Birol Biçer: Hakikat ve güzellik birbirini tamamlayan şeylerdir

Hakikat ve güzellik birbirini tamamlayan şeylerdir
Giriş Tarihi: 14.01.2020 13:00 Son Güncelleme: 16.01.2020 15:32
‘İrfan’ ehli açısından güzellik tanrı’nın yaratmasındaki ahengi görmek, göstermektir; her şeyde tanrıyı görmek ve aramaktır.

YAYLAGÜL CERAN KARATAŞ

Güzellik herkesin peşinden koştuğu ve kendince tanımladığı "göreceli" bir nitelik olabilir ama bundan ibaret değil. Soyut bir kavram olmanın ötesinde felsefe-bilimin de estetik disiplini vasıtasıyla keşfetmeye, tanımlamaya çalıştığı varlığın hemen her cihetini kuşatan bi r boyutu. Bu özelliğiyle, kadim dönemlerden beri sanatçılar, şairler, estetler v e filozofların kavramaya çalıştığı güzellik ya da estetiği felsefeci gözüyle değerlendirmek kaçınılmaz görünüyordu. Biz de öyle yaptık ve konunun rasyonel boyutunun yanında sezgisel ve irfani boyutunu da es geçmeyen bir felsefeciyle konuştuk. Varlığın estetik boyutu, güzelliğin ne olduğu, nasıl algılandığı , insanın güzelliğe düşkünlüğünün temelleri, estetik algının günü müzde geldiği nokta, güzelliğin bir metaya dönüşümü gibi birçok meseleyi İstanbul Medeniyet Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Yaylagül Ceran Karataş'tan dinledik.

Herkesin peşinden koştuğu, arzuladığı, kendince tanımladığı bir şey güzellik... Avami bir açıdan bakarsak güzellik genelde dış görünüşle ve somut olanla bağlantılı algılanıyor ama filozoflar, hikmet ehli ve mistikler hiç bu pencereden değerlendirmiyorlar.
Aslında evet ilk duyuşta güzel, gözden başlayarak alımlanır. İnsan bakışında, duyuşunda ve ifade biçimlerinde mutluluğu, hazzı, oranı, ahengi, bütünlüğü arar ve bunlar güzelin somuttan başlayarak yüceldiğini gösteren ölçütlerdir. En temelde de göz arar güzeli; düzenli, simetrik, orantılı ve uyumlu olan somut nesne, beden, sanat eseri güzel görünür. Bir de bu maddi olandan bağımsız olarak bakanın dünyasında güzellik hissi duygusal akış, hisler, kendinden geçişle de ortaya çıkabilir. Mecnun'un "Leyla'yı bir de benim gözümle görseniz" demesi gibi. Güzelin çağdaş yorumlarından hareket ettiğimizde ise güzellik nesneden çok sanatçının nesneyi ifade biçimindedir. Nesneden, bakandan (seyredenden, alımlayıcıdan) bağımsız olarak sanatçının kendi vecd hâllerini ya da arayışını yansıtır güzellik. İrfan ehli açısından güzellik, bir açıdan varlıkla ilişki kurmaktır. Varlıktaki güzelliğe ulaşmanın sadece görünen yönüyle değil de deruni bir bakışla, içine yönelmekle, oluşunun künhüne varmakla mümkün olacağını söylerler. Bu yöneliş aslında varlıkla ona bakan arasındaki ayrımı da ortadan kaldırır. Özellikle mistiklerde karşımıza çıkan bu bakış öyle bir bakıştır ki, bakılan şeyle bakanın fiziksel ayrımı ortadan kalkar. Bakan, baktığı şeyde eriyip Hak olur, bir forma dönüşür. Özetle, irfan ehli açısından (genelleme yaparak ifade ediyoruz, inceliklerine dikkat etmek gerekir) vecd duygusu, felsefeciler açısından da güzelin ifade biçimi, matematiği ya da kendi başınalığı güzelliğin karşısında tutulma olarak değerlendirilebilir.

Bu farklı güzellik kabulleri bir yana hemen her insan bir şekilde güzelliğe düşkün ve onu arıyor. Bu arayış için felsefeciler ne diyor? Bu dürtüsel mi, yoksa başka sebepleri var mı?
Bu noktada güzelliğin tutkuyla ilgisini görüyoruz. Filozofların kavramsallaştırması dairesinde bizi çekenler nelerdir diye baktığımızda; orantılı, parlak, daha aydınlık olan ve bir bütünlük arz eden şeylerdir. En kritik vurgulardan biri "bütünlük arz etmesi" çünkü bütünlük arz eden şeyler bizi kendine çeker. Aristoteles diyor ki: "Güzellik sanata yansıyor. Sanatın temel özelliği de doğanın taklidi olmasıdır. İnsan doğayı, eylemleri, sözleri taklit ederek katarsise (arınma) ulaşmaya çalışır." Güzelliğin peşinde koşmamızın temel noktası katarsise ulaşmak; yani arınmak… Arınma duygusal boşluklardan, parçalara ayrılmış olmaktan, korku ve endişelerden arınmayı da beraberinde getiriyor.

Bahsettiğiniz katarsis (arınma) boyutuna dönersek, güzellik/ estetik dediğimiz şeyi çok özel bir boyuta taşıyor. Gazali gibi düşünürlere atfen "Estetik arınmanın duyulardan başladığı, gerçek güzelliğe ancak arınmış kişilerin yaklaşabileceği" söylenir. Burada kastedilen estetik arınma nedir?
Estetik tamamen duyularımız ve duygularımızla ilgili ve bu açıdan bakıldığında varlığın ne olduğuna dair bilgiyi, 'hakk'elyakîn' (iç duyu yoluyla ulaşılan kesin bilgi) ile bilebilmekle ilişkili. Arınmaya ulaşabilmek için önce 'ayn'elyakîn' (gözlemle elde edilen bilgi) görmemiz lazım. Gazali buna gözün gördüğü renk, ışık, orana ilişkin güzellik der. Ama esas o bahsettiği estetik arınma, güzellik ona ilişkin bir şeyleri duymamız, onları kavramsallaştırmamızla, karakterle, yücelik duygusuyla, iyilikle kalpte gerçekleşir. Güzellik denilen şey o kadar öznel duyularla da dolu ki bu açıdan katarsis sağlaması, öznelliği varlığın bütününde daha açık ifade etmek gerekirse Tanrı'da gerçekleşir, açığa çıkar. Nasıl bir perspektifle? Değer yüklediğimiz bütün anlamları tekrar sorgulamanız ve o sorgulamayı da aşıp, "nereden geldim, nereye gidiyorum" sorularına verilen cevabı bütünüyle kuşatabilmekle belki. Bu açıdan bir katarsis olabilir. Aslında güzelin adaletle ilişkisi noktasına geri dönersek, adalet her şeyin yerli yerine konabilmesi. Biz birey olarak duygularımızı yerli yerine koyduğumuzda kaynağı, kökeni, sonuçları açısından eşyayla ve bütün bir varlıkla kurduğumuz ilişki de bir form kazanıyor. Katarsis bu noktadan itibaren geliyor. Çok daha özet bir şekilde söylersek; sınırı/haddimizi bilmekle karşımıza çıkan, tecrübe ettiğimiz bir duygu durumudur estetik arınma.

Az önce söylediklerinizle ya da güzele ilişkin sorularla ilişkilendirirsek felsefe gibi bir alan bile onu anlamak için estetik diye bir disiplin oluşturduğuna göre güzellik dediğimiz şey tıpkı ontoloji ya da epistemoloji gibi varlığın kaçınılmaz boyutlarından biri galiba.
Bir açıdan evet, çünkü estetik güzelin bilimi olan bir disiplin olarak 18'inci yüzyılda felsefenin alanına dahil oluyor. Varlığı bütün olarak kavramak epistemoloji (bilgi felsefesi), ontoloji (varlık felsefesi) ve etiği (ahlak felsefesi) kuşatan bir form da kazanıyor: Karşımda duran ya da içimde var olan her ne ise onunla bağ kurmak. Estetik, varlıkla güzellik üzerinden kurulan bağın, güzelin bilimdir. Varlıkla zihinsel bağ kurduğumuzda karşımıza bilim ve nesnenin zaman-mekândaki konumu çıkıyor. Varlıkla kurduğunuz ilişkiye etik olarak baktığınızda ise davranış/eylem modeli sunuyor. Dolayısıyla tek başına bilmek, tek başına eylemek ya da tek başına varlığını keşfetmek değil de bütün bunları estetik bir duyuş içinde hissedebilmek ve aynı zamanda derinlemesine bağ kurabilmek. Güzel, varlığı kavrayış açısından doğada içkin olduğu gibi sanatçının yargısı, ifade biçimi olarak varolanı aşan bir yöne de sahiptir.

Peki, felsefe ya da felsefeciler güzelliği nasıl tanımlıyor?
Güzellik ve özel olarak felsefede güzellik ortak yönlere rağmen farklı tanım ve kabullerle tasvir edilmekle birlikte belirli dönemlerde ortak güzellik tanımı ve bu tanımla kesişen kavramlar bulunmaktadır. Bunların başında adalet kavramı gelir. "Güzel olan adil olandır"; adil olmak ise her şeyin doğasına göre varolması, eylemesidir. Bir diğer ortak kavram iyilik kavramı… "İyi olan" ve "güzel olan" birbirini tamamlayan şeyler olarak karşımıza çıkıyor. "Bir şey güzelse aynı zamanda iyidir" algısı 18'inci yüzyıla kadar devam eden bir anlayış ve ahlakla estetiği birbirine yaklaştıran bir form. Bunun yanı sıra ve aslında öncelikle "Güzel olan nedir ve neden güzel olarak kabul edilmiştir?" sorusuna verilen cevapları incelediğimizde, "güzel" yargısının yüklendiği nesneyle de ilişkili olarak haz veren, yarar sağlayan, beğeni oluşturan, duyusal ve duygusal olarak bakanda değişime neden olan olgu ve durumlardır. Peki, insan neye, neden güzel der? Doğanın kendi başınalığına mı, sanatçının zihinsel kurgusuna mı, sanatçının duyusal üretimlerine mi, izleyenin bakışını biçimlendiren içsel süreçlerine mi… Bütün bu ve diğer sorular güzel olana ilişkin yargılarımızın problematiğini ortaya çıkarmaktadır. Güzellik doğada var olanların, doğal olanın güzelliği ve insanın üretimiyle ortaya çıkan nesnenin güzelliği mi, güzelin sanattaki yeri gibi sorular yumağı içinde ortaklıkları ve farklılıkları dikkate alarak felsefe tarihine yöneldiğimizde karşımıza ilk olarak Platon çıkar. Platon'da hemen ilk söyleyeceğimiz şey "güzel olan iyi olandır, adil olandır" yargısıdır. Platon dört tür güzellikten bahseder: Bedensel güzellik, ahlaki güzellik, zihinsel güzellik ve salt güzellik. Bunları temellendirmek ve anlamak için Platon'un İdealar'ını epistemolojik ve ontolojik yönüyle anlamak gerekir çünkü 'İyi', 'Güzel' ve 'Doğru' özdeş idealardır. Büyük Hippias diyaloğunda güzel olanı yarar ve haz bağlamında temellendirirken Gorgias ve sonraki diyaloglarında güzeli iyi ve hoş olan üzerinden açıklar: "İyi olan her şey güzeldir."

Delphi Tapınağı'nda bir kâhine soruyorlar: Güzellik nedir?
"Güzellik; kibirden, aşırılıktan, sınırları aşmaktan uzak durmaktır" diyor. Bu tanımlamalara baktığımızda ahlaka nasıl yaklaştığımızı daha iyi görürüz. Sadece formların güzelliğinden değil, aynı zamanda davranışın güzelliğinden de bahsediyorlar. Yani güzellik, fiziksel olarak ölçülebilen bir boyuta sahip olmakla beraber esas belirleyiciliği davranışlarla ortaya çıkıyor. Hep deriz ya "ruh güzelliği." Aristoteles'te ise güzel, düzen ve ölçü demektir. Güzel olan belli bir orana uygun olarak tanımlanan yapıdadır ama bu oran sadece fiziksel olarak simetriyi getiren bir oran değil, davranışta da altın noktayı yakalamaktır. Güzellik bir tür armonidir ve bu armoni eylemle bedenin bir arada gitmesidir. Bu açıdan güzellik bir anlamda insanın insan oluşuyla uyumlu olmasıdır, denilebilir. Yani bedeniyle ve ruhuyla estetik bir değer oluşturabilmesi.

Güzele eklenen bir başka yargı ise Aquinas'ta yerini bulur. O güzelliği iyi olan, uyumlu olan, ölçülü olan, adil olanın yanı sıra amaca uygun olan olarak tanımlar. Aquinas'a göre varlıklar arasındaki karşılıklı ilişkinin amaca uygun olarak gerçekleşmesi güzelliktir ve üç güzellik ölçütü belirler: "Oran, Bütünlük ve Claritas" yani parlaklık, ışıltı, aydınlık… Bu ölçütler sonrasında sanat nesnesinin fiziksel güzelliğini açıkladığı gibi ahlaki güzelliği de belirler. 18'inci yüzyıldan sonra günümüze kadar güzelin tanımı ve ilişkili olduğu kavramlar değişmeye başlar. Deha, zevk, beğeni, bakış, duygular (içsel ve dışsal) güzele yeni derinlikler ekler. Özellikle Nietzsche'yle birlikte Tragedyanın Doğuşu'nda güzele ilişkin yargılar bağlamını değiştirir. Apollon ve Dionysos geriliminde güzeli tanımlamaya çalışır. Artık güzel sadece iyi, adil, aydınlık ve ölçülü olan değil aynı zamanda çirkin, karanlık, bencil ve düzensiz olandır da.

Çok klişe bir söz olacak ama güzellik aslında içimizde ve bakılan nesneyle değil, bakan özneyle ilgili galiba?
Klasiklere döndüğümüzde; Aristoteles, Eflatun, Augustinus, Thomas Aquinas, Gazali, İbn Sina, İbn Rüşd'ün tanımlarına baktığımızda, bir hakikat var ve o hakikat güzeli içerisinde taşıyor. Ona yönelmeniz gerekiyor. Bakandan bağımsız olarak güzeli kuşatan güzeli temsil eden bir âlem var. O âlemle bağ kurmanız sonucu güzellik ortaya çıkıyor ama bu algı, o bakılan güzeli temsil eden varlığın, hakikatin sorgulanmasıyla beraber yön değiştiriyor. 19'uncu yüzyıldan sonra artık bakanın duygu durumu, kavrama gücü ve ifade biçimi onun güzelle bağını şekillendiriyor ve bu sadece güzel, iyi, yüce olan üzerinden değil, çirkin, uyumsuz ve kötü üzerinden de şekilleniyor. Aslında felsefe tarihinde bakılan, bakan ve üreten arasındaki ilişkide midir güzellik/ çirkinlik, iyilik/kötülük yoksa bakılan nesne zaten güzel de, bakan ona yönelip, onu seyredip ondan bir tür duygu durumu mu devşiriyor ya da duygularını mı harekete geçiriyor? Burada karşımıza ayırmamız gereken kritik bir kavram çıkıyor; seyretmek. Latincede "contemplatio" denilen derinlemesine bakmak anlamında ve baktığınız hakikati temsil eden bir şey var: Tefekkür. Bu seyirde sadece kafadaki gözle bakılmıyor, bütün aklın, kalbin idrakiyle, bütün varoluşunuzla yönelerek bakıyorsunuz ve bakışın asıl sahibi ve en yüce, en güzel olana bakıyorsunuz.

İnsanlığın güzelliğe meftun oluşu, onu arzulayışı aslında fıtratımızda mevcut bir dürtüdür diyebilir miyiz?
Salt bir dürtü diyemeyiz çünkü temel/ilkel duyumlarımızdan kaynaklanmıyor. Güzellik insandan bağımsız olarak da mevcut ama insanın yönelmesi, adlandırması, ifade etmesiyle beraber ortaya çıkıyor ve bu nedenle bütün olarak insan olma serüvenimizle bağlantılıdır. "Güzel" dediğimiz şey bizde bir duygu durumu, heyecan, vecd oluşturuyor. Burada güzel karşısındaki meftunluk büyük oranda yüceliğe olan meftunluk… İnsanı kendine çeken önemli bir unsur; insan aşkın olana yöneldiğinde bir korku daha doğrusu haşyet duygusu uyanır. "O"nda olmanın huzuruyla korkuyu bir arada yaşamaktır. Zamanımızda bu duygu yücelik ve güzelin dönüşmesiyle beraber dönüşüme uğruyor.

Peki, çağımızda nasıl bir dönüşüm geçirdi ya da geçiriyor güzellik algısı?
Güzellik olabildiğince tüketimle, hızlı bir dolaşımla, öznellikle buharlaştı ve Baudrillard'ın dediği gibi günümüzün estetik alanında estetik zevk ve yargıya ilişkin hassas terazisi yok artık. Özellikle içinde bulunduğumuz kültürel kodlar üzerinden baktığımızda, iki yönü birbirine karıştırılan bir form. Bir taraftan "hakikatle olan güzellik ilişkisini bozmuyoruz", "hakikat ve güzellik birbirini tamamlayan şeylerdir", "hak olanda, adil olanda ortaya çıkar güzellik" diyoruz. Ama iş güzele yönelik üretim sürecine geldiğinde, yani güzelin bir sanat yapıtına dönüştürülmesinde iş hak ve adil olandan uzaklaşıp tekrar eden, biçimin, renklerin, çizgilerin ve güzele ilişkin ölçütlerin neredeyse hepsinin donuklaştığı, kısırlaştığı maddi faydada eridiğini söyleyebiliriz. Ürettiğimiz eserler özellikle topluma dokunan yapılar - mesela mimari yapı- güzelle kurduğumuz bağdan ziyade 24 saati değerlendirebileceğimiz pragmatik yapılara dönüştü ve içinde adalet yok. Bir sanat yapıtı ya da güzelle kurduğumuz bağ bir şekilde endüstri formuna dönüştürülüyor. Bir heykelin ya da bir tablonun oluşturduğu duygu durumu, vecd hâli bir şekilde fayda ve toplumsal statü elde etmekle, maddi kazançla ilişkilendiriliyor. Güzelin geldiği nokta, o vecd hâlinden, o katarsisten bir tür ekonomi politik üretebileceğimiz, statü devşirebileceğimiz bir araç olmak… Güzeli, iyiyi duyumsamayla ortaya çıkan estetik arınma bir tür kayboluşa dönüşmüştür.

Nihayetinde güzellik ya da güzel olan bir tüketim nesnesine dönüşmüş olmuyor mu?
Evet, hatta güzellik artık öyle bir tüketim nesnesi ki tek bir defalık, tek "kullanımlık"... Bir defa daha kullanılmayacak bile. Fayda sağladığı için yöneliyorsunuz ve işiniz bittikten sonra, o yararı, o hazzı elde ettikten sonra bırakıyor, bir daha geri dönmüyorsunuz. Bu durumda bir anlam ve değer dünyası oluşturulmuyor, olup-bitiyor iz bırakmamacasına.

Sizce bu çerçevede, mimari üzerinden gidersek, biz mimariyle hayatımıza estetik değer yansıtabiliyor muyuz?
Mimari, şehir estetik dediğinizde benim zihin dünyamda ilk beliren isim, rahmetli (akademisyen-mimar) Turgut Cansever hocadır. Mimariyi tanımlarken söylediği şey şuydu: "Mimari yapı, varlığı bütünüyle kavramaya yöneliktir. Dolayısıyla sadece estetiğin ve teknolojinin ürünü değil, etiğin ve inancın ürünüdür." Böyle bir bakış çok uzun süredir sadece bizim coğrafyamızda değil yaygın olarak Batı'da da hâkim değil. Neyle ilişkilendiriyoruz kentin mimarisini? "Nüfus artıyor, artan nüfusu şehirde daha uzun süre ve pazar oluşturabilecek düzeyde tutabilmenin imkânları nelerdir" ile ilişkilendiriyoruz. Bu tamamen pragmatik bir perspektif getiriyor ve Cansever hocanın söylediği hanenin, mimarinin varlıkla bağ kurmayla ortaya çıkan tamamlanmışlık duygusunu tamamen dışarıda bırakıyor. Çünkü varlıkla bağ kurmanız burada artık tamamen pragmatik ilişkiye dönüşüyor ve sadece teknolojiyle ve gözün anlık zevkiyle şekillendiriliyor. Burada etik yok, inanç sistemi temsil edilmiyor, estetik değer de yok.

Kulelere bakın, gökdelenlere, yüksek binalara… Bu binaların, estetik ve etik hiçbir fonksiyonları yok, sadece hareketi, akışı tüketim ilişkilerine nispetle işlevsel kılmak var. İnsanlar sadece küpler içinde yaşayan nesnelere dönüştürülüyor. Böyle olunca üretebileceğiniz değer de kalmıyor. Her yapı bir şekilde eylemini de beraberinde getirir. Böyle bir mimarinin ortaya çıkaracağı eylem kaostur ve insanların zihinsel ve duygusal olarak dağılmasıdır. Şehir plancılarının 21'inci yüzyılla ilgili söylediği ortak bir şey vardır: "21'inci yüzyılın şehirleri heavy metal müziğe benzer, ritimsiz, baskın ve agresif." Özetle, özellikle şehir mimarimiz estetik bir zevk vermenin çok uzağında hızlı hareketle, estetik duyuyu paranteze alan bir akışla insanı varlıkla, kendisiyle dinamik bir bağ kurmasından uzaklaştırıyor.

Buradan hareketle sorarsak; İslam felsefesinin güzelliğe yaklaşımının ana hatları nelerdir?
Bildiğim bir alan değil, sadece pratikten ve Cansever hocanın hassasiyetinden hareketle şu iki şeyi söyleyebilirim: Genel itibariyle güzellik inanmanın ve etik bir değerin ifadesidir. Cansever hocanın da vurguladığı gibi 'İrfan' ehli açısından güzellik Tanrı'nın yaratmasındaki ahengi görmek, göstermek; her şeyde Tanrı'yı görmek ve aramaktır. Yaratılışın mükemmelliğini, âlemdeki oranını, dinamik kavrayışı gösteren geometrik formlarda yansıyan ilahi bir değerdir. İslam felsefesindeki ortak çizgide emir ve nehy ilişkisinde etik bir tavır olarak ortaya çıkar güzellik. Yunus Emre ne der: "Maharet güzeli görmektir, sevmenin sırrına erebilmektir."

Özetle güzellik tek başına biçim değildir. Güzellik adaletle ilgilidir, eşyanın doğası gereği olması gereken yerde var olmasıdır. Çünkü her şeyin evrende bir yeri var ve her şey merkezinde güzeldir. Güzeli her yerde her şeyde görmek ve sevmenin sırrına ermek muradıyla, teşekkürler.

YAYLAGÜL CERAN KARATAŞ KIMDIR?
Kendini "ömür boyu öğrenci" olarak tanımlayan Yaylagül Ceran Karataş 1995 yılında İ.Ü. Felsefe Bölümü'nden mezun oldu ve yüksek lisansını "Modern Öznenin Yapısı ve Eleştirisi" temasıyla aynı fakültede tamamladı. Ardından Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde din felsefesi üzerine doktorasını tamamladı. Boston'da şehir planlamacılığı ile ilgili yüksek lisans yaptı. 2014'te Medeniyet Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı ve hâlen buradaki görevine doçent doktor unvanı ile devam ediyor. Ağırlıklı olarak felsefi antropoloji (insan felsefesi) üzerine çalışıyor, başlıca uğraşı alanları olan çağdaş dönemin sorunları ile şehir ve insan konuları üzerinde çalışmalar yürütüyor. Felsefi çalışma alanlarından biri de "kötülük" konusu.

BİZE ULAŞIN