Sultan Işık: Birleşmiş Milletler ne için birleşmiş?

Birleşmiş Milletler ne için birleşmiş?
Giriş Tarihi: 31.3.2015 17:39 Son Güncelleme: 17.4.2015 10:14
Sultan Işık SAYI:12Nisan 2015
Teoride var olanla pratiğin genelde birbiriyle uyuşmadığını düşünürsek BM'nin de olduğunu sandığını şeyle yaptığı şeyin farklı olması bizi çok da şaşırtmamalı aslında. Mart ayı, Dünya Kadınlar Günü'nü de içinde barındırdığı için, Türkiye de dâhil olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde ağırlıklı olarak kadının konuşulduğu bir ay oldu. Her yıl düzenli olarak etkinliklerin yapıldığı Birleşmiş Milletler'de de, bu yıl yine Uluslararası Kadın Günü'ne bağlı olarak 8-20 Mart arası düzenlenen ve içinde birçok oturumun yer aldığı toplantılardan oluşan bir program gerçekleştirildi. Eğer BM toplantılarına ilk katılımınız değilse, bir şeylerin her yıl tekrarlardan ibaret olduğunu anlamanız çok da zor değil. Bu yıl ikincisine katıldığım BM Kadın Günü toplantıları aslında dünyanın neden 'beş' ten büyük olması gerektiğini de insanın âdeta gözüne sokuyor.

BM'nin İkinci Dünya Savaşı'nda galip gelen ülkeler tarafından kurulduğu birçok kişinin haiz olduğu bir bilgidir. Kurulduğu tarihte üye sayısı 51 olan birlik, şu an 193 üye ile varlığını devam ettirmekte. BM, kendi amaçlarını kısaca dört maddede özetliyor:

- Uluslararası barış ve güvenliği sağlamak.

- Uluslararasında dostça ilişkiler geliştirmek.

- Uluslararası problemleri çözmekte ve insan hakları fikrinin desteklenmesinde iş birliği yapmak.

- Ulusların eylemlerinde uyumu sağlayıcı merkez olmak.

BM'nin içerisinde yer alan BM Güvenlik Konseyi, uluslararası müdahalede bulunma, ambargo uygulama ve barış gücü sağlama gibi hayati mevzuların tamamında BM içindeki son karar organı olması hasebiyle birliğin en önemli bölümünü oluşturuyor. 15 üyeden oluşan güvenlik konseyinin iki yıllığına seçilen 10 geçici ve hiç değişmeyen beş esas üyesi var. Bunlar; ABD, Birleşik Krallık, Çin, Fransa ve Rusya. Bu yapıdaki en ilginç taraf ise; bir kararın kabulü için dokuz oy yeterken, asıl üye olarak nitelenen beş üyeden herhangi birinin, bir kararı veto etmesi halinde kararın tartışılmadan reddedilmesi. Diğer 10 üyenin ise veto hakkı yok ve bunlar esas üyelerin almış olduğu her karara uymak zorundalar.

Her ne kadar kendini kanun koyucu olarak tanımlamasa da dünya üzerindeki kabulü, itibarı ve tabii ki maddi gücü ile BM'nin bir yaptırım gücü bulunuyor. Tüm dünyada barış ve adalet sağlayıcı olarak görevini yaparken de temelde asıl olan beş ülkenin kararına ve insafına bırakıyor son sözü. Yine kendi sayfalarındaki açıklamada; 'Uluslararası barış ve güvenlik ne zaman mevzubahis olursa buralara bir şekilde müdahil olma hakkının BM Güvenlik Konseyi'nde olduğu'nu da belirtmişler.

Buraya kadarki kısa açıklamayla BM'nin kendisini nasıl tanımladığını görmüş olduk. Teoride var olanla pratiğin genelde birbiri ile uyuşmadığını düşünürsek BM'nin de olduğunu sandığı şeyle yaptığı şeyin farklı olması bizi çok da şaşırtmamalı aslında. Hatta BM, bu anlamda bunun en güzel örneklerinden birini temsil ediyor.

Organizasyon bozukluklarından önce içerikten, yapılan programların konu olarak dağılımından ve öne çıkan konulardan bahsetmek, toplantıyı anlamak açısından önemli. Uluslararası Kadınlar Günü'ne özel yapılan toplantılarda bu yıl yine her türlü ekonomik, sosyal, psikolojik ve uluslararası konseptlerde kadın meseleleri tartışılırken Suriye mültecileri özelinde yapılan tek bir toplantının olmaması, 'Dünya barışı ve güvenliği, acaba dünyanın hangi kısmını, hangi etnik ve dinî gruplarını kapsıyor?' sorusunu getiriyor insanın aklına. Ayrıca dört yıldır süregelen Suriye'deki iç savaşın barışı ve güvenliği yeterince bozmadığını da düşünebiliriz elbette. Ya da buradaki savaş mağduru kadınlar BM'nin yardımına mazhar olmak için gereken kriterleri taşımıyor da olabilirler…

Kadının ekonomik, siyasi, sosyolojik ve psikolojik durumlarının işlendiği toplantıların yanında bu yıl 'sanal zorbalık' (cyber bullying) da birden fazla oturumun tartışma konusuydu. İnternet üzerinden yapılan tehditler yüzünden hayatına son veren kızların konu edildiği, internetle birlikte hayatımıza giren yeni şiddet şekillerinin ve sonuçlarının tartışıldığı birden fazla toplantı vardı. İçeriği ve çağımızda hızla artan etki alanı itibari ile önemli bir konu olsa dahi milyonların öldüğü bir savaşın mağduru olan kadınlardan hiçbir şekilde bahsedilmediği halde mezkûr konunun birden çok oturuma konu edilmiş olması, hatta işin içine büyük bilgisayar firmalarının da katılması, dünyada sağlanması gereken barış ve istikrarın, dünyanın ancak belirli bölgelerini kapsayan bir şey olduğunu gösteriyor gibiydi.

Özellikle Batılı kadın örgütlerinin, her yıl en az bir tane görebileceğiniz genellikle Ortadoğu ya da Afrika gibi bölgelerden kurtarılıp getirilen ve 'örnek kadın' olarak her toplantıya götürdükleri kız çocukları var. Toplantıya ilk katıldığınızda herkesin bu durumu ne kadar içselleştirmiş ve bu performansın ne kadar kabul görmüş olduğunu fark ettiğinizde çok şaşırabilirsiniz. Fakat toplantılara her yıl katıldığınızda aslında bunun bu toplantıların ayrılmaz bir parçası olduğunu da hemen fark edersiniz. Bu yılın örneği ise bir Afrika ülkesinden getirilmiş 15 yaşındaki bir kız çocuğu idi. En az 30 yaşındaki bir kadın olgunluğunda kendi bölgesindeki erken evlilikleri ve kaçışını anlatıyordu. Onu izlerken aklınıza birden 15 yaşındaki bir çocuğu koca bir ülkenin ya da kıtanın kurtarılmış bölgesi ilan edip bunun timsali olmasını beklemek ve bunun için ülke ülke gezdirmek, ne kadar kendi tercihi olabilir diye bir soru geliyor. Elbette kaçtığı zoraki evlilikten ya da küçük yaştaki eş olma durumundan daha tercih edilir bir durumdu sahip olduğu. Ama bir kölelikten kaçarken farklı bir kölelik değil miydi bu yaşadığı? Kurtarılmış bölge olarak beyaz Avrupalının bir başarı ödülü şeklinde toplantıdan toplantıya taşınması ona ne kadar özgürlük alanı tanıyordu ki? Ya da bir yönü ile kötü olan kendi kültürüne ait iyi bir şeyler söylemek istediğinde yine bu beyaz kurtarıcı erk kendisine bu fırsatı verecek miydi acaba?

Bundan daha ilginci ise; geçen yıl Libya'dan gelen bir kadın derneği başkanının, Danimarkalı ikiz sportmen kız kardeşleri üçüncü dünya ülkelerine başarı ve azmin temsilcisi olarak götürdüklerini anlatması ve bu kızları BM toplantısına da aynı sebeplerden ötürü konuşmacı olarak getirmiş olmasıydı. Danimarka, zorunlu eğitimin dışında spor, dans, televizyon, resim ve benzeri faaliyetlerin de hayat boyu öğrenme adı altında okul dışında da verildiği bir ülke. Dolayısıyla bu kadar imkânın ücretsiz ve herkese açık olarak verildiği bir ülkede tam olarak hangi engelleri aşmış olduklarını ve neyin başarısı olarak örnek teşkil etmeleri gerektiğine pek vakıf olamadık. Bu kızların Ortadoğu ya da Afrika'da tam olarak neyin temsili olacaklarını anlamak pek mümkün değil sanırım. En fazla, ilerlemiş Batı'nın başarılı kızları olarak özendirici birer örnek olmaları hasebi ile götürülebilirlerdi ki bunun da bölge kızlarına ne gibi faydası olacağı esaslı bir merak konusu…

İsveç'in başkanlığında yapılan ve ülkenin Sağlık ve Sosyal İşler Bakanı Asa Regner'in de konuşmacı olarak katıldığı bir başka toplantıda ise, Regner kendilerinin ilk feminist hükümet olduklarını ve bununla gurur duyduklarını söyledi. Konuşmanın ardından salondan yükselen alkış sağanağı kendinizi bir an için 'titan saadet zinciri'nde hissetmenize sebep olabilecek cinstendi. İsveç örnek, ideal, beklenen ve özlenen devletti! Ta ki soru cevap kısmına geçene kadar. Yine aynı ülkede yaşayan ve azınlıklarla çalışan bir kadın örgütü temsilcisinin ülkedeki azınlıklar arasında artan çok eşliliğin önüne geçilemediğini söylemesi ve bunun için bir çözüm talebinde bulunmasına rağmen bakanın bu soruya verecek bir cevabı yoktu. Çünkü azınlıkların ülkedeki varlığı kadar nasıl yaşadıkları da onları ilgilendirmiyordu. Gerçek hayatta olanı yok saydığı gibi çözüm üretimi noktasında da yok saymayı seçiyordu hükümet. Önemli olan tüm ülkenin refahı değil yerlilerin ve çoğunluğun istediği idi. Azınlıklar görmezden gelinebilirdi. Hâlbuki en son Fransa'da da Charlie Hebdo olayı varoşlara atılan, unutulan ve çoğu kez görmezden gelinen azınlıkların uzun vadede ülkenin kendi teröristlerini üretebildiğini göstermişti. Bu olay, ülke sınırları bağlamında güvenlik önlemleri ileri derecede artırılsa dahi yine de bazı zamanlar güvenliği sağlamanın mümkün olamayabileceğini örnekler cinstendi.

İçerikler, konular ve sunumların dışında bir de organizasyon bozukluğu mevcuttu ki her yıl yapılan bir toplantıda her defasında aynı şeylerin zuhur ediyor oluşu şaşkınlık yaratıyor. Birçok oda yetersiz ve yerlerde oturmak işten bile değil. Hatta girişe yakın oturmanıza izin vermeyen görevli sizi yerinizden kaldırıp alan göstermediği için toplantıyı bırakıp çıkmak zorunda bile kalabilirsiniz, ki bunu yapanlar oldu. Son anda yer değişikliği olduğunda bunun ilan edilmemesi, hatta kapıya bir uyarı konulmaması birçok insanın boşuna kapıda beklemesine ve başka toplantıları kaçırmasına da neden oldu. Toplantıya ilk defa katılan arkadaşım bu duruma isyan edince bir başka katılımcıdan "BM'ye hoş geldin!" gibi naif bir uyarı da almış. Toplantı her yıl yapılmasına, neredeyse akşam sekize kadar programların devam etmesine ve yakında yemek yiyecek başka yerler de olmamasına rağmen saat dört gibi yiyecek içecek biter ve beş olmadan kantin kapanma durumuna gelir. Ve bu toplantılar her yıl düzenli olarak yapılır, katılımcı sayısı artık aşağı yukarı tahmin edilir. Buna rağmen herkesin bu durumu kabullenişi ve düzeltilmesi için talepte bile bulunmaması bir değişikliğe ya da iyileştirmeye gidilmeyeceğini gösteriyor.

Burada can sıkan birden çok durum var. Birincisi; salon küçüklükleri ve dizaynlarından ötürü oraya belirli programlar için geldiyseniz birçoğundan mahrum kalabilirsiniz. Çünkü bir toplantıdan çıkıp ötekine gidene kadar salon dolmuş olabilir. İkincisi; bu kadar büyük bir organizasyonda bu kadar büyük bir yapının eksikliğinin artık kabullenilmiş ve alışılagelmiş olması. Şurası bir gerçek ki bu eksikler ABD'de değil de bir üçüncü dünya ülkesinde olsa az gelişmişliğine, moderniteden yoksunluğuna ve fakirliğine yorulur ardından da çok kolayca eleştirilir hatta hor görülürdü. Ama mevzu BM ve ABD olunca herkes paşa paşa yerlere de oturur aç kaldığında ya da tüm kantin işlevsiz hale geldiğinde bu ne geri kalmışlık ne boş vermişlik diye isyan da etmez. Çünkü orası BM'dir ve BM tüm dünyayı kurtarmak gibi daha ciddi işler ile meşguldür!
BİZE ULAŞIN