Ayşe Eyyüpkoca Atila: Bir anne için çocuğu en ağır taş olmalı

Bir anne için çocuğu en ağır taş olmalı
Giriş Tarihi: 15.5.2019 10:49 Son Güncelleme: 17.5.2019 11:39
Öteki âleme gittiğimiz zaman birilerinin çocukları olarak gitmeyeceğiz ve yaşıt olacağız. O yüzden çocuğu şekillendirmek, üzerinde sürekli bir projeymiş gibi hareket etmek doğru değil.

Annelik, parça ile bütün arasındaki ilişkinin temsil aracı olmak gibi bir şey. Bazı kadınların yaşamlarına iliştirdikleri ve temsilini üstlendikleri "olma" biçimi ise birçok iyiliği ve güzelliği barındırıyor içinde. Kendini, düşüncelerini, sanatını, şiirini, yuvasını ve çocuklarını bir etamine nakış işler gibi işliyorlar yani. Şair, yazar Ayşe Sevim ile iki saati bulan söyleşimiz kendisine dair tam anlamıyla bu motifi çizdi. Her ne kadar çocuklarıyla koşma şeklini konuşsak da muhabbetimizin neredeyse tamamına edebi bir dil de hâkimdi. Ayşe Sevim'in anneliğine dair bende kalan izlenimi ise şöyle tasvir edebilirim: Tıpkı sevimli illüstrasyonları olan bir çocuk kitabı gibi, üstelik dili de oldukça güçlü ve yaratıcı.

Sizce şair olmakla anne olmak arasında benzerlik var mı?

Çocuğunuz olunca ne olursa olsun onu sevmek durumundasınızdır. Çok zeki ve uslu olabileceği gibi huysuz veya engelli de olabilir fakat ne olursa olsun o sizin için biriciktir. Şiir yazmakla veya edebi bir eser vermekle çocuk doğurmak arasında doğrudan bir benzerlik ilişkisi kuramıyorum çünkü biz yazdığımız metinleri mutasavvıflar gibi yazmıyoruz. Biliyorsunuz, Hz. Mevlana'nın mesnevi yazışı irticalen olmuştur çünkü yaşadığını ve diğer âlemlerde seyrettiğini bizzat anlatmıştır. Bizim yazma biçimimiz ise çıkan bir metin üzerine çok oynamakla ilgilidir. Bizim şiirimiz ilhamla geliyor fakat o ilhamla gelen ham metni yayınlamıyoruz. Üzerinde defalarca düzeltme yapıyoruz. Bu çocuklarımızda yapmadığımız bir şeydir. Çocuklarımıza eğitim veririz, düzeltme yapmayız. Yazdığımız şiir ya da herhangi bir edebi eser bizden çıkıyor ama sonrasında editörlerimiz hallaç pamuğu gibi bir sağa bir sola çarparak metin üzerinde oynamalar yapıyorlar. O yüzden şiir ile çocuk arasında çok sevmekle alakalı bir benzerlik olabilir. Yani anne de çocuğunu çok sever yazan kişi de yazdığı metni çok sever ama bence bir yazar çocuğuna davrandığı gibi asla metnine davranmamalı çünkü bu kendisini zarara uğratır.

İyi anne sendromu denen bir şey var artık. Yazmak biraz da kendini okumaksa kendi anneliğinizi değerler, normlar ve değişen dünya içinde nasıl okursunuz?

Annelik demek bir yerde sürekli vicdan azabı çekmek demek… 35'ten sonra bende ayrı bir bakış açısı oluşmaya başladı. Şöyle ki, tamam elimden geleni yapmaya çalışıyorum fakat gerçek annelik nedir? Toplumun sunduğu "iyi anne" psikolojisi var ama annenin her şeyden önce bir insan olması gerekiyor. Uçaklarda oksijen maskesi ile ilgili yapılan bir uyarı var. Bu başta çok bencilce duruyor ama çok doğru bir uyarı: "Uçak eğer düşmeye kalkarsa yukardan maskeler düşecek lütfen maskeyi önce kendinize sonra çocuğunuza takın" şeklinde. Bunu kendi hayatımıza koyabilirsek çok başarılı olacağımızı düşünüyorum. Yani bir kadın kendisi için bir şey yapamadıktan sonra çocuğuna bir şey veremez. Çocuğa iyi örnek olabilmek için yol yürünmez ki. Bir kadının öncelikle kendisine yatırım yapması gerekir. Şunu çocuğuma seyrettirmiyorum çünkü çocuğuma zararlı demeden önce, bunu ben seyretmiyorum çünkü bu bana zararlı demek gerekiyor. Çocuğun kalbi kalp de bizim kalbimiz taş mı? Kaç yaşında olursan ol senin zihnin ve hayal dünyan da lekeleniyor. Çünkü ruhlarımız çocuklarımızla aynı yaşta. O korumaya çalıştığımız çocuklarımızla aynı zamanda yaratıldık sadece dünyaya inişimiz farklı. Belki de; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" diye sorulduğunda çocuğunuz sizden önce siz annenizden önce "belâ" demiştiniz. Öteki âleme gittiğimiz zaman birbirilerimizin çocukları olarak gitmeyeceğiz ve yaşıt olacağız. O yüzden çocuğu şekillendirmek, üzerinde sürekli bir projeymiş gibi hareket etmek doğru değil. İyi bir insan iyi bir kul olmak için mücadele ettiğiniz zaman bu zaten çocuğunuza yansıyacaktır. Bir anne için çocuğu en ağır taş olmalı evet ama hayatı çocuk eksenli de yaşamamak gerekiyor. Çocuklarım hayatımın en ağır taşı olabilir fakat ben sadece bundan ibaret değilim ki. Hayatımda başka birçok ağır taş var. Denge çok önemli…

Kendi anneniz ile kurduğunuz bağ için geçmişinize döndüğünüzde aklınıza gelen en çarpıcı imge ne oluyor? Çocuklarınızın sizi hangi imgelerle hatırlamalarını isterdiniz?

Bununla ilgili çok hayal kurmuyorum çünkü çocukların ne hatırladıkları annelerin ne istediğiyle çok bağlantılı olmuyor. Annemle ilgili hatırladığım, upuzun saçlarını her banyodan sonra taraması ve örmesiydi. Saçlarının neden bu kadar uzun olduğunu sorduğumuzda ise ölen bir kadının saçlarının üstünü örtecek kadar uzun olması gerektiğini söylerdi. Bir diğer şey küpesiyle oynamasıydı. Annem elbette kendisiyle ilgili başka resimler hatırlamamı isterdi fakat benim aklıma gelen ilk imgeler bunlar. Benim çocuğumda muhtemelen böyle olacak. Her anne gibi ilk çocuğuma aşırı titizlenmiştim fakat belli bir yaştan sonra bana söylediği şeyler çok ilginçti. 250 tane güzel şey yapmışsınız fakat bir tane menfi şeyi hatırlıyor mesela. Fakat yine de benimle ilgili olarak; annem dürüst bir kadındı, asla yalan söylemezdi gibi şeyler hatırlamalarını isterim fakat biliyorum ki akıllarında çok daha başka resimler kalacak.

"Bir kadın eğer kurmaca yazacaksa, parası ve kendine ait bir odası olmalıdır" diyor ya Virginia Woolf, elbette çok haklı. Ama işte mutfak masasında oturup pişen karnabahar kokusu eşliğinde veya bebeğini ayağında sallarken şiir yazmak da entelektüel özgürlük değil mi?

Biz bu özgürlüğe sahibiz bence. Evliyiz ve çocuklarımız var, yemek pişiriyoruz ve yazıyoruz. Son zamanlarda yazdıklarına bunu bahane göstererek, pozitif ayrımcılık bekleyerek çok kötü yazanlar var. Çok kötü yazanların bu bahanelerini edebiyat adına kabul etmiyorum. Sosyal medyada ya da başka yerlerde biraz görüldükten sonra kitapları çıkıyor ve sonrasında ama evimdi, çocuğumdu diyerek başarısız oluyorlar. Okul öncesi için o kadar edebiyat bilmeniz gerekmez ama daha sonraki aşamalarda bunu öne sürüp kötü yazmak doğru değil. Peki, bu şartlar altında iyi yazılamaz mı diye soracak olursanız elbette yazılabilir. Ben bu şartlar altında yazıyorum zaten. Bu iyi metinler yazmak için bir engel olmamalı, bu benim bahanem değil. Bir eser sunduğum zaman evli, çocuklu Ayşe Sevim olarak değil yazar Ayşe Sevim, "aaa iyi metinleri var" diye çıkmak durumundayım.

Yazmak için içeri çekildiğiniz, kendi başınıza kalmanız gerektiği zamanlarda çocuklarınız nerede duruyorlar? Takip mesafeniz ile anneliğinizin kaygı düzeyini nasıl koruyorsunuz? Hem çocuk büyütüp hem de sanatsal bir çalışma yapmak mümkün mü sahiden?

Bir şey itiraf etmek istiyorum şimdi. Bu noktada anneliğime daha ağırlık veren biriyim ben. Bu bir tercihtir ve benim tercihim bu yönde. Çocuklarımın daha küçük oldukları dönemlerde yazmadım hatta. Çok uzun bir araydı ve benim için biriktirme süreciydi. Yazmaya ara verdim fakat okumaya hiç ara vermedim. Bazıları bunu başarıyor olabilir fakat bu herkeste farklı ilerleyen bir süreç. Çocuğum yanıma geldiği zaman şimdi git ben yazı yazıyorum diyebilen biri olamıyorum. Çocuğumu o anda yanımdan göndermek beni çok üzüyor çünkü. Ursula K. Le Guin'in söylediği bir şey var: "Bir insan bir insana tek başına bakamaz ve iki işi bir arada yürütemez." Bunu kabul etmemiz lazım bir kere. Ursula, eşinin kendisine yardım ettiğini söylüyordu, bu önemli bir şey. Gerçekten her şeyimi vererek şunu yapacağım, aynı zamanda da şunu yapacağım derseniz bu olumsuz bir şekilde patlak verebilir. Bir anne tek başına bir insan üretemez ayrıca. Onun bir babaya, ağabeylere, ablalara, iyi amcalara, babaanneye, dedeye ihtiyacı var. Kadınların yüklerinin azaltılması lazım... Yükü ağır olan bir kadın tabii ki üretemez, yazamaz.

Anne Ayşe Sevim davranışında, çocuklarıyla kurduğu etkileşimde veya onlarla kurduğu psikolojik yaklaşımda nasıl biridir?

Çocuklarıma onları sevdiğimi çok söylüyorum bir kere. Onları sevdiğimi söylemeyi benim de duymam gerekiyor çünkü. Ne yaparlarsa yapsınlar bizim için çok kıymetli olduklarını hissettirmeye çalışıyoruz eşimle. Okul ve dersler noktasında kendilerini çok yorduklarında, özellikle 15 yaşındaki oğluma bir daha 15 yaşına gelemeyeceğini, kendisini çok yormaması gerektiğini telkin eden de bir anneyim. Kendilerinin ve düşüncelerinin değerli olduklarını hissettirmeye çalışıyorum. Şimdiki kuşak çocuklarının hayallerini dinliyor. Bu eskilerin yapmadığı bir şeydi fakat olması gereken bu. Sevgi noktasında da Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cuma hutbesindeyken Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in düştüğünü görüyor ve hemen iniyor onları kaldırmak için. Çocuklara hiç değer vermeyen bir kültürün karşısında Efendimizin (s.a.v) yaptığı bu şey çok büyük bir hareket. O yüzden sevgi dilinin çok önemli olduğunu düşünüyorum ve o dil muhakkak size geri dönüyor. Her çocuk çok farklı ve onların farklılıklarından ben çok şey öğreniyorum. Her biri kendi fıtratıyla ve bir şeyler öğrenmiş olarak geliyor ruhlar âleminden. Mesela küçük kızım diğerlerine göre daha zor bir çocuk ama fark ettim ki bana göre zor. Ayaklarının üzerinde durabiliyor, hayır diyebiliyor, mücadele etme yeteneği çok iyi ve bana göre ters olan birçok şeyi yapabiliyor. Diğer çocuklarıma nazaran kızımın karşısında zorlandım evet fakat onu tashih etmeye çalıştıkça ne yapıyorsun dedim kendime, bu onun fıtratı ve biz tek tip değiliz. Onun kendine ait bir dünyası var ve benim oraya sürekli tırmanmamam gerekiyor. Her birinin çıkardığı ses farklı ve dolayısıyla yankısı farklı… Çünkü o ses taşa çarpıp gelmiyor. İnsana çarpıp geliyor ve insanın içinde ruh var. Annelik, trafikte olduğu gibi her çocuğa göre ayrı rota oluşturmaktır. Çocuklar bir kötülüğe meylettikleri zaman, onlara karşı çıkmak da bir koruma yöntemidir ayrıca. Çocuklarıma saygı duyma biçimlerimden biri de bu mesela. Onlara bazı konularda karşı çıkarak onları korumaya çalışıyorum.

Colette Dowling, Sindrella Kompleksi isimli kitabında, "Toplumun, iyi ev hanımı ve anne olup ocağı tüttürmenin ödüllendirileceğini öğrenmiş" bir kadın tipolojisinden bahseder. Kitabının bir bölümünde ise şöyle diyor: "Bu kadınlar, gerçekten de evlilik ahlakındaki sismik kaymayla birlikte köklerinden koparılmış, 'ortada kalmışlardır.' Yıllar önce, okul sıralarında geliştirdikleri yetenekleri çoktan köreldiği için, yetersiz, yeteneksiz olduklarına inanırlar. Kasları da kafaları da kullanılmamıştır." Ne dersiniz, kadınlar evlenip çoluk çocuğa karışınca varoluş nedenlerini yitirip ortada mı kalıyorlar sahiden?

Siz insan olarak kendinizi ve kulluğunuzu unutursanız o sizin evlenip, çocuk sahibi olunca da güdük kalmanızı sağlar. Çok akıllı, çok zeki kadınlar evlenip çoluk çocuğa karışınca aptal mı oluyorlar yani? Böyle değil bu problem. Eğer böyle de bir süreç yaşanıyorsa bu toplumla, toplumun evlenen insandan beklediği şeylerle ilgilidir. Bir kadından sürekli aynı şeyleri yapması isteniyorsa haliyle varoluş nedenini yitirir. Toplumun evliliğe verdiği biçim kadını bu hale getiriyor. Bir kadından sadece yatak toplamak, çocuk yapmak, çok iyi yemek yapmak, çalışıyorsa pür bakımlı ve makyajlı olması beklendiği sürece ister istemez güdükleşir.

AYŞE SEVİM KİMDİR?

1979'da İzmit'te doğdu. İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü'nden mezun oldu. Evli ve 3 çocuk annesi.

Kitapları:
Güneşe Yolculuk (Hz. Muhammed'in (s.a.v) hayatını konu alan roman 2004 Türkiye Yazarlar Birliği Çocuk Edebiyatı Ödülü'nü aldı), Yazarlar ve Aşkları (Deneme), Feminizm (Araştırma), Çocuklar için Türk Destanları Serisi, Hikâye Anahtarcısı 1/ Tuhaflıklar Asansörü (Çocuk Romanı), Hikâye Anahtarcısı 2/ Ejderhalar Zamanı (Çocuk Romanı), Hikâye Anahtarcısı 3/ Zehirli Eller, Dede Korkut Hikayeleri (Çocuklar için uyarlama), Taburcu (Şiir), İşlenmemiş Suç (Şiir, Eskader 2013 Şiir Ödülü'nü aldı), Uçma Taklidi (Şiir), Betül Büyüyor Serisi (Okul öncesi), İçindeki Zıp Zıp Ses, Oruç Kahramanları, Dünyayı Gezmek İsteyen Çorap

BİZE ULAŞIN