Hümeyra Yabar: İNSANLIK YILDIZININ PARLADIĞI ANLAR

İNSANLIK YILDIZININ PARLADIĞI ANLAR
Giriş Tarihi: 3.4.2023 11:17 Son Güncelleme: 3.4.2023 11:24

Gökyüzünün birden karardığı günler vardır. İnsanın nefes almakta güçlük çektiği... Sığınacak bir yer bulmanın zorlaştığı. Küçük bir kıyamettir yaşanan. Ateş, sadece düştüğü yeri değil bu acıya şahitlik eden herkesi yakmıştır. Ayağımızın altındaki zeminin güvenirliğiyle sınandığımız bu vakitler, sıratta yürümenin de bir provasıdır. Herkes kendi derdine düşmüştür. Gündelik hayatın akışını değiştiren felaketler, aynı zamanda iyilik yapmanın da güçleştiği zamanlara dönüşür. Tam da böyle bir zamanda insanın kendini bırakıp başkasının yardımına koşması, koluna girmesi, yerden kaldırmasıyla kara gök parça parça aydınlanmaya başlar.

Dereceleri vardır iyiliğin. Kendi ihtiyacı olduğu halde başkasına yardım eden insanlar, iyiliğe yeni bir boyut kazandırır. Güzel kitabımızda "Îsâr"dır bu nadide hasletin ismi. Kardeşliğin en güzel tezahürüdür. İşte böyle anlarda o kara gökte iyilik yıldızları parlar durur. Birisi görsün ya da övsün diye değil sadece kalbinden geçeni yapmak için ne pahasına olursa olsun iyiliği seçer insan.

Stefan Zweig, tarihe aydınlık sayfalar armağan eden şahsiyetleri anlattığı kitabı "İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar"dan söz ederken, "Çağları aşan bir kararın bir tek takvime, bir tek saate, çoğu kez de yalnızca bir tek dakikaya sıkıştırıldığı trajik ve yazgıyı belirleyici anlara, bireylerin yaşamında ve tarihin akışı içinde çok ender rastlanır. Ben böyle anları İnsanlık Tarihinde Yıldızın Parladığı Anlar diye adlandırdım; çünkü onlar, tıpkı yıldızlar gibi, hiç değişmeden geçmişin karanlığına ışık tutmaktadırlar," diyordu. Onun satırlarında önemli ve kritik anlardı o parıltı. Bizim lügatimizde neden
karanlık günlerde yapılan iyilikler olmasın!

Birer iyilik anıtıydı her biri

Tanımlamakta yetersiz kaldığımız büyük bir felaket yaşadık. Karardı gök, çatladı yer ve daraldı göğsümüz. Teselliye muhtaç olduğumuz bu günlerde yalnız "iyilik" su serpti gönüllerimize. Enkaz altından çıkarılan çocuklara sevinirken onlara siper olan anne ve babalara yandı içimiz. İyiliğin en yüksek mertebesiyle karşı karşıyayız. "Canınızı düşünmüyor musunuz o tehlikeli anda," diye soran muhabire "Bizim canımız yok şu anda abi. Bizim canımız şu anda Türkiye," diyen arama kurtarma çalışanının duruşundan güç alarak kalktık ayağa.

Başını Mehmetçiğin omzuna yaslayan çocuk, dağın yamacında ısınırken bir parça duyduğumuz sesle güçlendi kalbimiz: "O baş koyduğun omuz devlettir, millettir. Sen de geleceğimizsin, Türkiye'sin! Devlet-millet el ele yaralarımızı saracak, Türkiyemizi büyütmeye devam edeceğiz!" Türk ve Azerbaycan bayrağının dalgalandığı eski arabasının tavanına yüklediği yorganlarla yardımımıza koşan Server Beşirli ısıttı donmaya an kalmış kalplerimizi.

Biriktirdiği Umre parasını depremzedelere yollayan amcaların, teyzelerin, deprem bölgesinde yuvasız kalan güvercinlere sahip çıkan kuş gözlemcisinin, "Herkes bir şey yapıyordu, ben de makineyi çıkardım," diyerek çadırda kalan çocuklara pamuk şeker yapıp dağıtan amcanın ve kırsaldaki bir aileye tekerlekli sandalye ulaştırmadan uyumayan bir iyilik kahramanının varlığı bir bir aydınlattı göğü. Kusursuz birer iyilik anıtıydı her biri.

İnsanların iyilik hissinin köreldiği modern zamanlarda, yaşanan zorlukların ve felaketlerin insanın insan tarafını ortaya çıkarıp parlattığına şahitlik ediyoruz.

Aslolan, felaketler gelmeden de günlük yaşam içerisinde iyilik taşını yerine koymak. Bu zorlu günler geçtikten, hayat yeni normaline kavuştuktan sonra da iyilik anıtlarını hatırlamak. Göğe yıldızlar serpmek için karanlığın inmesini beklemek ne acı. Sadece zorlukta değil hayatın olağan akışında da muhtacız iyiliğe.

İyilik insanı enginleştirir

O halde, biraz "iyilik" üzerine düşünelim. "Âlemde her şey zıddıyla kâimdir" sözünden hareketle iyiliği konuşurken bizi ondan uzaklaştıran iyilik cimriliğini de konuşalım. Psikolojiyi bir mercek olarak kullanıp insanı nelerin iyilikten uzaklaştırdığına bakalım. İyilikle şifalandığımız bu zorlu günlerde, "Îsâr"ı hayatımızın merkezine alıp çoğaltabilmek her birimizin hem kendine hem de bu candan topluma ödevi olsa gerek.

İyilik, insanın payına düşen bir tas incidir hayat vahasında. İsrafı, yokluğunu değil kötülüğü getirir. Tüketip de yerine koyamadığımız şeyler birer birer eksilirken terazideki denge bozulur, şiraze kayar. Hörgüçteki su tükendiğinde çölün sessizliği büyür. İnsan kurur. Sadece dili damağı değil, kalbi de kurur. Evdeki hesap çölde noksan gelmiştir. Bir vahadır hayat. Ancak iyiliğin bereketiyle coşar oradaki sular. İçtenlikle edilen şükür, yeşertir ağaçlarını.
Bereket, tüketmemektir. Terazinin kefelerini duyarlılıkla kollamaktır. Yaratanla sağlıklı bir iletişim kuranlar, bereketin tesirini hisseder hayatlarında. İçilse de tükenmez kaynaktaki su. Üzüm salkımı eksiksizdir, elma ağacının dalları hep dolu.

İyilik, modern insanın inanç ve değerler dünyasındaki karmaşasını dengeleyerek onu varlığa has güzelliklerin canlı olduğu bir kıyıya taşır. Burada emniyettedir insan. Rousseau'nun deyimiyle iyilik insanı "enginleştirir". Tabiatımızı doyurur ve başkalarına açılmamıza aracılık eder. Ötekinin ıstırabına şefkatle yaklaşmak, mutluluğunu çoğaltmak, varlığını önemsemek bizi tam anlamıyla insan yapar. Birine duyulan ihtiyaç, zor zamanları aşmak için elzemdir. Bunun yanı sıra, insan sevinci de paylaşmak ister. Sessizliği, rutinleri, dalgınlıkları...

Tabiatımız gereği birbirimize ihtiyacımız var. İyilik, bütün erdemleri koruyup destekleyerek iki varlık arasında yollar inşa eder, köprüler kurar. Zengin
bir anlam ufkuna sahiptir. Alan Ryan, karşılıklı bir şekilde birbirimize ait olduğumuzu ve iyi bir hayatın da bu hakikati yansıtan bir hayat olabileceğinden söz eder. İyi yaşam, iyiliklerle dolu yaşamdır.

Ortak bir kederi paylaşmak

Gündelik hayatta aşınmaya başlayan bu hakikat, felaket zamanlarında yeniden kendini hatırlatıyor. Bireysellik bayrağının yerini "karşılıklı aidiyet" ve "ortak bir kederi paylaşmak" gibi yüce değerler alıyor. En hayırlı olanımızın insanlara en çok yararı dokunan kişi olduğunu hatırlıyoruz yeniden. İyilikten kaçınmayı, kendini korumanın önemli bir yolu olarak gören insan, tekrar asıl kodlarına dönüyor.

İyilikten uzaklaştıkça, onu tükettikçe birbirimizi sevmekten de uzaklaşmış olduğumuzu anlıyoruz. Bizim dışımızdaki herkese, her şeye örtük bir kızgınlık duymaya başladığımızı. İyilik, katılaşan kalbimizi şefkatle onarıyor. Evini depremzedelere açan ev sahiplerinin varlığı içimizi ısıtıyor. Bunca iyilik sahnesi arasında kötülükten vazgeçemeyenler canımızı sıkarken aldatan ve aldanan insan üzerinde düşünüyoruz. İnsafsızlığının kurbanı olmuş bir insanın aslında herkesten evvel kendini aldattığını biliyoruz.

İnsan tabiatında her ne kadar bencil iç dürtüler olsa da bir o kadar güçlü empatik ve işbirlikçi bir yön olduğu da bilinen bir gerçek. Dr. David Hamilton,
doğuştan iyilikseverliğe eğilimli olduğumuz gerçeğini destekleyen "iyilik genlerinin" geçmişten bugüne aktarıldığıyla ilgili çalışmalar yapıyor. Evrim biyologları ve psikologlar, iyiliğin beyinde gözlemlenebilir bir yetenek, doğuştan gelen bir özellik olduğunu ortaya koyan araştırmalarına devam ediyor.

Bu doğal mizacımızı kendi ellerimizle baltalayıp, hayatı paylaştığımız insanlarla aramızdaki mesafeyi açan rekabetçi bir bencillik geliştirmeye başladık. İyilikten uzaklaşmak insanı kendi doğasına karşı yabancılaştırıyor. İyilikten kaçınıyoruz çünkü samimi olup açık vermekten çekiniyoruz. İyilik yapmaya korkuyoruz çünkü iyiliğin bizi zayıf düşüreceğinden endişe ediyoruz. Bu yüzden, günlük hayatta elimiz frende gidiyor ve iyilik yapmaktan kaçınarak yaşıyoruz.

İyiliği tüketenler

İyiliğin tüketildiği bir dünya, insanın vahşileştiği bir dünyaya dönüşüyor. İnsani değerlerin küçümsendiği, rekabetin insanları birbirinden uzaklaştırdığı, kazancın egemen olduğu bir dünyada iyilik altın bir heykel olarak her şeye rağmen varlığını muhafaza etmeye devam ediyor. Önünden başını eğerek geçenler bile cazibesine kapılıyor. Işığından bir pay elde etmek için niyetlerini gözden geçiriyorlar. Öte yandan, hesapların olduğu yerde iyilik terazisi bir türlü dengeye gelmiyor.

"İyilik eden mükâfat bekliyor satefecidir," sözleriyle hakikatin keskin yanını işaret eden Cemil Meriç'i hatırlayalım. Beklenti, iyiliğin tabiatına zarar veriyor. Heykel aşınırken insanlık da güç kaybediyor. Stoacı filozoflardan Marcus Aurelius, "Birisine iyilik etmişsen daha ne istiyorsun? Doğana uygun davranmış olmak yeterli değil mi senin için? Yaptığının karşılığını görmeyi mi arıyorsun daha? Gözün görmek, ayakların yürümek için ödül istemeleri gibidir bu," diyerek yakamızdan tutup sarsıyor.

İyiliği tüketen bir diğer konu da onun sunum biçimi. Diderot, "Yalnız iyilik yapmak yetmez, iyiliği zarafetle yapmak da lazım," derken İbn-i Sina iyiliğin beş şartından söz ediyor: "Tez olmalı, gizli olmalı, gözde büyütülmemeli, sürekli olmalı ve yerini bulmalı." İyilik eylemleri, şov dünyasının parçası olduğunda özünden zarar görüyor. Zarif, sessiz ve içten iyilikler, toplumsal dayanışmayı güçlendirirken insana da şifa oluyor. İyiliğe ihtiyaç duyanların yardımına nezaketle koşmak ve minnet altında bırakmamak esas olan...

İyiliği çoğaltmaya ihtiyacımız var

Modern hayat, ahlaki değerlerin tüketiminin yabancılaşma, bastırma ve inkârla ödendiği bir yaşam biçimi aynı zamanda. Bir tarafta bireysellik, kendi ihtiyaçlarına dikkat kesilme, ötekini yük olarak görmek varken diğer tarafında ise yoğun bir iletişimsizlik, kopukluk ve yalnızlık yer alıyor. Menfaatçi bir toplum haline gelme korkusunun hepimizi içten içe tedirgin ettiği bir zamanda iyiliğe duyduğumuz ihtiyaç her zamankinden daha fazla. Hissettiğimiz yabancılaşmanın ve kaygının panzehri ise tükenen erdemleri tekrar çoğaltmakta.

İyiliğin ortaya koyduğu memnuniyet duygusuna ihtiyacımız var. Samimiyetin açığa çıkardığı güvene. Merhametin mayaladığı şefkate... İyilikle ilgili hikâyeleri ya değersizleştiriyor ya da mucizevi bir zeminde değerlendiriyoruz. Oysa iyi insanlar hâlâ var ve sayıları zannettiğimizden daha fazla. İyiyle kötüyü ayıran çizgi silikleşse de kalp ikisi arasındaki sınırı tayin etmek konusunda oldukça hassas hâlâ.

İyilik, sevginin eyleme dönüşmesi. Güçlü bir iradenin tezahürü. Bütün erdemlerin zirvesi... Hızla yayılan kötülüğün cazibesine aldanmadan tercihini her zaman iyi olandan yana yapabilmek için her iki kavramı da yakından tanımak ve kaynaklarını keşfetmek gerekiyor. Çok boyutlu bir eylem olan iyilik; psikolojik, sosyolojik, siyasi ve iktisadi açıdan toplumda etkileşim ve dönüşümlere yol açıyor. İnsanın sevgi, aidiyet, huzur, güven, şefkat, merhamet, diğerkâmlık ve adalet gibi olumlu ve yapıcı duygularını gelişmesinde önemli bir rolü var. İyilik tükendiğinde haset, kin, kıskançlık, kibir, gurur, intikam ve zulüm gibi olumsuz ve yıkıcı duygular çoğalmaya başlıyor. İnsanın kendi benliğinin sınırlarını aşıp bir başka insana gidebilmesi, onun içinde var olabilmesi diğerkâmlıkla mümkün. Tükendiğinde, insanların arasındaki olumlu bağların aşınması da kaçınılmaz.

Evlerimizin yıkıldığı, canlarımızın göçük altında kaldığı bu acılı günlerin üstesinden manevî köklerimizi güçlendirerek gelebiliriz. Bunun için de iyiliği çoğaltmaya ihtiyacımız var. Gökyüzünün karardığı, nefes almakta güçlük çektiğimiz bu zorlu günlerde depremin yaralarını sarmak için karşılığında bir şey beklemeden iyiliği muhafaza eden ve göğü aydınlatan o büyük kahramanlara kalpten teşekkürle…

BİZE ULAŞIN