni insana" atfedilen en başta gelen mitlerden birini "özgürlük" miti oluşturuyor. Oysa gelin görün ki daha bu sürecin başında olduğumuz şu günlerde insanların bir tür bağımlıya, hatta köleye dönüştürülmesi gerçeğiyle karşı karşıyayız. Aslında tüm insanların dikkatini bir şekilde celp etmeyi ve esir almayı hedefleyen bir tekno-totalitarizmle ve bunun ekonomik aygıtı olarak tekno-kapitalizmle karşı karşıyayız.

Zamane teknokrasisinin bizi getirdiği bu durumu "Kırmızı Balık Medeniyeti" olarak eleştiren ve bu ismi kitabına da veren Bruno Pattino kendisi de bu sistemin bir parçası olarak şu itiraflarda bulunuyor: "Ekranlarımızın kavanozuna kilitlenmiş Japon balığına döndük. Kırmızı Japon balığı için kavanozu neyse, insan için de ekranlar ve 'dikkat ekonomisi' o hale getirildi. İnsanın içine kapatıldığı bu kavanoz türün körelmeye yüz tuttuğu rahat bir hapishaneden ibaret."

Vaat edilen özgürlük, gerçekte sosyal ağlar ile dijital sistemlerin oluşturduğu bağımlılık, gözetlenme ve beraberinde tekno-kapitalizmin kurguladığı yeni bir kölelik türünden öteye gidemiyor. Kırmızı Balık Medeniyeti insanın aslında ne ile karşı karşıya kaldığını şu cümlelerle açıyor: "Bu yeni dijital kapitalizm, alışkanlığı odaklanmayla ve doyumu bağımlılıkla değiştiren bir ivme üretiyor. Algoritmalar ise bu ekonominin araçlarını teşkil ediyor. Bunun neticesinde "ekranlar tarafından hipnotize edilmiş, bağımlılaştırılmış bir toplum ile anlamlarından arındırılmış, körlemesine algoritmalara maruz bırakılmış ve her şeyin çok güzel olacağı vaadiyle uyur-gezerleştirilmiş insanlara dönüştürüyor."

Tekno-cennet vaatleri ve gerçekler

Gerçek şu ki dijital ve akıllı teknolojilerle insan "özgürleşmeye" ve "gelişmeye" devam ederken manzarayı bozmasın diye gündeme pek getirilmeyen pek çok insanlık arızası da varlığını sürdürmeye devam ediyor. İşin daha vahimi; beynimize yerleştirilecek çip ve yapay zeka algoritmalarının bizi ne kadar da özgürleştireceği kulaklarımıza fısıldanırken aynı dünyada halen köleliğin ve insan ticaretinin bile yabana atılmayacak rakamlarla devam ettiğini görmezden gelmemiz bekleniyor. Şaka değil, 21'inci yüzyıl bitmeden Tekilliğe geçeceğimiz kehanetlerinin havalarda uçuştuğu dünyada halen kölelik ve insan ticareti karlı bir pazar oluşturmaya devam ediyor.

Tekno-cennet vaatlerinin sıradanlaştığı bir dönemde dünyanın dört bir yanından can yakıcı trajediler eşliğinde mülteci ve göçmen akınlarına bir yandan da ucuz iş gücü, zorunlu fuhuş, çocuk işçiler ve askerler, organ kaçakçılığı, köle ev hizmetçiliği, dilencilik şebekeleri, göçmen ticareti gibi türlü adlar altında bildiğimiz 40 milyar dolarlık pazara dönüşen köle ticareti eşlik ediyor.

Tespit edilebilen resmi rakamlara göre çoğunluğunu kadın ve kız çocuklarının teşkil ettiği 2,5 milyonu aşkın insan modern köle tacirlerinin eline düşmekten kurtulamıyor. İşin ilginci yeni insanlığın şafağında yaşanan bu çok boyutlu trajedi sadece geri kalmış ülkelerle sınırlı değil; uluslararası ve birçok form altında uygulanan bir hadiseye dönüşmüş durumda.

Tekno-dünya ile birlikte tüm sorunlarının teknolojik gelişmelerle çözüleceği iddia edilen yeni bir insan modeline geçişin sinyallerinin verildiği bu dönemde dünyada açlık çeken insan sayısı 690 milyonu buluyor. Üstelik tüm gelişme çılgınlığına rağmen bu rakam azalmadığı gibi her yıl ortalama 10 milyon kişi ekleniyor.

Covid-19'un da etkisiyle bu güruha 130 milyon insanın daha ekleneceği öngörülüyor. Bu cennet vaatlerine giderek müzmin hale gelen dünyadaki gelir dağılımı adaletsizliğini eklemek gerekiyor. Gelişen teknodünyanın da katkısıyla dünyadaki servetin yüzde 60'ı 2 bin 100 kişinin elinde. Dünya nüfusunun yüzde 1'ini teşkil eden bir zümre ise 6,9 milyar insandan iki kat daha zengin olmuş durumda.

Trajedilerimiz takipte

İnsan-yapay zeka-makine birleşmesinin yani "Tekillik" denilen aşamanın gerçekleşeceği öngörülen 2070'li yıllar için öngörülen bir başka şey ise açlık denilen bu insanlık trajedisine aynı dönemde Birleşmiş Milletler'e göre 600 milyon insanın daha eklenecek olması. Sağlık hizmetlerine erişim meselesi ise dünya nüfusunun büyük bir kısmı için bu tablodan farklı değil.

Artık devletlerin, ideolojilerin, geleneklerin, dinlerin ve kadim değerlerin insan üzerindeki belirleyiciliği giderek azalıyor ama insan yine özgürleşmiyor; hayatının kontrolünü giderek teknobilimler ve onun vaz ettiği yeni ideoloji olan teknokrasi gittikçe işgal ediyor. Bu teknokrasinin hayatımıza hükmetme şekli ise bizde mevcut vicdani, irrasyonel ve norm-dışı olan ne varsa onu ortadan kaldırmak.

"Modern", "yeni", "artırılmış", "dönüştürülmüş", "insan-ötesi", "İnsan 2.0" ya da her ne şekilde isimlendirilirse isimlendirilsin… İnsanın ve insanlığın bu sadece bir kısmını saymakla yetindiğimiz trajik halleri onu adım adım adım izlemeye devam ediyor. Tüm bunlarla ilgili hiçbir çözüm önerileri bulunmayan ve selameti teknolojik gelişmelere bağlayan tekno-baronların satır aralarındaki mottosu değişmiyor: "Her şey çok güzel olacak." Dünyanın gidişatına bakan birçok düşünür ise alarm zilleri çalarak şöyle diyor: "Dikkat! Dünya toplumu giderek insanlıktan çıkarılıyor."

Bu manzaraya bakınca filozof Vaclav Havel'in sözünü hatırlamamak elde değil: "İnsan için asıl trajik olan hayatının anlamına vakıf olamaması değil, giderek bunu daha az dert edinmesidir." Ayan beyan bir şey var ki bu meseleyi halledemediği sürece insanın trajedilerine hiçbir gelişme derman olamayacak.

BİZE ULAŞIN