Hüsrev Hatemi: Çocuk konusu çocuk oyuncağı değil

Çocuk konusu çocuk oyuncağı değil
Giriş Tarihi: 12.12.2017 17:19 Son Güncelleme: 12.12.2017 17:19
“Birader sen aşkı hafife aldın, Aşk çocuk oyuncağı değil”

Bir divan şairimizin ilginç bir dizesi var: "Aşkı birader eyledin oğlan oyuncağı" diyor. "Birader sen aşkı hafife aldın. Aşk çocuk oyuncağı değil" anlamında. Gerçekten, aşk da, çocuk konusu da, çocuk oyuncağı sayılamaz.

Bir kedi yavrusu, bir kuş yavrusu görsem, hemen aynı düşünceler beynime üşüşür. Derim ki kendi kendime; "Bu yavruların ne hekimi var ne de anneleri yavrularını büyütme eğitimi almış. Çoğu mikropla dolu çöplükler yakınında doğuyor. Beslenmeleri de yeni doğum yaptığı halde, doğum izni alamamış anne kedinin beslenmesine bağlı." Yalnız başka cinsten olan düşmanların saldırısına değil, bazen de erkek kedilerin saldırısına uğrayabiliyorlar. Kuş yavruları hiç olmazsa bir de baba ilgisi görüyorlar. O halde çok eski çağlara gidersek, çocuklar ne haldeydi acaba? Kedinin kendi plasentasını yediği malum. Kolayca içgüdü deyip geçiyoruz. Haydi bu içgüdü olsun fakat insan olan annelere, göbek kordonunun bağlanma gereğini kim öğretti? Pediatri diye bir bilim (yahut hekimlik) dalı yoktu. Kaçıncı ayda çocuğun emzirme yanında, büyüklerin yiyeceklerinden yemeğe başlayabileceklerini kim öğretti? İlk insanlara bunlar vahiyle mi öğretildi? Rahatlatıcı bir izah... Kuran'da Allah'ın bal arısına vahyettiğinden de bahsedildiğine göre, inanabiliriz buna. Ben inanmak istiyor ve inanıyorum. Beni bu düşüncelere yönelten, sadece insanlık tarihinin karanlık çağları. Sonraki çağlarda, Asur, Eski Mısır, Sümer, Hitit, Eski Yunan, Roma, Hint ve Çin medeniyetleri çağında artık çocuk doğunca neler yapılacağı da biliniyordu.

Tarih çağlarında, çocukların yetişmesine, eğitim ve öğrenimine harcanan emekler, bugün hayal edildiği kadar ilkel değildi. Sümer okullarından günümüze; çivi yazısıyla yazılmış, sonra da öğretmenler tarafından fırında pişirilip saklanmış, yüzlerce öğrenci ödevi tabletleri kalmıştır. Sadece bu tabletlerin tanıklığı bile, yazının icadından sonra başlayan tarih çağlarında, çocukların yetişmesine ve eğitimine verilen önemi gösterir.

Eski Yunan'da eğitim

Alfabeye dayanan yazı, eski Yunan dünyasına M.Ö 800 yılında geldi fakat okulların varlığına ait kanıtlar daha sonraki tarihlere aittir (M.Ö 5'inci yüzyıl). Atina'da çocuklara aritmetik ve okuma-yazma öğretilirken, Sparta'da beden eğitimi ve savaşçılık eğitimi ön planda idi. Bunun yanında okuma-yazma ve müzik eğitimi de veriliyordu. Temel eğitim, Atina'da yedi yaşında başlardı. İlkokul öğretmenlerinin adı "grammatis", çocukları okula götürüp getirenlerin adı "pedagogos" idi. M.Ö 4'üncü yüzyılda, temel eğitim bittikten sonra gidilen lykeion (lise) eğitimi ortaya çıktı.

İslam'da çocuk

İslam dininden önce Araplarda da okuma yazma ve edebiyat öğretimi vardı fakat İran'da eğitim sistemi Araplara göre daha önce yerleşmiş olduğundan, İran'ın fethinden sonra İslami eğitim daha fazla okullaştı. Özel dersin yerini "medrese eğitimi" aldı.

Şirazlı Şeyh Sa'di'nin Gülistan ve Bûstan adlı eserlerinde, ara sıra anlattığı hatıralarından, 13'üncü yüzyıl İran'ında çocukların devam ettiği okullardan bahsedilir. İran, Mısır, Roma medeniyetlerini birbiriyle tanıştırarak, Makedonya'dan Çin sınırlarına kadar, ilerde "Akdeniz medeniyeti" ortak adını alacak medeniyetin temeli Makedonyalı İskender'in ölümünden sonra kurulan Hellenistik dönemde atılmıştır. Pierre Léveque, Hellenistik Dünya adlı eserinde; "Asırlar boyu birbirini görmezden gelen Grek ve Hint medeniyetleri arasında, Hellenizm çağında birbirine yaklaşma görüldü" demektedir. Batı dünyasını Doğu'ya yaklaştıran üç tarihî olaydan biri Hellenistik devletlerdir. İkincisi, Hıristiyanlığın Anadolu'da yayılması, üçüncüsü ise İslam dinidir.

Çocuk ağıtları

Selçuklularda temel eğitim, din farkı ile Avrupa'ya çok yakındır. Ancak 15'inci yüzyılda başlayan "Rönesans", İslam dünyası ile Avrupa'nın eğitim ve bilimini yine mesafeli duruma getirmiştir. Duygusal alanda fazla değişiklik yoktur. Ortaçağın, yeniçağın ve yakınçağın Batı ülkeleri, kendi çocuklarını aynı derecede sever. Kendi çocuklarının kaybına üzüldüğüne yakın derecede, başka çocukların ölümüne de üzülür.

Tevrat'ta bize Ali Ufki Bey tarafından çevrilen bir ağıt vardır:
"Rama'da bir haykırış duyuldu
Ağlayış ve çok figan
Çocuklarına ağlayan Raşel
Teselli edilmek istemez
Çünkü yok artık çocukları"

Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da şehit edilen en küçük oğlu Ali Asgar için söylenen ağıtlar da yüzyıllardan beri, duygulu Müslümanları ağlatmaktadır. Ayrıca Fransa'nın büyük şair ve yazarı Victor Hugo da küçük yaşta ölen kız torunu için etkileyici bir ağıt yazmıştır. Torunu ile yürüyüşlerde sokakta yoksul bir kişi görünce, torununun para isteyerek sessizce o adama verdiğini ve buna yapmakla eve çok neşeli döndüğünü anlatır.

"Masum düşüncelerle dolu küçük
meleğim
Eve neşeli dönerdi her defasında
Bütün bunlar gelip geçti ama
Bir soluk gibi ya da rüzgâr gibi"

Tanzimat döneminin ilk edebiyatçılarından sayılan Âkif Paşa'nın kız torunu için yazdığı da yürek burkan şiirlerdendir. "Tıfl-ı nâzeninin unutma seni" dizesi ile başlar, bestelenmiştir. Çocukların hepsiyle ilgilenen ve feminizm gibi toplumsal konularda da şiir yazmış olan Tevfik Fikret de bir şiirinde yersiz yurtsuz, sokakta yaşayan çocuklara hitap eder.

"Ey kimsesiz âvare çocuklar
Hele sizler, hele sizler"

Himâye-i Etfal Kurumu (Çocuk Esirgeme Kurumu) özellikle cumhuriyet döneminde yararlı olmağa başlamıştır. Hayatını bu kuruma adayan Nakiye Elgün Hanım'ı da burada rahmet dileklerimle anmak isterim.

Çocuk hekimi olan rahmetli Ceyhun Atuf Kansu'nun Kızamık Ağıdı adlı şiir kitabında, çok etkileyici şiirler yer alır. Anadolu köylerinde, ölürken portakal isteyen ve hem ulaşım şartları hem mevsim uyumsuzluğu sebebiyle bu istekleri yerine getirilmeyen çocukların, anne ve babaların içinde bıraktığı acıyı anlatır.

Yunus Emre, gençlerin ölümünü daha sararmamış (gök-yeşil) renkteki ekininin biçilmesine benzetir. "Bu dünyada bir nesneye yanar içim, göynür özüm/Yiğit iken ölenlere, gök ekini biçmiş gibi" der Yunus. Gençlerin ölümü yeşil ekinin biçilmesine benzer, fakat çocukların ölümü yeni filizlenmiş ekinin biçilmesidir.

Ceyhun Atuf Kansu, portakal hasreti çeken çocukların ölümünden yıkılmış olarak Kızamık Ağıdı şiirlerini yazmıştı. Benzer acıları ben de suya düşüp boğulan çocukların haberini alınca duyuyorum. Ayrıca 2000'li yıllarda içimi acıtan bir olayı da gazeteden öğrendim. Küçük kızı hastalanmışken işsiz olan bir baba, kızının istediği "Cindy" bebeği alamamış ve bunu gazete muhabirine anlatmıştı.

Mülteci çocukların, büyüklerle birlikte denizde boğulma haberleri de özellikle 2016 yılını ağlama eşiğinde geçirmemize sebep oldu. 2016 yılının hemen her günü, Nazım Hikmet'in; "Çocuklar ölmesin şeker de yiyebilsinler" temennisini hatırlatan bir yıl oldu. İnsanlığın bir arpa boyu ilerlemediğini bu olaylar her gün bize anlattı.

"Hastalıktan ölen çocuklar için 21'inci yüzyıl başlarında yazdığım bir şiiri buraya almak istedim. Henüz mülteci sorunu yoktu.

Kasırga vurgunu çocuklar
Yeşil fısıltılı yapraklar,
Sarı ve hışırtılı artık,
Kalplerin şarkıları vardı, dönüştü
Sürtünme seslerine;
Gıcırtıyla açılmakta artık
Ruh kapıları birbirine
Sürsün mü bu rüzgâr sürsün mü
Yürekleri kırıldı çocukların
Kızamık, açlık ve tiner bozkırında
Açılmış kır çiçekleri kırgın
Portakal özlemine eski çocukların
Cindy bebek ve ekmek özlemi
Eklenerek Ceyhun Atuf çocukları
Ardarda ölüyorlar yine
Sürsün mü bu rüzgâr sürsün mü?
Kente girsin mi bu rüzgâr?
Odun pazarından yukarı…
Dağıldık, dağlar ardına savrulduk
Ayrılık dağladı kalplerimizi
Ney seslerinden örülmüş
Ses hasırlarının çürüdüğü
Yıkık Mevlevihâne önünde
Semâya başlasın mı bu rüzgâr
Ne odun pazarını ne çarşıyı
Ne sebilleri korumaya gücüm var
Çocukları uyumaya götürün
Ve örtün sıkıca üzerlerini
Kasırga oldu rüzgâr işte şimdi
Beni bırakın unutun beni
Siz denizi seyredin kurşuni
Ve üzerinde bol çığlıklı kuşların
Uzaklaşıp yaklaştığı denizi
Aylar geçip de bu rüzgâr
Sonunda şehri terkedince
Gamsız bir türkü tutturun
Çocuklara bu günleri unutturun
Aramayın beni, bir bâziçeydim
Veyâ düşünün ki heyelânın örttüğü
Yok olmuş bir bahçeydim."

* M.C. Howatson (Editör): Oxford Antik Çağ Sözlüğü (Çeviri: Faruk Ersöz) Kitap Yayınevi, İstanbul, 2013

BİZE ULAŞIN