Sena Subaşı: Sağlıklı beslenmek takıntıya dönüşünce…

Sağlıklı beslenmek takıntıya dönüşünce…
Giriş Tarihi: 20.4.2020 12:13 Son Güncelleme: 20.4.2020 12:13
Sağlıklı beslenmek yararlı diye biliriz ama fazlası zararlı olabiliyor. Hele bir de takıntıya dönüşürse düpedüz hastalık. Sağlıklı yaşam ve beslenme de alınıp satılan bir ürüne dönüştürüldü.

Sağlıklı yaşama gösterilen ilginin son zamanlarda dikkate değer bir artış gösterdiğinin farkındayız. İnsanların sağlıklı beslenmeye verdiği önem çoğu zaman aşırı denilebilecek boyutlara varıyor. Öyle ki bu durum beslenme alışkanlıklarımızın bir hayli değişmesine sebep oldu. Bundan 10 sene öncesine göre yediğimiz, içtiğimiz, tükettiğimiz günlük besinler, kahvaltımız hatta hastalıklarımız bile sanki farklılaştı. Üstelik sağlık konusunda şu dönem kafamız da oldukça karışık.

Bunu son dönemlerde sık sık "trend" olan ve hâliyle maruz kaldığımız sağlıklı beslenme akımlarındaki çeşitlilikten anlamak da mümkün. Sürüsüne bereket bu diyet ve beslenme tarzı çeşitliliğini tek bir cümleyle özetleyebiliriz: Aşırı sağlıklı beslenme ve zayıflama takıntısı. Her ne kadar genellemeden kaçınsak da çoğu zaman bu tip beslenme alışkanlığının altında yatan sebep zihindeki ideal beden imgesi oluyor ve tabii popüler kültür, sosyal medya bunu iyice körüklüyor.

Yeni nesil sağlıklı beslenme akımları, sadece birkaç "kanaat önderi" beslenme uzmanından duyduğumuz, adını daha önce bilmediğimiz birçoğu gereksiz gıdalarla kilerimizi doldurmamıza sebep oldu. Acaba gerçekten lucuma tozuna evde gerek var mı? Ya da gojiberry'e ve spirulina'ya? Birçoğumuz için hem bir takım psikolojik sorunlara hem de maddi kayıba yol açması açısından gerekli oldukları aşikâr da faydaları pek meçhul.

Besin ve diyet enflasyonu bir yana birbirinden çelişkili, birbirinden çeşitli ifadeler ne yiyeceğimiz konusunda müthiş bir kafa karışıklığına sebep olabiliyor. Adeta etraf kerameti kendinden menkul hepsi "birbirinden uzman" kişilerle dolup taşıyor. Bu "uzman" ve "diyetisyen" bolluğunda insanın kime kulak vereceğini şaşırmaması elde değil. "Beslenmeme dikkat edeyim" derken işin sonu yalnızlaşmaya ve hasta olmaya kadar gidebiliyor. Öyle ki, ileri gidip sağlıklı beslenmeyi takıntı hâline getirmek da bir çeşit beslenme bozukluğu.

Ortoreksia Nevrosa

Eminim birçoğumuz bunu daha önce hiç duymadık: Ortoreksia Nevrosa, yani "Sağlıklı Yeme Takıntısı." Bu hastalık henüz yeni yeni görülmeye başlanmış ama uzmanlar önümüzdeki 10 yıl içerisinde çok daha sık görüleceğini düşünüyor. Bu hastalığa düçar olanlarsa çoğunlukla gelişmiş ülkelerde yaşayanlar ve ekonomik gücü yüksek olanlar.

Bu hastalığın hızla yayılmasının başlıca faktörü ise gıda ile ilgili şeyler değil sosyal medya. Sizin anlayacağınız suçlu Instagram, Youtube, Twitter ve işbirlikçileri…

Aslında Ortoreksia rahatsızlığı bulunanlar gayet sağlıklı ve düzenli besleniyorlar, vücutlarına kimyasal, yapay hiçbir şeyin girmesine izin vermiyorlar. "Hastalık ve sağlık nasıl olur da bir arada olur ve bu kadar iç içe geçer" diye sormadan edemiyor insan.

Kısacası Ortoreksia, sağlıklı ve temiz beslenme eğilimini takıntı hâline getirenlerde görülen bir hastalık. Bu tip insanların ince görünme tutkusu ya da kalori hesapları da olmuyor çoğu zaman. Zaten geneli zayıf oluyor. Bunun sebebi ise gıdaların organik ve sağlıklı olup olmadığını detaylıca incelerken yiyecek bir şeyler bulma konusunda sıkıntı yaşamaları. Kriterlerine cuk oturan bir şeyler bulamazlarsa hiçbir şey yememeyi tercih ediyorlar.

Bu tür takıntılılar için bir gıdanın hangi yağda pişirildiği, tarım ve hormon ilacı kullanılıp kullanılmadığı, katkı maddesi içerip içermediği, hangi maddeyle paketlendiği ve saklama koşulları en hassas konular. Bunlara ek olarak "vegan beslenme" tarzından da bildiğimiz gibi yemeğin içinde et, süt gibi hayvansal hiçbir gıdayı bulundurmuyorlar. Ayrıca kendi gıdaları dışındaki tüm gıdalara karşı bir fobileri var desek yanlış olmaz.

Psikolojik ve sosyolojik bir olay

Bu kadar kriterin bir arada olduğu gıdayı gün içerisinde bulmak neredeyse imkânsız. "Kendi beslenme planıma uymaz da başka ürünler tüketirsem hasta olurum, kilo alırım, sağlığım bozulur" kuruntuları da cabası. Zira böyleleri kendi kriterlerine uymayan hiçbir şeyi de kolay kolay yemiyor. Psikologlar bu hastalığa sahip olan kişilerin yetersiz beslendikleri gibi kendileri gibi beslenme alışkanlığı olmayan arkadaşlarıyla görüşmeyi bırakıp gitgide yalnızlaştıklarını da söylüyor.

Eğer beslenmenize fazla dikkat etmek dışında mükemmeliyetçi, obsesif ve kontrolcü bir yapıya sahip biriyseniz bu hastalığa yakalanma riskiniz var demektir. Yani "sağlığıma dikkat edeyim, organik besleneyim" derken bir anda kendinizi hasta bulabilirsiniz. Eğer çevrenizde evde sadece birkaç organik ürünle özel pişirme araçları ve yöntemleri kullanan, ev oturmalarına ve davetlere katılmayan, katılsa bile bir şey yemeyen ve sürekli sağlıklı yemek üzerine düşünen biri varsa muhtemelen Ortoreksia hastasıdır.

Günümüz insanında çok daha sık göreceğimiz bir beslenme bozukluğu diyebiliriz. Bu artışta medyanın rolünden bahsetmeden olmaz. Hemen her gün televizyonlarda, Youtube kanallarında, gazete ve dergilerde sağlıklı ürünlerle, sağlıklı pişirme teknikleriyle nasıl sağlıklı yemekler yapıldığı vurgulanıyor: "Eğer böyle beslenirsek hasta olmayız, hastaysak da iyileşiriz. Aynı zamanda incecik bir vücuda sahip oluruz." Oldukça popüler olan bu beslenme stillerinin bireyler kadar toplumun da obsefif hâle gelmesine katkısı yadsınamaz.

Gördüğümüz gibi beslenme tamamen biyolojik ya da fizyolojik bir şey değil; aynı zamanda psikoloji ve sosyolojinin de konusu. Fiziksel görünümü kafaya fazla takma ve "Toplum acaba kilomu beğenir mi?" düşüncesi beslenme alışkanlığımızı şekillendiren etkenlerin başında geliyor. Bu düşünceleri kafasından atamayanlarsa genelde yanlış beslenenler oluyor. Bu tür beslenme bozukluğundan kaynaklanan tek hastalık Ortoreksia değil üstelik.

Bir zayıflama çılgınlığıdır gidiyor

Beslenme şeklini tamamen idealize ettiği fiziksel görüntüsüne göre şekillendiren ve genelde genç kızlarda görülen Anoreksia, bir "yememe" hastalığı olarak biliniyor. Kilosunu, fiziğini beğenmeyen, hep daha zayıf olmak isteyen bu tür insanların her zaman vermesi gereken bir beş kilosu olur. Bu yüzden diyetleri bitmez, öğünler atlanır, kaloriler gram gram hesaplanır, fazla yendiyse yemekten sonra kusularak vücuttan atılır. Sonraki adım ise artık "senin kemiklerin sayılıyor" evresi olur.

Buna benzer bir yeme bozukluğu olan Bulimia ise normal bir kişinin belki bir günde yediği yemeğin bir saat gibi kısa bir sürede yenilmesi ve ardından yenilenlerin kusularak çıkarılması hastalığına verilen isim.Bu hastalık da yine dış görünümünden memnun olmayan ve kendini sürekli kilolu gören kişilerde görülüyor.

Beslenmenin yanı sıra bir zayıflama çılgınlığıdır, aldı başını gidiyor. Oysa kilo alma ve fiziğin bozulması korkusu insanı böyle tehlikeli hastalıklara, hatta ölüme dahi götürebiliyor. Bunların temel sebebi en klişe ifadeyle toplum tarafından benimsenen "ideal güzellik" algısı… Medyada, toplumda, her yerde kadınların zayıf olması gerektiği empoze edildiği için genç kızlar kendi bedenlerinden nefret edebiliyorlar. "Keşke vücudum şunun gibi olsa" cümlesindeki "şu" öznesi genelde maksimum 50 kiloluk bir model oluyor ve özentiler buna sahip olma uğruna beslenmesini bozup hasta olabiliyor.

Tabii ki her vaka hastalıkla sonuçlanmıyor; hastalık daha küçük bir dilim. Bunların genelde genç kızlarda görüldüğü gerçeğine bir parantez açmak gerekiyor. En büyük nedeni toplumun kadınlara durmaksızın uyguladığı "Kilo almışsın, zayıfla!" baskısı olması kaçınılmaz. Üzerimizdeki denetleyici ve yargılayıcı gözler biraz olsun bakmaktan vazgeçerse belki bu tip hastalıklar da azalır.

5 kilo veren "uzman", 15 kilo veren "guru" oluyor

Zayıflama çılgınlığına giden yol ise diyet çılgınlığından geçiyor. Diyet son yıllara damgasına vuran bir konu ve her yaştan herkesin dilinde! Her diyetisyenin de kendine mahsus bir diyeti, bazen kendi adını verdiği bir beslenme kürü mevcut neredeyse. Hadi diyelim ki onlar konunun uzmanı, peki ya diğerleri? Uzman olmadığı hâlde birazcık kilo veren herkes özellikle sosyal medyada ve çevresinde diyetisyen edasıyla reçeteler dağıtıp duruyor. Günümüzde beş kilo veren "beslenme uzmanı" kesiliyor, 15 kilo verense kendini "guru" ilan ediyor, elinde beslenme programlarıyla gezip insanlara nasıl besleneceklerini anlatıyor.

Her bir diyetisyene mahsus diyet çeşitleri, değişik isimleri olan ve haftada 5-10 kilo verdiren kürler, kaslı ve atletik vücut hayali, yeşil renkli detoks suları ve sayısız organik yiyecekler… Hepsi her birimizin gündelik hayatta duyduğu, belki tatbik etmeye çalıştığı beslenme ve yaşam tarzları. Şok diyetler, haftada 5 kilo verdiren mucize rejimler, ayda 15 kilo verdiren çaylar, bitkiler, detokslar, yine çok kısa zamanda kilo verdiren bazen de öldüren bitkisel haplar… Elma sirkesi diyeti, Paleo diyeti, Ketojenik diyet, Asker diyeti, Avokado diyeti, Glutensiz diyet, Kolajen diyeti, Temiz beslenme diyeti ve daha niceleri…

Her gazetede bir köşe yazarı, her programda bir uzman karşımıza çıkıp mucizevî diyet ve beslenme önerileri veriyor. Diyetin amacı sağlıklı ve düzenli kilo vermek ama iş çoktan sağlıksız yerlere gitmiş durumda. Sağlık arkaya atılmış, zayıflamak bir numaralı hedef hâline gelmiş. Yukarıda bahsettiğimiz beslenme hastalıkları neredeyse hep bir diyet hikâyesiyle başlıyor. Bazen kendilerini aç bırakıyor, bazen tıka basa yiyorlar; ne de olsa zayıflama uğruna her diyet mubah. Ama işte her reçete herkese uymuyor.

Örnek mi istiyorsunuz? O kadar çok ki… Mesela Amerikan futbolunun ünlü oyuncularından Tom Brady'nin "Tom Brady Diyeti" isimli bir diyet programı var. TB12 Yöntemi kitabındaki sağlıklı kalmanın sırlarını açıklayan diyete göre gıdaların yüzde 80'i organik besinlerden oluşuyor ve domates, patates, süt ürünleri, un, şeker, kafein gibi günlük hayatta tükettiğimiz temel gıdalar yasak. Ayrıca bu diyette işlenmiş gıdalara yer yok. Bir dönem moda olan ama yapılması pek mümkün olmadığı için çabuk bırakılan yüzlerce diyetten biri daha. Brady gibi konunun uzmanı olmayan ama kitaplar yayımlayıp diyet programlarına çıkanlar hiç de az değil.

Diyet saplantısı

Bir diğer örnek de yakın dönemde en çok ses getiren bir diyet, hatta bir akım: Clean eating diyeti (Temiz beslenme). Burada temel olan şey işlenmiş gıdaları tüketmemek çünkü aldığımız kalorinin neredeyse diyetin bununla sınırlı kalmadığını görüyoruz. Mesela yalnızca evde organik ürünlerle pişirilen yemekler yenecek, dışarıdan alınan her ürünün içindekiler kısmı incelenecek ve bilinmeyen madde olursa ürün alınmayacak, kalori hesaplamaları yapılacak, meyve ve sebze alırken kullanılan gübreye dikkat edilecek gibi şartlar da şartlar.

Bu diyet insanlara hastalıksız, sağlıklı bir yaşam vaat ediyor fakat gelen eleştirilere baktığınızda korkmamak elde değil. Diyete gelen birçok eleştiriden başlıcası insanları kanser paranoyasına sürüklediği, sağlıklı beslenmeyi takıntı hâline getirdiği ve korkuttuğu yönünde. Ortoreksia'ya giden yol gibi duruyor sanki.

Sağlıklı beslenmek hepimizin şu dönemde ortak derdi çünkü biliyoruz ki ne kadar sağlıklı beslenirsek o kadar az hastalanırız. Bu yüzden de yediğimiz, içtiğimiz gıdalara olabildiğince dikkat ediyor, hareketsiz kalmamaya çalışıyoruz. Fakat bu durumu makul ölçülerden çıkarıp saplantı hâline getirmiş, hayatının her alanını buna göre şekillendirmeye çalışanlara ne demeli? Eminim hepimizin yakın çevresinde ya da sosyal medya hesaplarında böyleleri vardır ve herkesin gözünde birileri canlanmıştır.

Sağlık adına şekillenen beslenme alışkanlıklarına bir de güzellik ve zayıflık kaygısı eklenince hayat daha zor bir hâle gelebiliyor. Piyasaların sağlığımızı kazanç kapısı olarak görmesi ve güzel olmayı ince ve atletik bir vücutla özdeşleştirmemiz de cabası. İkisinin de çıktığı kapı aynı aslında; sağlıklı yaşam, sağlıklı beslenme alınıp satılan bir ürüne dönüştürüldü. Buna rağmen ya da belki de bu yüzden sağlıklı olmak adına yapılanlar sonucu sağlığımızı hepten kaybettiğimiz bir dönemin içindeyiz.

BİZE ULAŞIN