Mesut Aytekin: Türk sinemasındaki Türkiye

Türk sinemasındaki Türkiye
Giriş Tarihi: 19.11.2018 13:00 Son Güncelleme: 19.11.2018 13:01
100 yılı aşan yaşı ile birçok hikâyeyi, gerçek olayı, hayali aktaran Türk sineması bu toprakların sesi oldu. Yokluk içinde bizi bize anlattı.

100 yılı aşan ile birçok farklı hikayeyi, gerçek olayı, hayali aktaran Türk sineması bu toprakların sesi oldu. İlk haber filmlerinden kurmacalara, sesli filmlerin renkli filmlere, melodramlardan fanstakik denemelere, arabeskten komediye binlerce film gösterildi Türkiye sinemalarında. Yokluk içinde bizi bize anlattı Türk sineması. Gelin sinema tarihimizde bizim hikayelerimizin anlatıldığı ana duraklardan birkaçını birlikte ziyaret edelim...

Filmler izlenir Pera'dan Şehzadebaşı'na

Sinema, 1895'teki ilk gösteriminden bir yıl sonra Sigmund Weinberg sayesinde yine Pera'da kendini gösterdi ve Osmanlı halkı sinema ile tanıştı. Lumiere kardeşlerin Fransa'da Grand Cafe'de yaptıkları gösterim tekrarlandı. O ilk heyecan, Trenin Gara Girişi ile atıldı ama ne atılma. Trenin perdeden çıkacağını düşünen ahali korkarak bağrış-çağrış içinde salonu terk etti. Sinema, Fransa'daki ilk gösteriminde yaşattığı korku ve heyecanı İstanbul'da da yaşatmıştı. Bu gösterimler gayrimüslim tebaanın yaşadığı Pera'dan sonra Müslüman ahalinin yoğunlukta yaşadığı Şehzadebaşı'na taşındı. Bir birahanede yapılan ilk gösterim kahvehanede devam etti. Belki de bu, yıllarca sürecek bir ikilemin önemli göstergelerinden biriydi. Bir tarafta Pera, diğer tarafta Şehzadebaşı; bir tarafta Harbiye, diğer tarafta Fatih vardı. Peyami Safa da bunu anlatmaya çalışıyordu. Sinemayı çok sevdi Müslüman ahali. Girişimci Cevat Aziz Boyer, bu ilgiyi karşılıksız bırakmadı ve Türklere ait ilk sinema salonunu Şehzabaşı'nda 1915 yılında Millî Sinema adıyla açtı. Şimdiki gibi sessiz, yıpranmış, bakımsız, yalnız ve yorgun değildir Şehzadebaşı; döneminin kültür sanat merkezlerinden biridir.

Enver Paşa ve Merkez Ordu Sinema Dairesi

Kurumsal derli toplu ilk sinema çalışmaları ise Enver Paşa sayesinde gerçekleştirilir. Balkan Savaşları ülkeye sert bir darbe vurmuş, imparatorluk topraklarında ayaklanmalar başlamıştır. Dönemin siyasi sıkışıklığında müttefik arayışı içinde olan Enver Paşa, Almanya'ya bir gezi düzenler ve burada çeşitli görüşmeler yapar. Bu görüşmeler esnasında kendisi kameraman ve fotoğrafçılar tarafından takip edilmektedir. Çekilen görüntüler yurda geri dönmeden Paşa'ya izlettirilir. Enver Paşa, bu çekimlerden etkilenmiştir. Sinema, yıllarca süren propaganda gücünü göstermiştir. Enver Paşa, İstanbul'a döndüğünde İngiliz ve Fransızların yoğun olarak kullandığı bu sanatı icra etmenin gerekliliği üzerinde durur. Vakit kaybetme niyetinde değildir. Tez canlılığı ve kararlılığı, güzel bir kurumu ülkemize kazandırır. Enver Paşa'nın emri ile Merkez Ordu Sinema Dairesi (MOSD) kurulur. Başına fotoğraf ve sinema işleri ile meşgul olan Weinberg atanır. Yardımcısı ise Fuat Uzkınay'dır. MOSD bir yandan askerî teçhizatları öğreten filmler çekerken bir yandan cepheden görüntüler çeker; diğer taraftan bunların gösterimini yapar. Propaganda amaçlı haber belgeselleri hazırlanır. Cepheden görüntüler halka güç vermekte, askere moral olmaktadır. Bizi bize anlatan ilk filmler I. Dünya Savaşı sırasında yapılan çekimlerdir.

Sinema Millî Mücadele'nin hizmetinde

İşgal yılları… Vatan bölünmüş, halk yorgun, payitaht esir, fikirler ayrılmıştır. Kimileri esareti kabullenmiş boyun eğme niyetinde, kimileri Millî Mücadele'yi başlatmak için gayretle çalışma emelindedir. Ordudaki sinema cihazları işgal kuvvetlerinden kaçırılarak Malul Gaziler Cemiyeti'ne devredilir. Fuat Uzkınay, İzmir İşgalini Protesto Mitingi (18 Mayıs 1919), Fatih Mitingi (19 Mayıs 1919) ve Sultanahmet Mitingi (23 Mayıs 1919) gibi önemli filmlere imza atar. Millî Mücadele dönemi belgesellerinde veyahut haberlerinde bu görüntülere sık sık rastlarız. Halide Edip (Adıvar), o meşhur konuşmasını Sultanahmet Mitingi'nde yapar. Halkın yoğun olarak katıldığı miting, Anadolu'ya can verir. İşgal altındaki İstanbul ayakta ise Anadolu'ya durmak yakışmaz. Cemiyet Mürebbiye, Binnaz ve Bican Efendi serilerinden oluşan kurmaca filmler de çeker. TBMM kurulduktan sonra daha kuvvetli bir direnç göstermek ve mevcut medya araçlarından yararlanmak için ordu içinde Ordu Film Alma dairesi kurulur. Bu daire 1922 yılında geri çekilen işgal ordusunun yol boyunca yaptığı zulmü ve tahribatı görüntüler. Düşmanın bütün vahşeti ve barbarlığı kayıt altına alınır. Şanlı ordumuzun ülkeyi nasıl bir zulümden kurtardığını anlatan bu görüntüler, orduya ve vatana bağlılığı öğütlerken verilen mücadelenin haklılığını göstererek öneminin altını çizer.

Türk sinemasında 1922 yılında önemli bir gelişme daha yaşanır. İlk özel film şirketi Kemal Film kurulur. Kemal ve Şakir Seden kardeşlerin kurduğu şirket, konulu filmlerin yanı sıra, İstiklal Harbi'ni belgeleme çalışmalarına da yardım eder. Kemal Film ile Türk sinemasında sivil güç daha belirgin hissedilir. Ordu ile birlikte hareket eden Kemal Film, pek çok haber filmi yapar; Atatürk'ü takip eder, görüntüler.

Sinemadan "ibret" alamadık

Bu yıllarda İstiklal Harbi'nin önemli isimlerinden Şark Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa, sinema üzerine önemli bir projenin mecliste tartışılmasını sağlar. "İbret Yerleri" adını verdiği proje Anadolu'da genç sinemacıların yetiştirilmesine, gösterimler yapılmasına, bu yol ile halkın bilinçlendirilmesine olanak sağlayan çok önemli bir projedir. Proje, Cumhuriyet'i kuranların sinemaya ilgisinin en önemli kanıtlarından biridir.

Rusların "Ajitasyon Trenleri"ni andıran İbret Yerleri Projesi, Anadolu'nun sinema merkezleri ile donatılmasını öngörmektedir. Sinemanın kalkınmada önemli bir rol üstleneceğine inanan Kazım Karabekir Paşa, bu düşüncesini öncelikle iktisat ve millî müdafaa vekâletlerine gönderir.

Türk sinemasının yönünü değiştirebilecek bu proje mecliste görüşülür, tartışılır. Projeyi değerlendiren ve hayata geçirilmesi noktasında çalışılmasını isteyen Atatürk'e rağmen proje, maddi imkânsızlıklar sebep gösterilerek rafa kaldırılır. Dönemin yöneticileri tarafından bir eğlence aracından öte bir propaganda aracı olarak görülen sinema, eğitici ve öğretici işlevleri ile toplumu terbiye etme aracı olarak kullanılmak istenmiştir. Buna rağmen İbret Yerleri Projesi'nin hayata geçmemesi manidardır.

İstiklalin sineması

İstiklal Harbi, Türk sinemasında en çok işlenen konulardan biridir. Bu şanlı mücadelemiz hemen hemen her dönem beyazperdede kendine yer bulur. Türk sinemasının ilk konulu İstiklal Harbi filmi 1923 yılında Ateşten Gömlek adıyla çekilir. Film, Halide Edip Adıvar'ın yaşadıklarını ve gördüklerini kaleme aldığı, aynı zamanda ilk İstiklal Harbi romanı da olan aynı isimli eserden uyarlanır. Kemal Film'in yapımcılığında gerçekleştirilen filmin yönetmenliğini ve senaristliğini Muhsin Ertuğrul yapar, başrolünü de kendisi oynar.

Filmin bir diğer özelliği ise Türk sinemasında ilk defa Müslüman Türk kadın oyuncuların rol aldığı film olmasıdır. Bu filme kadar hep gayrimüslim azınlık kadın oyuncular Türk sinemasında boy gösterirdi. Atatürk filmin çekilmesine büyük destek verir ve filmde Türk kadın oyuncuların oynamasını destekler. Atatürk böyle bir filmin çekilmesinin önemini şu sözlerle belirtir: "Kurtuluş Savaşı Türk ulusunun destanıdır. Büyük zaferin ardından kurulan cumhuriyet Türkiye'sinin destanı sinema yoluyla yeni kuşaklara anlatılmalıdır. Bir tarih, edebiyatta ve sinemada belgelenmelidir."

Ateşten Gömlek filminden sonra Türk sinemasında pek çok İstiklal Harbi filmi çekilir. Bu kutlu zafer pek çok yönden ele alınır. Kimi filmler resmî tarih düşüncesi ile işler İstiklal Harbi'ni, kimi filmler manevi yönüne ağırlık vererek anlatır. Bu filmlerden öne çıkanlardan bazılarını şu şekilde sıralamak mümkün:
1928: Ankara Postası (Muhsin Ertuğrul),
1932: Bir Millet Uyanıyor (Muhsin Ertuğrul),
1948: İstiklal Madalyası (Ferdi Tayfur),
1951: Yüzbaşı Tahsin (Orhon M. Arıburnu, ),
1951: İstanbul Kan Ağlarken (Kâni Kıpçak),
1951: Fato-Ya İstiklâl Ya Ölüm (Turgut Demirağ),
1952: İngiliz Kemal (Lütfi Akad),
1952: İki Süngü Arasında (Şadan Kâmil),
1958: Bu Vatan Bizimdir (Nejat Saydam),
1958: Şahinler Diyarı (Rahmi Kafadar),
1959: O'nun Süvarisi (Nusret Eraslan),
1959: Bu Vatanın Çocukları (Atıf Yılmaz Batıbeki),
1959: Düşman Yolları Kesti (Osman F. Seden),
1960: Ateşten Damla (Memduh Ün),
1970: Ankara Ekspresi (Muzaffer Aslan),
1979: Yorgun Savaşçı (Halit Refiğ),
1994: Kurtuluş (Ziya Öztan),
1999: Cumhuriyet (Ziya Öztan),
1999: Atatürk (Tolga Örnek).

Bizans'tan Kore'ye Türk çıkarması Tiyatrocular ve geçiş döneminde
kendini arayan Türk sineması, Batı sineması ile "sinemacılar" döneminde tanışır. Avrupa ve Amerikan sinemalarından etkilenerek farklı türlerde filmler çekilmeye başlanır. Bunun yanında sanatsal yönden güçlü, toplumsal sorunlara eğilen filmler de çekilir.

1950'lerin başında Türkiye yenidünya düzenine uyum sağlamaya çalışırken siyasal düzende de büyük değişim geçirmektedir. Bu süreçte yaşanan sıkıntıları atlatmak, gündemi değiştirmek, halka ümit vermek için siyasal iktidara paralel bir şekilde ortaya çıkan tarihi filmler, geleneksel değerleri önemser şekilde Osmanlı'yı konu edinir. İktidar, kendi meşruiyetini sağlamlaştırmak için tarihi filmlere destek verir. Tarihin tozlu sayfalarından çıkan kahramanlar kurgusal hikâyeler ya da tarihteki makbul "kahramanlara" benzer kahramanlar vasıtasıyla iktidardaki ideolojiye hizmet eden bir yapı oluşturulur. Schlesinger'in de ifade ettiği gibi bu, arzu edilen tarihin yazılmasıdır.

Bu dönemde Türk sinemasında furyaya dönüşecek tarihi filmlerimizin ilk örneği, İstanbul'un Fethi de çekilir. Aydın Arakon imzalı İstanbul'un Fethi büyük ses getirir. Oldukça iddialı ve döneminin en pahalı filmi olan İstanbul'un Fethi içerik olarak kötü bir iş çıkarsa da ticari olarak büyük bir başarı yakalar. Filmin başarısı Barbaros Hayrettin Paşa, Lale Devri, Cem Sultan, Üçüncü Selim'in Gözdesi gibi tarihi filmlerin çekilmesine vesile olur. Tiyatrocular ve geçiş döneminde Cumhuriyet'in kurucularının düşüncelerine paralel bir şekilde kötülenen Osmanlı, bu dönemde sahiplenilen bir yapıya bürünür. Artık düşman saraydaki padişah ve eşrafı değil, Bizans'tır.

1950 yılında Türkiye'nin dünya üzerindeki etkisini arttıracak bir olay yaşanır. Türkiye NATO yolunda önemli bir adım atarak BM'nin çağrısı ile Kore'ye yaklaşık 5 bin asker gönderir. Bu millî olay sinemada da kendine yer bulur. Milliyetçiliği ön plana çıkaran ve millî duygulara seslenen Kore filmleri peş peşe gelir: Kore'de Türk Kahramanları, Kore Gazileri (Seyfi Havaeri, 1951), Kore'den Geliyorum (Nurullah Tilgen, 1951) Kore'de Türk Süngüsü (Vedat Örfi Bengü, 1951), Ege Kahramanları (Nuri Akıncı, 1951), Mehmetçik Kore'de (Kenan Erginsoy, 1951), Dokunulmaz Bu Aslana (Vedat Örfi Bengü, 1952). Sinemacılar yabancı bir ülke atmosferini canlandırmakta güçlük yaşayınca yeniden İstiklal Harbi filmleri çekmeye başlarlar.

Ayşe sinemaya da giderse…

Kıbrıs filmleri, vatan derdimizi anlattığımız önemli filmlerimizdendir. 1960'lı yıllarda ortaya çıkmaya başlayan bu filmler, konjonktürel gelişmelere paralel bir şekilde inişli çıkışlı bir grafik çizerek 1970'li yıllara kadar gelir. 1974 yılında Kıbrıs filmleri kaldığı yerden yoluna devam eder. Zira tatile çıkan Ayşe, Kıbrıs Barış Harekâtı'nı başlatmıştır. Kıbrıs filmlerine örnek olarak şu filmleri sayabiliriz: Kartal Yuvası (Natuk Baytan, 1974), Kıbrıs Fedaileri (Müjdat Saylav, 1975), Önce Vatan (Duygu Sağıroğlu, 1975), Şehitler (Çetin İnanç, 1974), Türk Aslanları (Kayahan Arıkan, 1974) ve Zindan (Remzi Jöntürk, 1974), Sayılı Kabadayılar (Remzi Jöntürk, 1974), Sezercik Küçük Mücahit (Ertem
Göreç, 1974)

Dikkat Kahraman Var!

"Kara Murat kim?" diye sorulduğunda ve halktan cevap gelmediğinde gayriihtiyari biz cevap veririz aşk ile kardeşlerimiz ölmesin diye: "Kara Murat benim!" Sonra arkadan bir ses gelir: "Hayır benim!" Sonra bir diğeri: "Hayır, Kara Murat benim!" Bıraksak bu replik bütün Türkiye'yi sarar. Kimi müstehzi bir gülüş ile kimi samimi bir ses ile tekrar eder aynı şeyi…

Halkımızı derinden etkileyen serinin ilk filmi Kara Murat Fatih'in Fedaisi 1972 yılında çekilir. Filmi, Türker İnanoğlu'nun yapımcılığında Natuk Baytan çeker. Seyircinin çok beğendiği Kara Murat, Türk sinemasında yedi devam filmiyle en uzun soluklu kahramanlardan biri olur.

Cüneyt Arkın'lı, Kartal Tibet'li tarihi filmler romanlardan, çizgi romanlardan, hikâyelerden uyarlanmaktadır. Bazen gerçek bazen hayal ürünü kahramanlar, özellikle Osmanlı döneminde kurgulanarak fetihler, savaşlar içinde zaferden zafere koşmaktadır.

Uyarladıkları eserlerin milliyetçi söylem ve havasını fazlasıyla filme taşıyan yönetmenler, toplumsal hafıza ve ulusal kimliğin şekillenmesinde önemli rol oynamışlardır. Öncelikli olarak milliyetçi üslupları, görsellikleri ve seri hikâyeleri ile uyarlama açısından avantajlı olan tarihi çizgi romanlar sinemaya aktarılmıştır.

Tarkan, Karaoğlan, Malkoçoğlu, Battalgazi filmleri, popüler milliyetçi söylemleriyle toplumu hayatın gerçeklerinden uzaklaştırmakla eleştirilir. Oysaki
muhafazakâr düşünceyle Türklük ve Osmanlı temelinde geleneksel olanı seyirciye ulaştıran filmler, bu fikirlerin savunuculuğunu yapmaktan öte olaylara ticari bir yaklaşımla bakmaktadırlar. Amaç, var olan potansiyel milliyetçi atmosferden para kazanmaktır.

BİZE ULAŞIN