Süleyman Arif Özkut: Geleceğe yol gösteren rüyalar

Geleceğe yol gösteren rüyalar
Giriş Tarihi: 26.9.2018 11:03 Son Güncelleme: 26.9.2018 11:03
Gelecekte olacakları bilme dürtü ve merakı insanoğlunu kahinlere, müneccimlere yöneltti. Bu yolda kimi zaman da rüyalar yol gösterici oldu. Bazen sıra dışı şahsiyetlerin gördüğü rüyalar büyük fetihlerin, çağ değiştiren olayların göstergesi sayıldı.

İnsanoğlu modern dönem öncesine kadar çoğu zaman kurduğu medeniyet ve devletlere bir kutsiyet atfetme eğilimindeydi. Bu eğilimin bir uzantısı olarak bu "kutsal" devletlerin geleceği ve hükümdarların gelecekte gösterecekleri muhtemel başarılar daima merak konusu oldu. Bu merak kimi zaman kâhinler, müneccimler ya da falcılar elinde hükümdarların geleceğe yönelik karar alma mekanizmalarının bir parçasına da dönüştü. Geleceği tahmin etme ve şekillendirme arzusu farklı devir ve medeniyetlerde değişik şekillerde zuhur etti. Mesela bu merak ve arzu Sümerlerde ziggurat denilen piramit gözlemevlerini ortaya çıkardı. Eski Mısır ve Babil'de ise astronominin temeli ilk olarak bu amaç doğrultusunda atıldı. Gök cisimlerinin hareketleri üzerinden kader okudukları hatta tayin ettikleri düşünülen kâhinler el üstünde tutuldu. Mitoloji ve pagan gelenekleri iç içe geçerek geleceğe dair fikir yürütme konusunda yer edindi. Dünyanın ilk büyük imparatorluğu olan Roma'da da aynı durum söz konusuydu. Efsanevî kuruluş hikâyesine göre Romus ve Romulus kardeşler çok küçük yaşlarda dişi bir yabani kurt tarafından büyütüldüler. Sonraki yıllarda başları üzerinde eksik olmayan "kutsal kartal"ın da yardımıyla Roma şehri ve medeniyetini inşa ettiler.

Doğu dünyasında ise padişahların doğumundan evvel ileride elde edeceği güce dair rüya nakilleri, devir tarihlerini ele alan eserlerde kendini göstermekteydi. Farklı kültür ve devrilere ait unsurlar küçük farklılıklarla birinden diğerine geçerek devam ediyordu. Örnek olarak Roma'daki kartal kültü Eski Mısır, İran ve Türklerde Hüma kuşu olarak varlığını sürdürüyordu. Rüyasında bir kartalın başındaki miğferi çıkarıp tekrar koyduğunu gören sıradan halka mensup Romalı Tanaquil'in bu rüyası gelecekte kudretli olacağı şeklinde tabir edilmiş ve büyük general tarih sahnesindeki yerini almıştır. Kuş motifinin doğudaki tezahürü ise Kumral Abdal tarafından ileri sürülen motifle örneklendirilebilir. Dindar bir sofi olan Kumral Abdal, bir gün Söğüt yakınlarındaki Ermeni Boğazı'nda Ertuğrul Gazi'nin başı üzerinde bir Hüma kuşunun uçarak gölge yaptığını görür ve bu durumu Gazi ve neslinin Asya ve Avrupa üzerinde büyük topraklara hükmedeceği şeklinde yorumlamıştır.

Kayı boyunun Oğuz Han torunları arasında en seçkin ve en soylu olarak görüldüğü ön kabulü dikkate alınırsa bu rivayetlerin çokluğu konusunda bir fikir yürütülebilir. Hatta Korkut Ata adlı bir Oğuz ulusu, ahir zamanda yüzlerce yıl ömre sahip olacak bir beylik ve devletin Kayılarca kurulacağını öne sürer. Osmanlı Devleti'ne adını veren Ertuğrul Gazi evladının Halife Hz. Osman'la aynı adı taşıması da rivayetlere kaynaklık eden noktalardan biridir. Halife Hz. Osman saltanatının son yıllarında mescitten çıkacağı sırada bir adam yanına gelir ve halifeye hitaben, ömrünün uzun, saltanatının kısa olacağını ancak üzülmemesi gerektiğini, adını taşıyacak bir devletin ahir zamanda uzun süre İslam sancağını dalgalandıracağını müjdeler. Henüz Osmanlı'nın ne adı ne de sanı varken bu devleti çok öncelerden haber verenlerden biri de Şeyh-i Ekber namıyla anılan Muhyiddin İbn-i Arabî olur. İbn-i Arabî kendisine atfedilen Ed-Dâiretü'n Numaniyye fi'd Devleti'l Osmaniyye adlı eserde daha Osman Gazi'nin esamisinin okunmadığı tarihlerde onun kuracağı devleti haber vermiş ve adıyla bildirdiği devletin kuruluşu bir yana Osmanlılar devrinde gerçekleşecek bazı mühim hadiselere de işaret etmiştir. Arabî ilm-i ledün marifetiyle haber verdiği gelecekte Türklerin uzun soluklu hâkimiyetini de şu sözlerle müjdelemiştir: "Türkler için muzafferiyet ve saadet vardır."

Osman Bey'in rüyası ve devlet fikri

Kayılar Bizans sınırında yaşayan bir uç beyliğiydi. Bu bölgede yaşayan Ahi şeyhlerinden Edebali ise Türkmen oymaklarından büyük saygı ve itibar görürdü. Ertuğrul Gazi'nin sık sık ziyaret ettiği Şeyh Edebali Tekkesi bir süre sonra Osman Gazi için de devamlı bir uğrak yeri haline geldi. Eskişehir yakınlarındaki İtburnu köyünde bulunan dergâha gittiği bir gün Osman Gazi, onun kızını gördü ve babası olan şeyhinden istedi, ancak Edebali kızını Osman Gazi'ye vermedi. Bu durum Şeyh Edebali'nin beylik işlerine karşı ilgisiz ve hoyrat gördüğü Osman Gazi'nin henüz olgunluğa ermediğini düşündüğüne yorulur fakat bir rüya her şeyi değiştirdi. Bu hadise dolayısıyla şeyhine kırgın olan Osman Gazi, yine de bilgi ve görgüsüne saygısından dolayı tekkeden ayağını kesmedi. Bir gece uzun bir sohbetten sonra Şeyh Edebali yerinden doğrulup başka bir odaya gitti. Müritler de bir taraftan Osman Gazi'nin döşeğini hazır ettiler. Biraz sonra Şeyh Edebali elinde bir kitapla içeri girdi ve odadaki rafın üzerine bıraktı. Osman Gazi hocasına hitaben kitabın ne olduğunu sorduğunda aldığı yanıt "Kuran-ı Azimüşşan" oldu. Hocası çıktığında Osman Gazi'nin uykusu kaçmıştı, bunun üzerine sabaha az bir süre kalana kadar Kuran-ı Kerim okuyup tefekkürde bulundu. Uyku bastırdığında raf üzerine Kuran'ı geri bıraktıktan sonra döşeğine kıvrıldı ve tarihe geçen meşhur rüya hadisesi meydana geldi.

Osman Gazi rüyasında ev sahibi Edebali'nin yanında yatıyordu. Hocasının göğsünden bir hilal çıktığını ve gittikçe büyüyerek dolunay halini alıp kendi göğsüne girdiğini gördü. Bunu takiben Osman Bey'in göbeğinden giderek büyüyen ve yayılan bir ağaç çıkıyordu. Ağaç büyüdükçe yeşillik ve güzelliği de artıyordu. Dallarının gölgesi üç kıtanın ufuklarına kadar kara ve denizi kuşatıyor; Kafkas, Atlas, Toros ve Hemos dağları bu yaprak ormanının dört direği gibi görünüyordu. Ağacın kökünde deniz gibi gemilerle dolu Dicle, Fırat, Nil ve Tuna nehirleri akıyordu. Büyük alanlar ekinlerle, dağlar ormanlarla kaplıydı. Bu dağlardan çıkan bereketli sular, gül ve servi bahçeleri içerisinde dolaşarak akıyorlardı. Sahralarda uzaktan kubbeler, piramitler, dikili taşlar, sütunlar ve kulelerle süslü şehirler görülüyordu. Bu büyük binaların hepsinin tepelerinde birer hilal parladığı gibi minare şerefelerinden okunan ezanlarla sayısız kuşların sesleri karışıp ahenkli bir hale geliyordu. Yaprakları kılıç şeklindeki ağaçların kokuları etrafı sarıyordu. Tam bu sırada şiddetli bir rüzgâr çıkarak bu yaprakları dünyanın bütün şehirleri üzerine, özellikle de iki deniz ile iki karanın birleştiği yerde, iki yakutla iki zümrüt arasına yerleştirilmiş bir cevhere benzeyen ve bütün dünyayı kuşatan bir halkanın en kıymetli taşı yerinde olan Konstantiniye' ye doğru dağıtıyordu. Osman Gazi bu halkayı tam parmağına geçirmek üzereyken uyandı. Rüyasını hocasına anlattığında Şeyh Edebali'den Osman Gazi'ye hitaben kendisine ve evladına saltanat ve dünya hâkimiyeti müjdelendiği cevabını aldı. Edebali bu kadarla da kalmayıp "Kızım sana helal kılındı" diyerek Bala Hatunu, Osman Gazi ile nikâhladı.

Altı asır sürecek Osmanlı hâkimiyetinin devlete adını veren şahsa böylece malum kılındığı söylenir. Rüya ve tabiri Doğu dünyasında her daim önemli bir yer tuttu. Osman Gazi'ye atfedilen bu rüya bir kısım kaynakta da Ertuğrul Gazi'ye dayandırılır. 13'üncü yüzyıl tarihçisi Cüzcanî'ni de Gazneli Devleti'nin Hindistan fatihi Mahmut Gaznevi'den bahsederken benzer ifadelere yer vermektedir. Sultan Mahmut'un babası Sebük Tigin oğlu doğmadan bir saat kadar önce rüyasında kendi evindeki ateşlikten bir ağaç çıkarak bütün dünyaya gölge saldığını görmüş ve rüya tabircileri bu durumu fatihin bir oğul sahibi olacağı şeklinde yorumlamışlardı.

Kisra'nın sarayı yıkıldı

Gazneli ve Osmanlı hanedan köklerinin her ikisinin de Kayı boyuna mensup olduğu düşünüldüğünde rüya hadiselerinin bir kayı kültü olabileceği de akıllara gelmektedir. Hatta Oğuzların menkıbevi hükümdarlarından da bahseden tarihçi Reşidüddin tarihinde de karından çıkan ağacın tüm dünyayı sarması tasviri yer almaktadır. Bunun yanında Kuran-ı Kerim'e gösterilen saygının bir soyu istikbale kavuşturması da yine çok öncelere dayanır. Selçukluların büyük ceddi olarak kabul edilen Lokman da yedi Kuran nüshasına gösterdiği saygı ve hürmetten ötürü gece rüyasında Hz. Peygamber'i (sas) görme ayrıcalığıyla şereflendirilmiş ve Kuran'a gösterdiği hürmetten dolayı kendisi ve evladının dünya ve ahirette izzet ve devlete sahip olacakları müjdelenmiştir.

İstikbali gösteren meşhur bir rüya da Hz. Peygamber'in (sas) doğduğu gece Fars hükümdarı Kisra'nın baş kadısının gördüğü rüyadır. Kadı o gece uykusunda azametli bir devenin sürülerle Arap atını önüne katarak Dicle ve Fırat nehirlerini kat ettiğini ve İran topraklarına yayıldığını görür. Sarayının 14 burcunun yıkıldığı, Farsların binlerce yıldır sönmeyen kutsal ateşinin söndüğü güne denk gelen bu rüyadan hayli etkilenen Kisra'nın rüyası dönemin erbabınca Arap beldelerinde önemli hareketlenmelerin olacağı ve Kisra'nın devletini de etkileyeceği şeklinde yorumlanır. Nitekim Hz. Peygamber'in zuhurunun üzerinden bir asır bile geçmeden İslam ordusu İran'ı alıp Kisra'nın devletine son verir.

Hz. Yusuf kıssasında olduğu gibi rüya tabiri eski medeniyetlerden itibaren gelecekten de haber verebilen önemli bir işaret sayılmıştır. Bunun yanında gök cisimlerinden gelecekte olacakları bildirdiklerine inanılan kâhinler İslam sonrası dönemde de müneccim olarak kendilerine saygın bir yer edinmiştir. Müneccimler Emevi, Abbasi, Osmanlı ve Safevi saraylarında saygı ve itibar kazanmıştır. Osmanlı sarayında başta saray tabiplerine bağlı bir memuriyet olan müneccimlik özellikle 18 ve 19'uncu yüzyıllarda başlı başına büyük bir memuriyet halini almıştır. Müneccimler arasında bundan güç devşirmeye çalışan Hüseyin Efendi gibi adamlar olduğu gibi Takiyüddin Raşid gibi büyük astronomlar da bulunmaktaydı. Özetle insanoğlunun geleceğe olan ilgi ve merakı onu gök cisimleri üzerinden önceden bilme çabasına da sokmuştur. Ancak irfani geleneğin bir parçası olan rüyalarda durum çok daha farklı olarak kendini göstermiş, ilahî kudretin erenler üzerindeki bir yansıması olarak görülmüştür.

BİZE ULAŞIN