Gökhan Gökçek: DEDE KORKUT DESTANI BUGÜNE NE ANLATIR?

DEDE KORKUT DESTANI BUGÜNE NE ANLATIR?
Giriş Tarihi: 23.11.2021 15:04 Son Güncelleme: 7.7.2022 13:50

Türkler tarih sahnesine çıktıları Türkistan sahasının şartları itibarıyla hayatlarını uzun bir süre konargöçer bir toplum olarak idame ettirdiler. Hayat tarzları, bireyin ve toplulukların ihtiyaçlarının belirlenmesinde temel ve ana etken vazifesi üstlendi. Yerleşik hayata daha hızlı ve erken geçmiş topluluklarda ihtiyaçlara cevap verebilecek buluşlar, imkânlar, kurumlar daha önceden temelleri atılmış bir vaziyetteydi.

Mesela yerleşik bir hayat tarzına sahip Sasanilerde devlet teşkilatı saray ve etrafında şekillendi, başkentte çeşitli kurumlar ihdas edildi. Konargöçer olarak yaşayan Türk boyları ise siyasi teşekküllerinin başkentlerini tayin etmiş olsalar da eski anane gereği Han Otağı etrafındaki sembolik bir idare merkezine sahip oldular. Bir başka fark ise sözlü-yazılı kültür ayrımında çıktı.

Yerleşik hayatı daha önce tercih etmiş olan topluluklarda yazılı kültür ve onu takip eden eğitim, bir anlamda yayın süreçleri daha etkili ve fazla oldu. Ancak Türkler gibi zamanlarının önemli bir bölümü göç yollarında geçen topluluklarda ise sözlü (şifahi) kültür baskın bir rol oynadı. Bu bakımdan Türklerde kültür aktarımı hatta dini bilginin paylaşılması da şifahi bir metodolojiyle gerçekleşti.

Eski Türk inancı olan Gök Tanrı'yı anlatan "aksakallılar", yine din olarak tasvir edilme hatasına düşünülen Şamanist öğretinin mistik metodolojisini sunan "kamlar", toylarda ve özel günlerde hikâyeler anlatan ozanlar gibi pek çok isim; bu hayat tarzının Türk kültürüne etkilerini yansıttı. Türklerin İslamiyet ile müşerref olmasıyla birlikte bu "kültür aktarıcısı" görevler, mezkûr üç formun birleşip İslamiyet'teki "evliya" figürü ile harmanlanmasından sonra "ulu kocalar" olarak ifade edebileceğimiz dedeler, babalar, hocalar, şeyhler gibi isimlerle zikredilen "kültleri" ortaya çıkardılar. Bu noktada şüphe yok ki Oğuzların hatta bütün Türk dünyasının en büyük ismi destanlarıyla hala gecemize gündüz aydınlığı veren Dede Korkut'tur.

Dede Korkut Destanı

Geçmişin anlatılarını içeren ve insanoğluna dair hadiselerin mecmuu olan tarih, bilimsel metodoloji ve zamanına ait belgeler yoluyla hakikatleri ortaya çıkarır. Daha çok sözlü kültürün ürünü olan ve olağanüstülükleri içinde barındıran mitoloji, destan gibi edebi-tarihsel formlar da tarihin ortaya çıkarılması adına gidilen yolda bir fener vazifesi görürler. Dede Korkut Destanı da, Türk tarihinin geçmişi ve –yazıldığı- an başta olmak üzere günümüzün de anlaşılması ve anlamlandırılması adına büyük bir öneme sahiptir.

Dede Korkut'un tarihsel kişiliği hakkında mutabakat sağlanamamış detaylar fazladır. Kabul edilen ortak noktalar ise Oğuz boylarından birisine mensup olduğu, Türklerin İslamlaşma sürecinin hızlandığı 10. ile 13. yüzyıllar arasında yaşamış olabileceği yönündedir. Türkistan sahasında yaşadığı bilinmekle beraber göç yoluyla Anadolu'ya gelip gelmediği dahi tartışma konusudur ancak ağırlıkla kabul edilen görüş Anadolu'da da hayatını idame ettirdiği yönündedir.

İleri sürülen bir başka görüş ise Dede Korkut'un tarihsel bir tek kişiden ziyade tıpkı Alp Er Tunga, Oğuz Kağan ve Nasreddin Hoca gibi Türk kültür hayatının sembol bir ismi olduğu; zamanın öncüsü olarak itibar gören Türk büyüklerinin anlatılarını, o dönemde şahsında toplayan kişiye tevdi edilen yakıştırmaların toplamı olduğu yönündedir. Peki, Dede Korkut'a dair bütün bu malumata nereden ulaşıyoruz?

Şu ana kadar Dede Korkut Destanı'nın bilinen nüshaları Dresden ve Vatikan nüshalarıdır. Almanya Dresden Kral Kütüphanesi'nde yer alan Dresden nüshası, H. O. Fleischer tarafından bulunur. Bu nüsha Türkolog Heinrich Friedrich von Diez tarafından 1815 yılında bir makale yayımlanarak ilim dünyasına tanıtılır. Kitâb-ı Dedem Korkud Alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân ismini taşıyan, neşredilen bu nüshada 12 hikâye bulunmaktadır.

Vatikan'daki nüsha ise Vatikan Kütüphanesi'nde 1952 yılında İtalyan Ettore Rossi tarafından bulunur ve yayımlanır. Vatikan nüshası Hikâyet-i Oğuznâme, Kazan Beğ ve Gayrı ismini taşımakla beraber Dresden nüshasına muvafık olan 6 hikâyeyi barındırır. Türkçeye ilk olarak 1916 yılında Kilisli Rifat tarafından "Dede Korkut" başlığıyla –Arap harfleriyle- aktarılır. Harf devriminden sonra ise yapılan ilk Dede Korkut çalışması 1938 tarihli olup Orhan Şaik Gökyay'a aittir. Gökyay daha sonra bu çalışmasını genişletip güncelleyerek Dedem Korkut'un Kitabı adıyla bir kere daha yayımlar.

Muharrem Ergin'in Dede Korkut'a dair çalışmalarını da burada zikretmek gerekir. Bunların dışında 2020 yılında Türkmensahra nüshası adı verilen bir Dede Korkut anlatısı daha bulunur. İranlı bir akademisyen olan Vali Mohammad Khojeh tarafından bulunan bu nüshada "Salur Kazan'ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi" başlıklı bir hikâye vardır ki diğer nüshalarda olmayan bu destan, 13. hikâye olarak tarihe not düşülür. Böylesi derin bir müktesebata sahip olan Dede Korkut Destanı'nın bizim için önemi nedir, bize hele ki bugüne neler söylemektedir? Bu sorunun cevabını 13 hikâyeden biri olan "Kanglı Koca Oğlu Kan Turalı Destanı"nı ele alarak yanıtlamaya gayret edeceğiz.

Kan Turalı'nın destanı ne anlatıyor?

Kan Turalı Destanı yalnızca Dresden nüshasında olan bir hikâyedir. Rivayete göre Kanglı Koca adında bir Oğuz beyi Oğuz zamanında ve topraklarında hüküm sürmektedir. Neslin devamı için oğlu Kan Turalı'yı evlendirmek ister. Kan Turalı; akranları ve Oğuzlar arasında yiğitliği, kahramanlığı ile nam salmış bir kahramandır. Babasının bu teklifine "Baba! … Ben kanlı kâfir iline varmadan o varmış olmalı. Baş kesip bana getirmiş olmalı!" şeklinde cevap vererek istediği eş adayının özelliklerini anlatır.

O kendisi gibi kahraman; çetin ceviz, güçlüklerle mücadelede yılmayan ve aşka değer bir aday düşünmektedir. Babası onun istediği gibi bir kız bulamaz. Trabzon tekfurunun güzeller güzeli, ata binip kılıç savuran ve yay çeken bir kızı olduğunu oğluna anlatır ve ekler: "O kız için üç canavar beslemişler. Her kim o üç canavarı yener ise kızı ona verirler." Bunu duyan yiğitler yiğidi Kan Turalı atına atlar ve bu kızı almak için tekfurun karşısına çıkmaya karar verir. Babası, canavarlardan korktuğu için vazgeçmesini istese de Kan Turalı deyişle cevap verir: "Gök ile boy ölçüşen kalelerini / Tanrı'm izin verirse yıkarım."

Burada Dede Korkut'un günümüze bıraktığı mesajları ele almaya başlayalım. Yukarıdaki deyişte destan kahramanının Allah'a olan tevekkülünü görürüz. Her ne kadar kahramanlığı ile maruf olsa da son tahlilde başarının Tanrı'dan olduğunun altı çizilmektedir. Dede Korkut'un buradaki mesajı özetle tevekkülün başarıya giden yolda en önemli motivasyon kaynağı olduğu şeklinde yorumlanabilir.

Tekfurun karşısına çıkan Kan Turalı'nın ilk aşamadaki rakibi pek çok yiğidi öldüren büyük bir boğadır. İlk defa böylesi büyük bir boğa gören Kan Turalı'nın "Kırk eşim, kırk yoldaşım!" dediği alpleri korkudan ağlamaya başlar. Kan Turalı çerilerini teskin edip kopuz çalmalarını söyler, cuşa gelen alpler söylenir: "Alp erenler düşmanından kaygılanır mı? / Sarı elbiseli Selcen Hatun köşkten bakar / Kime baksa aşk ile ateşini yakar / Kan Turalı! Sarı elbiseli kız aşkına hu!"

Destandan hayat dersleri

Boğanın bırakılmasını isteyen Kan Turalı, adı güzel Muhammed'e salavat getirerek boğa ile mücadeleye başlar. Kaba kuvvetle yenemeyeceğini anlayınca akıl dolu bir hamle yaparak boğayı etkisiz hale getirir. Bir mesajlar kitabı olan ve öğütleriyle tecrübe aktarımı yapan Dede Korkut burada yiğitlerin, pirleri Hz. Peygamber'e salavat getirerek savaşa tutuştuklarının altını çizer. Bu durum şüphe yok ki inanç boyutunda manevi bir motivasyonu temsil etmektedir. Ardından kaba kuvvetle mesele çözülmeyince aklı devreye sokan Kan Turalı; en zor zamanlarda dahi aklın bir çözüm üretebileceğini göstererek Allah'ın insana bahşettiği bu nimetin önemini gözler önüne serer.

İlk canavarı alt eden Kan Turalı ikinci aşamada aslan ile mücadele etmek zorunda kalır. Alpler Oğuz ilinde hiç görmedikleri bu aslanla karşılaştıklarında yeniden ağlaşırlar. Kan Turalı kırk eş ve kırk yoldaşına yeniden kopuz çalmalarını söyler. Onlar yeniden bir deyiş okurlar. Kan Turalı tekrar adı görklü Muhammed'e salavat getirir. Aslanın pençesini bekleyerek hamlesini, ona göre tasarlar, kepeneği eline dolar ve nihayetinde bu canavarı da yener.

Kan Turalı burada hedefine dikkatli bir şekilde yoğunlaşmış, gelebilecek tehlikeleri sezmiş, hedefini alt edebilecek enstrümanı (kepenek) kullanmasını aynı zamanda hamle zamanını bilmiş ve bu sayede aslanı yenebilmiştir. Kısacası; dikkatli olmak, hedefine kilitlenircesine titizlik göstermek, hedefe giderken başarı sağlayacak bütün imkânları oluşturmak ve hamleyi doğru bir zamanda yapmak, Kan Turalı hikâyesinin/destanının bir başka mesajıdır.

Tekfurun kızına, aşkına yani hedefine ulaşmak isteyen Kan Turalı büyük bir deve ile karşılaşır. Cenge başlayan Kanglı Koca Oğlu bir süre sonra yorgunluktan harap ve bitap düşer. Başlarına cellatlar toplanır. Bu sefer kırk yoldaşı o söylemeden deyişe başlar. Kendine gelen Kan Turalı "Bir buğradan korkup geri mi çekileyim? İnşallah bunun da başını keserim." Dedikten sonra Kadir Tanrı'ya sığınıp adı güzel Muhammed'e salavat getirip deveyi alt etmeyi başarır. Buradaki mesaj da şüphe yok ki daha anlamlıdır.

Dede Korkut'tan miras ilkeler

İki aşamayı geçen Kan Turalı son aşamada en büyük canavarla karşılaşır. Yorgun olduğu için mücadelenin bir safhasında pes etme noktasına gelir. Ancak dostlarının desteğini alır ve verilen bunca emeğin ödülünü kazanmak için son bir aşama kaldığını kendisine hatırlatarak var gücüyle mücadeleyi kazanmak için atılır. İnsan, hedefine ulaşma yolunda çok büyük azim ve çaba sarf eder. Mefkureye ulaşılmasına çok az kalınan zaman aynı zamanda mücadele için verilebilecek gücün de tükenmeye başladığı an ve doruk noktadır. İşte Dede Korkut, Kan Turalı hikâyesiyle bizlere adeta "hedefe varana kadar durmadan çalışmak" ilkesini miras olarak bırakmaktadır.

Kan Turalı, üç canavarı da alt ettikten sonra hedefine ulaşır. Tekfur, güzeller güzeli, aynı zamanda kahramanlar kahramanı kızını, Kan Turalı'ya verir. Oğuz iline doğru yola çıkan Kan Turalı uykudayken düşmana yakalanır. Trabzon tekfuru pişman olduğu için kızını geri almak istemiştir. Kan Turalı'yı çok seven Selcen Hatun onu uyandırır. Birlikte düşmana karşı kılıç sallarlar. Zorlu bir mücadeleden sonra düşman alt edilir ve yola koyulurlar. Nihayetinde Oğuz iline varıp toy ederler.

Dede Korkut gelip deyiş söyler ve destan burada biter. Bu hadisedeki alt metin ise bizim nazarımızda şöyledir: Bir hedefi tam manasıyla gerçekleştirmek için sadece ona ulaşmak kafi değildir. Varılan hedefi aynı hatta daha yüksek hassasiyet ile muhafaza etmek, elde-göz önünde tutmak ve kadrini bilmek gerekir. Aksi takdirde başarıldığı sanılan bir sınav Dede Korkut'un "O zamanlarda Oğuz yiğitlerinin başına ne gelirse uykudan gelirdi" dediği gibi bir zafer sarhoşluğu sonucunda başarısız kılınabilir.

Son söz yerine

Destanlar; söylendikleri ve yazıya geçirildikleri dönemin sosyalkültürel- politik izlerinin etkisiyle şekil alırlar. Şifahi kültürün yoğun bir biçimde varlığını gösterdiği Türk kültüründe ise destanlar pek çok kültürel unsur ve öğe ile birlikte tarihsel tecrübeyi yani bir bakıma mesajları da yoğun olarak barındırırlar. Dede Korkut Destanı da içerdiği zenginlikler açısından Türk kültürünün en değerli ürünlerinden biridir.

Hatta Fuat Köprülü'nün deyimiyle karşılıklı olarak bir kefeye konulduğunda, bütün Türk edebiyatına ağır gelebilir. Biz edebiyat disiplinine dair bu tartışmalardan ziyade Dede Korkut Destanı'nın Kanglı Koca Oğlu Kan Turalı hikâyesiyle günümüze neler anlattığını, hangi mesajları içerdiğini ortaya koymaya gayret ettik. Bu noktada son sözü Kan Turalı'nın toyundaki deyişiyle yine sahibine yani Dede Korkut'a bırakalım:

Ecel geldiğinde temiz imandan
ayırmasın,
Kadir Tanrı seni namerde muhtaç
etmesin,
Tanrı'nın verdiği ümidin kesilmesin,
Ak alnında beş kelime dua ettik,
kabul olsun,
Amin diyenler Tanrı'nın yüzünü
görsün,
Derlesin toplasın günahımızı,
Adı güzel Muhammed Mustafa'ya
bağışlasın.
Hanım hey!

BİZE ULAŞIN