Ahmet Kavas: AFRİKA’DAKİ DARBELERİN AYAK SESLERİ

AFRİKA’DAKİ DARBELERİN AYAK SESLERİ
Giriş Tarihi: 10.11.2023 15:12 Son Güncelleme: 13.11.2023 12:33
Ahmet Kavas SAYI:105
Teknolojinin bilhassa gelişmiş ülkelerin mevcut zenginliklerine ne tür yeni değerler kattığını bilmeden dikkatlerin Afrika’da sadece askerler idareyi ele geçirdi şeklindeki basit cümlelerle geçiştirilmesi gerçekte neler olduğunu gizlemekten başka bir şey değildir.

Afrika'da 2010'lu yıllarda yaşanan ve büyük bir kısmı mevcut devlet düzenlerini yıkan askeri darbelerin neden yapıldığını kavramakta zorlanıyoruz. Aslında her birinin ayak sesleri yakından, çoğu zaman ise uzak duyuluyor gibiydi. Fakirliğin, yoksulluğun, hileli seçimlerin, göstermelik veya susturulan muhalefetin, bir türlü kalkınamamanın, hatta Avustralya dâhil dünyanın bir ucundaki birçok ülkenin iştahını kabartan her yeni yeraltı kaynağının bu kıtadaki ülkelerin kaderine etkisi yadsınamaz.

Sömürgecilik deyince ilk akla gelen ve dünyanın herhangi bir tarafında yaşanmış bu yıkıcı uygulamanın tahribatını en ağır yaşayan Afrika oldu. Küresel düzenin en fazla zararını görenler de yine bu devasa coğrafyadaki ülkeler. Her iki emperyal düzenden aşırı istifade edenlerin yanında sahip bulundukları nice kıymetli değerlerini kaybedenler arasında ise Afrikalılar başı çekiyorlar.

Bu genel algının 21. yüzyılda yıkılmaya başladığını düşünürken Mali ile 2012'de başlayan 2020'de tekrarlanan, Mısır ile 2013'te devam eden, 2019'da Sudan'da, 2021'de Burkina Faso'da, 2022'de Gine'de, 2023'te ise önce Nijer'de ardından da Gabon'da olmak üzere 6 ülkede - bazen Nijer'deki gibi - birkaç yıllık iktidarlar devrilirken, bir kısmında ise neredeyse yarım asrı geçenler arasında Gabon'da olduğu gibi yıkılanlar var.

Avrupalı sömürgeci devletlerin 1800'lü yılların ortalarına kadar özellikle Batı ve Doğu Afrika sahillerinde kurdukları ticaret tezgâhları ve zamanla benimsedikleri yerleşim yerleri bir dönem geldi artık onları tatmin etmemeye başladı. Seyyahlar, misyonerler, başta jeoloji alanında araştırma bahanesiyle yola çıkanlar ve askerler kıtanın içlerinde adım atmadık yer bırakmadılar. Bunların özellikle Fransa, İngiltere, Portekiz, İspanya, Almanya, İtalya ve Belçika devletlerine aktardıkları bilgiler gece gündüz devlet kurumları veya meraklıları tarafından büyük titizliklerle incelendiler, yüzlerce kitaba ve sayısız raporlara dönüştüler. Farklı ortamlarda sözlü olarak ifade edilen sahiplenmelerin yerini fiili anlamda işgallerin alması kaçınılmaz hale geldi.

Devasa coğrafya 18. yüzyılın ortalarından sonra adeta çizilen haritalarla parsellendi ve 1885 yılı başında Afrika'nın paylaşılmasını masaya yatıran Berlin Konferansı ile herkesin bir Afrika'sı ortaya çıkarıldı: Fransız Afrika'sı, İngiliz Afrika'sı, Portekiz Afrika'sı gibi. Fransa kıta içinde tek başına 25 bin km sınırı Paris'te çizerken, İngiltere de Londra'da 21 bin km sınırı belirleyerek onu yakından takip etti ve toplam 85 bin km kara sınırı böylece kağıt üzerinde belirlendi. Ne var ki söz konusu topraklardan hiç kimsenin görüşüne başvurulmadan alınan bu üstünkörü kararların acısını Afrikalılar bugüne kadar çektiler. Günümüzde dahi süren mevcut binlerce sınır meselesi yüzünden bunların kolay halledilmeleri zor görünüyor. Kıtadaki gelişmeleri yakından takip edenler hassaten askeri darbelere dayalı her yeni değişim anında bu konuya mutlaka atıfta bulunuyorlar.

Fransız faktörü, Fransa bağlantısı

Libya'da 1969'da askeri bir darbeyle iktidara gelen ve 2011'e kadar 42 yıl boyunca ülkesini dünyada benzeri görülmeyen kendine has bir idareyle yöneten Muammer Kaddafi'nin öldürülmesi bir anlamda Afrika'da güncel darbelerin önünü açtı. . Özellikle 2002 yılında Afrika Birliği Teşkilatı isimli tüm kıtayı bir çatı altında toplayan yapının adını Avrupa Birliği'ne benzeterek Afrika Birliği'ne çevirmesi, geçmiş yıllarda SİNSAD isimli ayrı bir yapılanma ile onlarca ülkeyi bir araya getirmesi, birçoğunda büyük oteller, okullar, hastaneler, camiler, kültür merkezleri inşa etmesi, 2014 yılı için ise Afrika Para Birliği ve özel parasını tedavüle koyma girişimleri onun devrilmesinde temel sebeplerdir.

Kaddafi'nin bir anda darbeci olduğu ve halkına soykırım uygulayacağı bahanesiyle linç edilerek devrilip öldürülmesiyle aslında Afrika'da tarih yeniden yaşanacak ve yazılacaktı. 2010 yılı Aralık ayında başkent Trablusgarp'ta düzenlenen 3. Afrika Birliği-Avrupa Birliği Zirvesi'ndeki konuşması aslında hem kendisine hem de onunla hareket edenlere karşı yeni bir gelişmenin fitilini ateşlemiş oldu. Şayet mevcut düzen devam ederse Afrika'dan Avrupa'ya doğru çok büyük göç dalgaları yaşanacağı öngörüsü adeta öne alınmış bir film şeridini seyreder gibi geleceği doğru okuyordu. Onun bu öngörüsü maalesef günümüzde birebir yaşanıyor.

Afrika'da her yeni darbenin yaşandığı ülkede eski sömürgeci devletin etkisi de merak edilirse tüm bilgi akışları Fransızlar üzerine odaklanıyor. Fransa'nın hala 14 Afrika ülkesinde tedavülde tuttuğu Batı ve Orta Afrika Frankı isimli para birimi ve ülkelere yabancı sermaye akışındaki meblağların yüzde ellisini Paris Merkez Bankasında tutarak yüzlerce milyar dolarlık kaynağın hesabını kimseye vermemesi bile bu açıdan yeterli sebep teşkil ediyor.

Dahası barış gücü adı altında 15 ülkede asker bulundurması, önce 1986'da Çad'daki iç karılıkta Epervier Operasyonu, Sahra'da Cezayir'i cezalandırmak için 2013'te yerleştirdiği Serval Operasyonu, ondan netice alamayınca bu defa cihatçı oluşumlar denen terör yapılanmalarını yok etmek için ve "Fransa'nın güvenliği Sahel bölgesinde başlıyor" diyerek gerçekleştirdiği Barkan Operasyonu… 2014'te G5 birlikteliğinin merkezini Çad'ın başkenti Encemine'de yerleştirip Nijer, Mali, Moritanya ve Burkina Faso olmak üzere adeta tüm bölgenin güvenliği tek merkezden sağlamayı hedefliyordu. Ancak Fransa bu girişiminde başarısız kalarak 9 Kasım 2021'de çekildi. Buna rağmen Fransız devlet yetkilileri eğer bu operasyonlar olmasaydı şu anda Nijer, Mali ve Burkina Faso'nun terör örgütlerinin eline geçmiş olacağı iddialarını ileri sürüyor ve başarılarından dem vuruyorlar.

Afrika darbelerinin laboratuvarı: Mali

Sömürgecilik sonrası toplamda 220'ye yaklaşan askeri darbenin yaşandığı Afrika ülkeleri arasında Mali'de gerçekleşen darbeler muhtemelen tam bir laboratuvar incelemesi ortamı sağlıyor. Uluslararası ilişkiler alanındaki akademisyenlerin ya da güncel konuların akışını takip eden habercilerin, genel anlamda tüm meraklıların sadece bu ülke üzerine odaklanmaları bile son yıllardaki darbeleri anlama yolunda önemli ipuçları verecektir. Her ne kadar 1990'lı yıllarda Mali Afrika'da demokrasi yolunda beklenen gelişmelerin adımlarının atıldığı ülke olarak örnek gösterilse de bu durum ancak 20 yıl sürdü.

İlk devlet başkanı Modibo Keita'nın 1968'de Musa Traore isimli bir asker tarafından devrilmesiyle başlayan ve 1991 yılına kadar süren 23 yıllık tek adam devri incelenmeye değer. 1991'de ona karşı Amadou Toumani Toure tarafından düzenlenen askeri darbe ile sivil yönetime hızlı bir şekilde geçilmesi ve Toure'nin kendini devlet başkanı tayin etmeyip seçimlerin önünü açması da bu ülke açısından örnek bir tavır olarak gösterildi. Bir tarih profesörü olan Alpha Oumar Konare'nin iki dönem devlet başkanlığının ardından Afrika Birliği Komisyonu başkanı olması ile Mali adı yakın geçmişte yaşadıklarını unutturmuştu.

Amadou Toumani Toure silahla ele geçirdiği idareyi olabilecek en kısa zamanda sivillere devretmenin mükâfatını kendisi de bir sivil olarak girdiği iki seçimde devlet başkanlığına gelerek aldı. Fakat son zamanlarında Fransa ile arasına giren gerginlik yüzünden görevini tamamlamasına bile müsaade edilmedi ve ABD'de sıradan eğitim gören genç subaylarca 8 Nisan 2012'de devrilmeden önce 2002'de ve 2007'de iki defa devlet başkanı seçilmişti. Böylelikle sadece Mali değil belki de kıta genelinde darbelerin önü tekrar açılmış oldu.

Son 6 yılda 17 darbe

Afrika'da son 6 yılda 17 darbe yaşandı, Mısır'da 3 Temmuz 2013 günü Muhammed Mursi'nin idaresi dönemin genelkurmay başkanı Abdülfettah es-Sisi tarafından askeri darbeyle sona erdirildi. Fransız sömürgelerinde darbe yaşandığında o anki gelişmeler mutlaka Fransa ile ilişkilendirilirken, ne Kahire'de, ne de 2019'da Sudan'daki askeri darbeler İngiliz sömürgeciliği ile ilişkilendirilmedi. 1989'da kendisi de askeri darbeyle idareyi ele geçiren ve ardından yapılan her seçimi kazandığı ilan edilen Ömer el-Beşir'in devrilmesi 11 Nisan 2019'da devrilmesi hadisesiyle de hiç ilişkilendirilmedi İngiltere. Oysa Londra'nın bu iki ülkenin gündemini yakından takip etmemesi mümkün değil.

Ne var ki Gine Bissau Devlet Başkanı Umaro Sissoco Embalo'nun 1 Şubat 2002 günü darbeyi püskürtmesi ve görevinde kalması örnek vakıa olarak gösterilmemektedir. Eğer diğerlerinde de benzeri durumlar yaşansa kolay kolay kimse darbeye teşebbüs edemezdi. Ortadoğu'daki tüm dengeleri sarsan, Irak'ta Saddam Hüseyin idaresini yıkan, Suriye'deki iç savaşın fitilini ateşleyen ABD'nin CENTCOM ile Ortadoğu'yu şekillendirirken Afrika'da da AfriCOM ile 2005 yılından itibaren etkili olacağı daha o dönemlerde çok yazılıp gündemde tutuldu. Şimdilerde Afrika'da yaşanan darbelerin anlık gelişmeler olmayıp daha ziyade sahada geleceğe yönelik hazırlıklarını sürdüren devletlerin yereldeki işbirlikçileri tarafından yapılmasının sadece zamanlama meselesinden ibaret olduğu üzerinde pek durulmuyor.

Kıta üç parçaya ayrıldı

Teknolojinin bilhassa gelişmiş ülkelerin mevcut zenginliklerine ne tür yeni değerler kattığını bilmeden dikkatlerin sadece "Afrika'da askerler idareyi ele geçirdi" şeklindeki basit cümlelerle geçiştirilmesi gerçekte neler olduğunu bizden gizlemekten başka bir şey değildir. 2005 yılına kadar Afrika ile ilgili tüm askeri faaliyetlerini Almanya'nın Frankfurt şehrindeki karargâhında yürüten ABD bir anda kıtada neredeyse adından başka özelliği olmayan eski bir Fransız sömürgesi Cibuti'ye taşıdı. Sıradan yapılarda yer alan sefaretlerini devasa binalarla yeniledi. Her alanda kıta ülkelerinde varlık göstermeye başladı.

Cibuti ile Batı Afrika'nın en uç noktasındaki Senegal arasındaki yaklaşık 8 bin km'lik hat ile kıtanın kuzeyi ve güneyi ayrıldı. Bunları birbirinden ayıran Sahel denilen 20 kadar ülkenin ortasından ya da kenarından geçen, yerine göre bazı kısımlarda onlarca km'yi bulan geniş bir koridorla da kıta 3 parçaya ayrıldı. Bu durumun sebepleri arasında bu coğrafyanın başta tahıl ve hayvancılık dâhil gıda ambarı özelliği yatıyor. Bir başka sebep olarak da henüz madencilerce bilinmeyen veya keşfedilse bile hangi coğrafyada ne kadar miktarda bulunduğu fark edilmeyen petrol, doğalgaz yatakları ile altın, lityum gibi zengin madenlerin geleceğinde kimin söz alacağı meselesi yatıyor.

Çin'in 1990'lı yılların başında henüz dikkat çekmeyen Afrika'daki varlığı 2000'li yıllarda büyük hamlelerle göze batmaya başlayınca Avrupalı eski sömürgecilerin önderliğindeki AB üyesi ülkelerin, özellikle ABD ve Kanada'nın, hatta Güney Amerika'da özellikle Brezilya başta olmak üzere birçok ülkenin Afrika'da kendisine saha açma gayretleri de hızlandı. 2005 yılında Afrika Birliği'nin kıtaya yönelecek olanlar için başlattığı "Afrika'ya Açılım Siyaseti" başta Türkiye olmak üzere birçok ülkenin bunu karşılıklı ilişkilerine yansıtması için büyük fırsatlar sundu. Afrikalıların beklentilerine uygun en isabetli hedefleri koyan yegâne ülke Türkiye oldu ve bu durum her geçen sene daha iyi anlaşılıyor.

Darbelerle gelen siyasi hanedanlıklar

Rusya ise Sovyetler Birliği zamanında Afrika siyasetinde her taşın altından bir Rus etkisinin çıktığı ülke konumunu 1990'lı yıllarda kaybetse de 2010'lu yıllarda tekrar sahaya döndü. Suriye'deki iç savaş ile 2016'da Afrika'ya yeni bir dönüş yaparak özellikle paralı askeri birliklerini Wagner adı altında kıtaya yönlendirdi. Onlarca yıldır asker ve polislere yönelik eğitimler başta olmak üzere ağırlıklı olarak Afrikalı gençlere verdiği eğitimlerin meyvelerini şimdilerde tekrar toplamaya başladı. Fransa'nın gittikçe yıpranan algısını fırsata çevirmesi zor olmadı ve her boşluğu hemen kendisine muhabbeti bulunanları devreye koyarak sanki her gelişmenin arkasında Rusya varmış algısını tüm dünyaya yaydı. Bu bölgede etkisizliğini gizlemeyi başararak olduğundan daha iyi bir konumdaymış algısı oluşturdu.

Dahası, Rusya 2022 Şubat ayında başlayan Ukrayna saldırısı ve sonrasındaki gelişmelerde Afrika ülkeleri ile her alanda yeni işbirliği imkânlarını devreye aldı. Böylece bu savaşında Afrikalıları ya kendi düşüncesine çekti, ya da tarafsız kalmalarını sağladı. Hatta Orta Afrika Cumhuriyeti ile başlayan merkezi idarelere aşırı yakınlık kurma teşebbüsüyle Mali ve Burkina Faso'daki darbeleri yapan subaylarla yakınlaştı. Sudan'da başkent Hartum'u harabeye çeviren Hızlı Destek Kuvvetlerini Wagner vasıtasıyla etkisi altında tutması sayesinde bir anda Afrika deyince akla Rusya gelir oldu.

Verimli arazilerin kira veya satılarak kapışılması, kaçak göç, uyuşturucu, terör ve benzeri birçok yıpratıcı gelişmeler 2000'li yıllarda bir anda Afrika'yı sardı. Ülkelerin yeterli olmayan askeri ve emniyet güçleri bunları önleyemez hale geldi. Seçimlerle iktidara gelen yönetimlerin içine düştükleri acziyet de halkları nazarında çözüm bulunması umuduyla askeri müdahaleleri adeta meşru hale getirdi.

Her askeri müdahale birçok ülkede olduğu gibi zamanla iktidara yapışan ve bir daha bırakmayan hanedanlıklara dönüştü. Bazı devlet başkanlarının 40 yılı geride bırakan tek adam idarelerin bir kısmı babadan oğula devredilir oldu.

Afrika Birliği ve Batı Afrika Ekonomik Topluluğu ECOWAS gibi en güçlü bütünleşme hareketleri dahi günümüzde bu yeni darbelerin bir salgın gibi tüm kıtaya yayılmasından korkuyor. Yakın tarihte dünyada yaşanan 500'e yakın askeri darbenin yarısının Afrika'da gerçekleşmesi ve bunların 100 kadarının başarılı olması da bu endişeyi haklı çıkarıyor.

Bilhassa Afrika ülkeleri içinde 1960 öncesi Fransız sömürgeciliğinin adeta en etkili hissedildiği denebilecek Senegal'in 63 yılı geride bıraktığı yakın tarihinde herhangi bir askeri müdahale yaşanmadı. 4 devlet başkanının tamamı sivillerden oldu. Ülke içinde zaman zaman yaşanan siyasi gerginlikler, halkının sokaklara dökülmesi, bazen başkent Dakar'ı dahi ablukaya alan göstericilere rağmen askeri darbe konusu gündeme hiç gelmedi. Hem bölgesinde, hem de kıtada çok etkin olan, hatta dünya siyasetinde de ağırlığını hissettiren Senegal Modeli konusunun gözlerden uzak tutulmaması gerekir. Afrika'da darbe olmadan da sıkıntıların zamanla çözüme kavuştuğunun en tipik örneğidir. Mevcut devlet başkanı Macky Sall anayasa ile belirlenen iki defa seçilme hakkını doldururken üçüncü defa aday olma sürecinin doğuracağı sıkıntıları yakinen bilen birisi olarak hem ülkesinde, hem de kıtada darbe heveslisi olanların önünü tıkadı.

BİZE ULAŞIN