Ayşe Eyyüpkoca Atila: Çocuklarla koşan kadınlar

Çocuklarla koşan kadınlar
Giriş Tarihi: 22.6.2019 08:32 Son Güncelleme: 22.6.2019 08:33
Dünyadaki tek çocuğun ‘benim çocuğum’ olması gibi, dünyadaki tek anne de ‘benim annem’ meselesi. ‘kuzguna yavrusu anka görünürmüş’ meselesi.

Kendi kıymetimizi başkalarının kabulünde mi arayacağız?

Eczacı, şair ve her şeyden evvel yaşamı bir sır gibi gören ve o sırrın peşine düşerek, kelimelerini çoğaltan efsunlu bir anne aynı zamanda Fatma Şengil Süzer. Kendini, eşyayı ve kadınlığını okuma şekli, bardaktan taşan su misali, şair kimliği ile yaşadığı trans hâlini dışa yansıtıyor. Annelik bir ihtisastır ve kadından kadına zuhuru farklıdır kuşkusuz. Nasıl ki hayat "birine cennetse, birine zindan", annelik de bir bakıma böyle. İyi anne, kendini hesaba çekebilendir. Bu, "iyi anne" liyakatini kazanmış olmanın ifadesi demek olacaktır aynı zamanda. Kimi kadınlar, kendilerini bu dünyaya rastgele bırakmıyorlar yani. Kendi varlığının hükmünü yürütebiliyor, kök salabiliyor ve bunu bir sorumluluk olarak duyabiliyorlar. Bir kadın böyle bir sorumluluk duygusu ile anneliğini kuşanıyorsa, emanetin bilincine varmış demektir. Fatma hanım, içinde elimizi kolumuz sallayarak yaşadığımız bu dünyanın; kalabalık, sert, boğucu ve taş gibi olduğuna dikkat çekiyor sanki. Kendisine yönelttiğim her bir soruya, sahip olduğumuz emanetleri görmek, onlara dokunmak, varlık tasavvurlarını idrak etmeye yönelik beni oldukça etkileyen cevaplar verdi. Bu söyleşinin, kendi temel değer yargılarına sadık kalarak annelik dinamiklerini oluşturan birçok kadına ilham olacağından hiç şüphem yok.

Annelere mahsus bazı duygular vardır. Endişe gibi, sızı gibi mesela… Sizin anneliğe mahsus duygularınız neler?

Çalışan annelerin başat duygularını tespit etmişsiniz, endişe, sızı… Bunlar her annenin çocuğu için hissedebileceği duygular ama çalışan annelerde, çocuğuyla yeterince vakit geçirememenin sonucu olarak bir suçluluk hissiyle birlikte daha çok gözlemlediğim bir durum. Tay-tay durduğunda orada değilsiniz; ilk adımını attığında, ilk dişinin minicik beyazı göründüğünde… "Mükemmel annelik" tabusu yüzünden, aslında mükemmellik tabusu yüzünden, annelik de en-en-en olunması gereken alanlardan biri gibi gösteriliyor. En harika anne kim? Bu konuda da bir yarış içinde buluyorsunuz kendinizi.

Bir sır vereyim: "En mükemmel anne benim annem." Yani sizin anneniz, benim kapı komşumun, sizin kapı komşunuzun… annesi. Dünyadaki tek çocuğun "benim çocuğum" olması gibi, dünyadaki tek anne de "benim annem" meselesi. "Kuzguna yavrusu anka görünürmüş" meselesi. (Bütün çocuklara anne gibi yaklaşmak bir üst mesele, kişinin olgunlaşma süreciyle ilgili). Annelerin, çalışsın çalışmasın, "en-en-en anne olma yarışı"nı reddetmeleri gerektiğini düşünüyorum. Görmek-görgü-görenek bağını hatırda tutmak lazım. Çocuklarımızın görmesine vesile olacağımız hâl, "yarışlarla kendini paralayan bir anne" mi olmalı? Başkalarının şişkin egolarına kendini kanıtlamaya, beğendirmeye çırpınan bir anne...

Annelik, kadına kendini ve çocuklarını korumayı, kurt kapanlarını, tehlikeli olan somut ve soyut birçok şeyi öğretiyor. Çelikleştiriyor yani kadını. Siz anneliğinizin kuvvetini nereden alıyorsunuz?

Vesile olmak yapmak demek değildir. Kelimelere hakkını vermeli, zira kelimeler "varlık tasavvuru"muzun kavileşmesine veya değişmesine sebep olur. Hayatı anlamlandırma biçimimiz, "kimim, neredeyim, nereden geldim, ne için geldim, nereye gideceğim, ölüm ne hayat ne." gibi en basit ve temel sorulara muhtemel cevaplarımızın oluşturduğu zemindir varlık tasavvurumuz. Kişi, bunlara ilişkin cevaplarının bilincinde olsun olmasın, davranışları bu tasavvura göredir. "Karnım aç" dersen mesela, aç olanın sadece karnın olduğunu söylemişsindir, birkaç lokmayla doyar o mide. "Açım" dersen bütünüyle sen açsın, dünyayı yesen daha var mı dersin. "Yapmak" mesela, "çocuk yapmak" öyle bir yerleştirildi ki zeminimiz kayganlaştı. Çocuğu sen yapmazsın, Allah sana bir emanet gönderir. Sen, senin gibi kıymetli olan başka bir insanın yetişmesine vesile olursun. Kullandığımız kelimelerin kendi içinde taşıdığı güçler var ve kelimeler değişince zemin, zemin değişince tasavvur da değişiyor. Şeylere faydası ölçüsünce davranıyoruz. Fayda da değişken bir kavram, neye/kime göre fayda? İnsan, doğası gereği kendisine faydası olduğunu düşündüğü şeylere yönelir ama sadece fayda ölçüsüyle hareket etmek, "değer"i aşındırıyor. Faydası yoksa değersiz bulunuyor. Sevgimiz dahi böyle, fayda beklentisiyle. Sevgi nedir? Annelik tecrübem bunu sorgulatmıştır bana. "Karşılık bekleme"yi o zaman fark ettim; biz her işimizi karşılık bekleyerek yapıyorduk, sevgide bile böyleydi ama anne… Anne, çocuğu ne yaparsa yapsın, sevmeye devam ediyordu. "Beklentisizlik"i kavramaya biraz da olsa yaklaşabildiğimi düşünmüştüm.

Günümüz dünyasında anne-çocuk, ebeveyn-çocuk ilişkileri hakkında neler söylemek istersiniz?

Bugün "çocuklar" değil efendiler, "ebeveyn" değil köleler var sanki. Nasıl bir efendi? Sorumsuz efendi. Astığı astık kestiği kestik. Ne derse oluyor ne isterse yapılıyor. Yollar önünde açılmaya mecbur çünkü anne baba bunun için koşturuyor. Anne baba sadece koşturup hizmet etmekle yükümlüymüş gibi. Bu bugün, sorumsuz efendiliğini devam ettirmek isteyen yetişkin vücutlu çocuklar noktasına vardı. 20'li 30'lu yaşlarda fakat sorumluluk istemiyor. Anne olmayı istemiyor mesela. Neden? Çünkü annesini anne olarak göremedi, annesinin kölelik ettiğini gördü, görgü/göreneği böyle oluştu. Tabii bu benim gördüğüm sebeplerden bir tanesi. Pek çok şeye engelmiş gibi gösteriliyor annelik, bir kıymeti yokmuş gibi. Çocuğun emrine girmek doğal değil. Annenin anne olması gerekir, çocuğun da çocukluğunu yaşaması gerekir. Herkes yerli yerine. Çocuğa sorumsuz efendilik payesi biçmek ve böyle davranmak zalimlik.

Günümüzde kadının, doğurganlık ve annelik ilişkisini çatışma bağlamında ele alan ve bu durumu kadının "cam tavanı" ilan eden birtakım politikalar yürütülüyor. Alternatif bir modernliğin temsilcisi olduklarını düşünen kadınlar da anneliği kendileri için ayak bağı gibi görüyorlar. Annelik modern kadın için bir ayak bağı mıdır sizce de?

Bizim en içte, dışardan ses geçirmeyen, kimsenin bir şeyler fısıldayıp tavsiyelerde bulunamayacağı, akıl öğretmeye kalkamayacağı bir yere geçip kendimize, "Nedir benim istediğim bu yaşamda? Kariyer gibi, başkalarının alkışlayacağı başarılar mı başka şeyler mi? Gerçekten neyi istiyorum?" sorularını sormamız gerekiyor. Bugün gençlerimiz iki arada bir derede kalmış durumdalar ve evlenmekten bile korkuyorlar. Erkekler çalışan hanım istiyor. Genç hanımlar ise çalışırken anne olmayı nasıl başaracakları korkusu içinde buluyorlar kendilerini. Herkes herkesten bir şeyler bekliyor ama kişinin gerçekten istediği nedir?

Ufkumuzu belirleyen şey ne? Ufkumuza kimi koyuyoruz? Oraya koyduğumuz kişi, olmak istediğimiz kişidir ve olabileceğimiz kişidir aslında. Odalarımıza çekilip bunun kim olacağına doğru düzgün karar vermemiz lazım. Annelik-kariyer çatışması hayati bir çatışmaymış gibi gösteriliyor, niçin gençlerimiz kariyer odaklı? Güç ve saygınlık için, "değer" için. Bizim neslimiz, annelerinin tahfif edildiğini gördü; tüm annelik güzellemelerinin hilafına. Annelik çok kıymetliydi vs.vs. ama gerçekte kıymet verilmiyordu; annelerimize/kadınlarımıza "sözü dinlenir, akıl/görüş sahibi birer fert" olarak davranılmıyordu; "bağımlı, aciz, kusurlu" idiler; "saçı uzun aklı kısa"; "kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin" idi.

Kelimeler demiştim; az önce söylediklerimi erkekler için değiştirerek söylersem daha anlaşılır: "Erkeğin saçı kısa aklı saman." "Erkeğin sırtından semeri boynundan kemeri eksik etmeyeceksin." Kıymet vermediğiniz, saygı duymadığınız kişiyi kaale almazsınız, sözünü dinlemezsiniz, ne söyleyebilir ki size? Halbuki bütün mevcudat bir şeyler söyler. Her kişinin yeri ve bu yere bağlı olarak gördüğü şey farklıdır çünkü tecelli farklıdır ve her tecelli varlığın başka bir veçhesini gösterir. Annelerinin/kadının tahfif edildiğini görenler, hürmetli ve kıymetli olmayı anneleri gibi olmamakta; mesela kariyerde görecekti; bu noktaya geldi. Lakin bir şeyi reddetmek, bir imkanı reddetmektir. Anneliği istememekle ömrümüzde neleri reddediyoruz, nelerden mahrum kalıyoruz; genç kardeşlerimin bütün bunları inceden inceye en içteki odalarında düşünmelerini isterdim. Kendi kıymetimizi, izzetli/hürmetli oluşumuzu başkalarının şişkin egolarının tasdik ve kabulünde mi arayacağız? Kişinin kıymeti, aslında kendisi gibi ve kendisi kadar olan başkalarına bağlı ise o kişi, "o başkaları"nın emrine girmiş demektir.

Herkesin gel-git, yap-et emrine memur, saçları süpürge, kendileri yok olan Anadolu kadını ile modern kadının "benlik" algısı üzerine kurduğu anneliğini nasıl okuyorsunuz?

Fayda meselesi diyeceğim yine. Bazılarına göre saçı süpürge Anadolu kadınının anneliği muhterem, bazılarına göre modern olanı. Hangisini daha faydalı görüyorsa. Halbuki annelik, açmaktır: Feth. Neyi açmak? "Kendilik"in bulunacağı bir alan açmak. Başka bir zeminden bahsediyorum; varlığa yani "şeyler"e, sırf faydalarına göre kıymet biçilmeyen bir zeminden. Çok sevdiğiniz birini düşünün, size bir paket getirdi, bir hediye. Heyecanla paketi açtınız ve içinden bir çakıl taşı çıktı. O çakıl taşı sizin için ne kadar kıymetlidir? Onu size hediye eden kadar kıymetlidir. Bizim varlık tasavvurumuz böyleydi. "Yaratılanı severiz/ Yaratandan ötürü." Şeylerin kıymeti, onu var edenin kıymetiyle ölçülürdü yani "her şey" kıymetliydi. Hürmetliydi. Şimdi illa başkalarının gözüne girecek bir şey "yaptığınız" zaman kıymetli oluyorsunuz. Bir kadın evlendiğinde veya kariyer "yaptığında" veya çocuk "yaptığında" kıymetli değildir sadece; var olmasıyla kıymetlidir. Erkekler için de böyle. Bizim, sevgilimiz sallallâhu aleyhi ve sellemin her bir varlığa nasıl yöneldiğini hatırlamamız gerekiyor. Ferdiyyet makamında idi, dolayısıyla birine döndüğünde bütün veçhesiyle dönerdi. Her bir varlığın Allah'ın tecellisini taşıdığını ve bu yüzden izzetli/hürmetli olduğunu göstermiştir Peygamberimiz bize. Bizse kendimize kıyıyoruz. Mesela evdeki kadın da değersiz artık. Çocuğunu büyütmeye uğraşan bir kadın başarısız görülüyor. İlla görünür bir şey yapması gerekiyor. Böyle olmamalı. Bir insanın erdemi, öyle gözle görülebilen bir şey değildir ki… Hem her kişi, sırf var oluşuyla kıymetlidir; "yaratandan ötürü."

FATMA ŞENGİL SÜZER KİMDİR?

Şair. 1970'te Eskişehir'de doğdu. Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi mezunu, 25 yıldır eczacılık yapıyor. Evli, dört çocuk annesi. Üç şiir kitabı var.

BİZE ULAŞIN