Ayşe Kaya Göktepe: DOĞU’NUN GÖBEĞİNDE BATILI BEYAZIN TERAP ODASINDA NE IŞI VAR?

DOĞU’NUN GÖBEĞİNDE BATILI BEYAZIN TERAP ODASINDA NE IŞI VAR?
Giriş Tarihi: 5.2.2024 11:41 Son Güncelleme: 5.2.2024 11:41
Nasıl ki psikoloji alanı bilim olarak kendini ispatlayabilmek için insan ruhunu zihne ve onun görünen bölümü olarak davranışa indirgemek zorunda kalmışsa, Doğu’da yaşayan “öteki” de tanınmak ve bilimsel olabilmek için batılı insanın zihin dünyası üzerinden kendini açıklamaya mecbur bırakılmıştır.

Bu yazının hikâyesi Müslüman Psikologların Çıkmazı kitabıyla karşılaştığım gün başladı diyebilirim. İslami Psikoloji yaklaşımının kurucusu Prof. Dr. Malik Bedri mezkûr eserinde içinde bulunduğumuz bu çıkmazı "kertenkele deliğindeki Müslümanlar" nitelemesiyle Peygamberimizin meşhur hadis-i şerifine bir gönderme yaparak tanımlar. Kertenkele deliğinde sıkışan Müslüman psikologların Batı literatüründe yer alan çalışmaları körü körüne sorgulamadan
Doğu toplumundaki insanlara uygulamasının yetersiz ve eksik olduğunu öne sürerek başladığı kitabında, Batı'daki insanlar üzerinde sınanarak geliştirilmiş ölçek ve psikoterapi yaklaşımlarının doğrudan Doğu toplumuna uygulanmasının bilimsel ilkelere de aykırılığını ifade eder.

Nitekim bugün bir psikolojik test geliştirip uyguladığımızda kişilerin verdiği cevapların arasında tutarlılık olmasını bekleriz ve ölçek maddelerinin içeriği doğru ölçebildiğine emin olmak için bir dizi istatistik testine tabi tutarız. Hal böyleyken Amerika'da çoğunluğu üniversite öğrencileri üzerinde uygulanarak geliştirilen psikolojik testlerin Türkiye'de ya da Doğu toplumlarında yaşayan bir insanın psikolojisine dair sunacağı veriler elbette çelişkili olacaktır.

Ölçeklerin standardizasyon çalışmalarıyla bu konu bir parça çözülmeye çalışılsa da ölçeğin onu uyguladığımız topluluğun değerlerinden beslenen bir insan modeli üzerine kurgulanması elzemdir. Meşhur Alman yazar Elias Canetti ezbercilikten öteye geçemeyen insanları "zamanlarının büyük çoğunluğunda sessiz, ürkek ve uzağı görebilmek yetisinden yoksun farelere tıpatıp benzer bir yaşam sürdürenler" olarak tanımlar.

Peki, ne oldu da Freud Doğu topraklarında adeta psikoterapinin gurusu ilan edildi? Hatta üretilmediği topraklarda daha güçlü taraftarlarını buldu? Bu durumu anlayabilmek için öncelikle seküler aklın haritasının tarihsel iz düşümünü incelemek gerekiyor.

Bilginin yeni merkezi insan "zihni"

Psikoloji biliminin uzun ancak kısa bir tarihi vardır der Hebbinghaus. Her ne kadar insanın varoluşuyla birlikte psikolojiden bahsetsek de modern psikoloji biliminin kuruluşu 19. yüzyıla tekabül eder ve o da her bilim dalı gibi çağın ruhundan (zeitgeist) nasibini almıştır. Zamanın ruhu o dönemin düşünce biçimi, bilim, sanat ve kültürüne etki eder. 19. yüzyıla baktığımızda meydana gelen değişimler reform ve Rönesans sonrası kilisenin gücünün azalması, ekonomik gücün el değiştirmesi ve milliyetçilik hareketlerinin artmasının bir sonucudur.

Öte yandan Kopernik'in (1473- 1543) güneş merkezli sistem teorisi, Galile'nin (1564-1642) teleskopu icadı, Newton'un (1642-1661) yerçekimi yasası gibi keşiflerin yanı sıra Alman rasyonalist ve İngiliz empirist düşünürler bilim dünyasının şekillenmesinde büyük rol oynamıştır. Nitekim psikoloji de bir bilim olarak öne çıkmak adına insan zihnini davranışlara indirgeyerek "gözlenen"in peşine düşmüştür. Her ne kadar "gözlenen" ve "objektif" gerçeğin peşine düşse de incelediği insan modelinin epistemolojik ve ontolojik alt yapısı Batı felsefesi üzerine kuruludur.

Kartezyen indirgemeci felsefe üzerine inşa edilen insan modeline göre ruh ve beden iki ayrı entitedir (varlık) ve davranışlar neden-sonuç ilişkisine dayalı determinist bir çerçevede gerçekleşmektedir. Psikoloji biliminde ruh (soul) öncelikle zihne indirgenmiş, daha sonra da zihne dair çıkarım yapabilmek için Wilhelm Wundt 1879 yılında Leipzig'de kurduğu laboratuvarında içebakış yöntemi kullanarak bunun bilimsel temellerini atmıştır. Ruhun bilime konu olurken zihne indirgenmesi "düşünüyorum öyleyse varım" düşüncesi üzerine kurulu Kartezyen felsefenin bir sonucudur. Rönesans ve reform ile bilginin kilisenin tekelinden çıkmasının sonucu olarak bilginin yeni merkezi insan "zihni" olmuştur.

Öte yandan bilginin inanç ile yollarının ayrılmasının felsefi arka planında Kant'ın fenomen ve numen ayrımı yatmaktadır. Ona göre metafizik olan inançlar a priori olup numen alana aitken, fenomenler duyularımızla algılayabildiğimiz mantıkî alanın ve bilimsel kanıta dayalı gözlemlenebilecek
olandır. Bir diğer ifadeyle din, bilimsel alanın dışında kalan a proiri bir bilgidir. Hal böyleyken insanda var olan inanç boyutu da William James'in dinin pragmatik yönüne odaklanıp onu "dini tecrübe" olarak adlandırmasıyla psikoloji biliminin içerisine dahil olmuştur.

Modern psikolojinin kuruluşunda kilit isimler olan Wundt ve James'in yaklaşımları, Batılı felsefi arka planın ve hâkim bilimsel paradigmanın çizdiği insan modelini anlamamız için önemli örneklerdir. John Locke'ın insan zihnini "tabula rasa" (boş levha) olarak gördüğü fikri üzerine inşa edilen davranışçı yaklaşım da psikoloji ve felsefe arasındaki ayrılmaz bağın bir diğer göstergesidir.

Davranışçı terapilerin davranışçı yaklaşımın teorik modelinden türediğini göz önünde bulundurursak bugün terapi odasında kullanılan "maruz bırakma tekniğinin" felsefî arka planında yer alan insan modelinin onu uyguladığımız insanın gerçekliğinden çok Batılı düşünce dünyasının kültürel arka planı üzerine inşa edildiğini (evrensel olmadığını) aklımızda bulundurmak gerekir.

Bir psikoloğun terapi sürecinde danışan ile izleyeceği yolu yani formülasyonu belirlemesi için o terapi ekolünün dayandığı teorik modeli bilmesi elzemdir. Ancak burada ortaya çıkan çelişki, formülasyonda yer alanlar danışanın gerçek ihtiyaçları mıdır yoksa bu ihtiyaçları Batılı düşünürlerin oluşturduğu teorik çerçevedeki insana uydurma çabasının ürünü müdür?

Doğu'nun terapi odasının denetleyicisi

Nitekim 20. yüzyılda iki büyük dünya savaşı yaşanmıştır. Marksist sınıf bilincinin çökerek yerini kolektif toplum bilincine bırakması, Sovyet sisteminin totaliter rejime dönmesi, sömürgeciliğin yükselmesi, Almanların Yahudileri katletmesi ve aydınlanma ve modernizenin "ben" ve rasyonaliteye
odaklanarak refaha ulaştıracağı düşüncesinin çökmesinin sonucunda postmodernizm doğmuştur.

Postmodernizme göre gerçek bilgi, zihin ve rasyonalite ile bulunmaz, kişiler arası ilişkilerde konuşulan dil içinde üretilir, dönüşüp değişir. Bu paradigma kayışıyla birlikte "yerel insan modeli" arayışı hasıl olmuştur. Ancak bu sefer de merkezsiz kalan insanı köksüzlük anlam bunalımı
karşılaşmıştır ancak bu anlam krizine bir başka yazıda girmek üzere parantezi kapatıyorum.

Yazının en başında sorduğum "Doğu'nun göbeğinde Batılı beyazın terapi odasında ne işi var?" sorusunu cevaplayabilmek için psikolojinin beslendiği Batılı felsefî arka planı ve onun geçirdiği değişimi bilmek ve anlamak gereklidir. Avrupamerkezcilik anlayışı, Batılı insanın çıkarlarını öncelese de sunduğu paradigmaları evrensel bir fayda üzerine inşa ettiğini iddia eder. Batı kültürüne ait olan müziğe "klasik müzik" demek de diğer milletlere üstünlüğünü evrensel dil üzerinden inşa etmesinin sonucudur.

Nitekim psikoloji teorisyenlerinden meşhur Carl Gustav Jung'un Doğu seyahatlerinden sitayişle bahsedilir. Hatta ötekine de temas eden ve onu anlamaya çalışan bir yerde olması bakımından alanda çalışanlar tarafından takdir edilir. Aslında baktığımızda bu yaklaşım yalnızca ötekinin Batı'ya uydurulma çabasıdır. Nasıl ki psikoloji alanı bilim olarak kendini ispatlayabilmek için insan ruhunu zihne ve onun görünen bölümü olarak davranışa indirgemek zorunda kalmışsa, Doğu'da yaşayan "öteki" de tanınmak ve bilimsel olabilmek için Batılı insanın zihin dünyası üzerinden kendini açıklamaya mecbur bırakılmıştır.

Postmodernizm ile "Kime göre ve neye göre?" soruları ortaya çıksa da bağlamı belirleyen yine Batı düşüncesi olmuştur ve mesleki grupların tanınırlığı da yine yurtdışındaki komiteler tarafından gerçekleştirilmektedir. Yetkiyi veren merci de elbette kuralları yerine getirildiğinde ötekini tanımaktadır ve hal böyle olunca Doğu'nun göbeğinde Batılı beyazı terapi odasında bulmak işten bile değildir.

Bu durum da maalesef Avrupa onaylı terapist olabilmek için yıllarca emek vermeyle sonuçlanmaktadır. Mevcut durum, Batılı beyazı doğunun terapi odasının denetleyicisi kılmaktadır ve bu süreç terapistler açısından da bir o kadar yorucudur. Topyekûn bir yok saymanın çözümsüz olduğu gerçeğini akılda tutarak "yerel insan modeli" üzerine kurulu bir psikoterapi yaklaşımı geliştirmeye duyulan ihtiyaç apaçık ortadadır. Bunu gerçekleştirmek zor görünebilir ancak imkânsız değildir.

DİPNOTLAR
1. Canetti, E. (2017). Körleşme (4. Baskı) A. Cemal (Çev.), Sel. s. 29.
2. Düzgüner, S. (2013). "Ruh-Beden ve İnsan-Aşkın Varlık İlişkisine Yönelik Psikolojik Yaklaşımın Tarihi Serüveni", Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 45, 253-284.
3. Kenny, A. (2011). Modern felsefenin yükselişi. V. Uzundağ (Çev.), Küre, s. 331.
4. Arkonaç, S. (2008). Psikolojide insan modelleri ve yerel insan modelimiz, Nobel.
5. Özay, M. (2017). Üçüncü Dünyanın batılılaştırılması, Ekonomik Kalkınma teorilerinin Avrupamerkezciliği, Açılım Kitap, s. 29

BİZE ULAŞIN