Birol Biçer: Doğal ve ekolojik yaşam arayışları

Doğal ve ekolojik yaşam arayışları
Giriş Tarihi: 16.10.2018 16:23 Son Güncelleme: 16.10.2018 16:29
Tarihi boyunca doğa iyi-kötü bir uyum içinde bulunan, yediği, içtiği, giydiği, kullandığı büyük ölçüde "doğal"olan insan, geliştikçe doğallıktan uzaklaşır oldu.

Sanayinin, teknolojik gelişmenin ve kapitalizmin hakimiyetiyle birlikte bu yeni hayatı artık yapay gıdalar, pestisitli tarım ürünleri, hormonlu sebze ve etler, sentetik giysiler, sanal ortamlar, beton yaşam alanları, GDO'lar, metabolizmayı olumsuz etkileyen ilaçlar, egzoz gazlı atmosfer, plastik kaplmalar, radyasyon yayan aletler, toprakla teması önlyen zeminler, bilgi bombardımanı, trafik gürültüsü, kimyasallar, çimento, beton ve çelik gibi çok çeşit unsur kaplıyor. Özellikle şehirlerde doğal hayattan uzaklaşma bu kadarla da kalmıyor. Fıtri olanla ilişkisi giderek kesilen insanın gıdası, çevresi, gerçekliği yapaylaşıyor; hatta kimilerine göre uzaaşıyor ancak herkes bu duruma kayıtsız değil. Yaşamı giderek tabiattan ve onun bahşettiği maddi/manevi nimetlerden mahrum kılarak yapay, mekanik ve fıtrata uyumsuz bir sisteme dönüştüren gidişatı değiştirmeyi hedefleyen pek çok düşünce akımı, hareket, oluşum ve arayış zuhur etti son 50 yıllık süreçte. Bunlardan bazıları ilham verici, bazıları oldukça sıra dışıydı. Bazıları düpedüz modern kült, bazıları ise sosyal medya laboratuvarıydı. İşte artılarıyla eksileriyle sıra dışı doğal ve ekolojik yaşam hareketleri...

Önce doğayı kirleten sonra felsefesini yapan düşünce


Henry D. Thoreau

Doğayı alt edilmesi ve sömürülmesi gereken bir düşman olarak gören kapitalizm, sanayi ve teknolojinin insanın bindiği dalı kestiğini görerek uyarı görevini ilk yapanlar da yine Batı'dan çıktı. Naturalist yazar Henry D. Thoreau (1817-1862) doğal yaşam hareketlerinin ve çevreci hareketin ilk öncülerinden. Bir göl kıyısına yaptığı kulübeye yerleşen ve iki yıl boyunca doğayı gözlemleyip, çiftçilik yapan Thoreau doğayı kendi inancı içinde başat bir yere konumlandırdı. Bu süreçteki izlenimlerini kaydettiği, Tolstoy ve Ghandi'yi etkileyen Walden - Ormanda Yaşam adlı kitabı kendisinden sonra ilham vereceği doğal yaşam hareketleri adına bir külte dönüştü. Doğa ve İnsan ya da İnsan Faaliyetiyle Değişime Uğrayan Fizikî Coğrafya kitabının yazarı George Perkins Marsh (1801-1882) ekolojik düşünceye abidevî bir katkı sağlayan bu kitabıyla 20'nci yüzyıl ekoloji politikalarının temelini attı. Fizikî dünya ile canlıların aynı maddelerden vücut bulduğu görüşünden hareket eden felsefeci Ernst Haeckel (1834-1919) ise insan toplumları için canlılar dünyasının model alınmasını öneriyordu. Ekoloji teriminin de mucidi olan Haeckel, bilimsel gelişmenin, insanın doğayla olan ilişkilerinde doğadaki düzene saygıyı esas alması gerektiği yönünde bir politik reforma inanıyordu.

Çevreci akımların Eko-Filozofları


Aldo Leopolo


Arne Naess

Doğa, doğal hayat, ekoloji, çevreci hareket gibi meseleler sadece doğayı korumayı hedefleyen aktivist ve meraklıların gündem ve güdümünde kalmadı. Günümüzde iyiden iyiye bir trende dönüşen doğal yaşam çerçevesi içindeki eğilim ve hareketlerin henüz ortalarda görünmediği dönemlerde doğal yaşam hareketlerinin nüvesini teşkil eden, doğayı korumayı ve doğal dengelere saygıyı öngören çevreci akımlara giden yolun düşünsel temellerini atanlar arasında eko-filozoflar olarak nitelendirebileceğimiz felsefeciler vardı. Bunlardan biri Amerikalı filozof, yazar, ormancı Aldo Leopold'du. Ömrünü doğanın korunması fikrine adayan profesör Leopold (1887-1948) modern anlamıyla ilk ekolojistlerden biriydi. Iki milyon satışa ulaşan A Sand County Almanac (Bir Kum Yöresi Almanağı) adlı kitabı Amerikan gençliğinin elinden uzun süre düşmedi. Doğaya karşı son derece haşin yaklaşımların olduğu bir sanayi dünyasında biyolojik çeşitlilik ve ekolojiye dikkatleri çekerek vahşi doğa ve yaşamın korunmasına ve çevreci hareketin etiğine derin etkide bulundu, doğaya karşı daha saygılı bir anlayış önerdi. Norveçli felsefeci Arne Naess (1912-2009) ise Spinoza'dan Ganhi'ye kadar uzanan ekoloji vizyonu ile hayata dair düşüncesinin merkezine insanı değil doğayı yerleştirdi. Canlı türlerinin korunmasında insana hiçbir öncelik vermeyen radikal doğacı Naess "derin ekoloji"nin de babası sayılır. Bir başka Amerikalı felsefeci John Baird Callicott ise çevreci anlayış etiğinin savaşçısı oldu. Araştırma ve düşüncelerinde "Dünya'nın etiği" üzerine yönelen Callicott Wisconsin Üniversitesi'nde doğal kaynaklar profesörü olarak görev yaptı ve 1971'de dünyadaki ilk "çevre ve ekoloji ahlakı" derslerini başlattı. 1921'de Edirne kökenli bir Sefarad ailesinin çocuğu olarak Paris'te dünyaya gelen Fransız felsefeci ve sosyolog Edgar Morin ise doğa ve ekolojiyi düşüncesinin temel unsurlarından birine dönüştürdü. Çevre politikasının sadece hayvan ve bitki türlerini korumakla sınırlı kalmasını kabul etmeyen Morin bireyin, toplumun ve insan türünün geleceğini ilgilendiren bir mesele hâline getirdi. Rektörlük görevini bırakıp emekli olduktan sonra 1922'de Almanya'nın güneyindeki Kara Orman Dağları'nda bir köy yakınında kendi yaptığı ahşap kulübede modern hayatın imkân ve teknolojisinden uzak yaşamaya başlayan ve vaktinin büyük kısmını burada geçiren felsefeci Martin Heidegger de köye dönüş ya da doğaya dönüş akımları için fiili bir örnek teşkil etti. Burada doğa ile beraber yaşamın gerçekliğini müşahede ettiğini, doğadan kaynaklanan bir güçle düşündüğünü söyleyerek doğal yaşamın saflığına yöneldi.

Fıtri varlıktan şehir canlısına
200 yıl önce dünya nüfusunun sadece yüzde 3'ü şehirlerde yaşıyordu, günümüzde bu oran yüzde 50'yi aşmış durumda. Bu gidişatın sürekli yükselen grafiğine bakacak olursak insnaoğlunun giderek bir şehir canlısına dönüşmeye başladığını söylemek pek de abartılı sayılmaz. Günümüzde on milyonlara varabilen kalabalıklar içinde yaşamaya başlayan insanoğlu tarih boyunca herkesin birbirini tanıdığı küçük topluluklar halinde yaşadı oysa. Çok hızlı bir maddi gelişme içine girdiği son bir-iki yüzyıllık süreçte sanayi devrimi, kuantum fiziği, atom çağı, teknoloji çağı, şehirleşme, doğayla mücadele, tarım devrimi, ulaşımın yaygınlaşması, bilişim teknolojileri, iletişim çılgınlığı gibi her defasında dünyayı giderek daha küçülten aşamalardan geçen gezegen ahalisinin bir yandan gelişmenin hızı ve nimetleriyle başı dönerken, öte yandan doğadan ve doğal hayattan bu kadar uzaklaştığı bir devir görülmedi.

İskoçya
İki yüzlü bir new age topluluğu: Findhorn

Senteti k ve aşırı teknolojik yaşamdan kaçarak doğal olana yönelen ve kendilerine yepyeni doğayla uyumlu bir yaşam alanı ve toplum oluşturanların ilk örneklerinden biri Iskoçya'daki Findhorh ekolojik köyü. 1962'de Peter-Eileen Caddy çift i ve Dorothy Maclean öncülüğünde kurulan bu köyü yaşam alanı olarak seçen 400 kişiden oluşan topluluğun amacı salt doğal yaşamla sınırlı değil. Ekolojik yaşamı New Age (Yeni Çağ) tarzı holisti k (bütüncül) bir mantı k içerisinde anlayan topluluğun manevi bir boyutu da var. Hatt a Findhorn, New Age'in Vati kan'ı olarak bile nitelendiriliyor. Kuzey Iskoçya'daki Findhorn Körfezi etrafı nda kurdukları doğayla uyumlu köylerinde yaşayan bu uluslararası topluluk sadece organik bitkiler yeti şti rip, kimyasallardan ya da teknolojik yaşamın olumsuzluklarından sakınmanın ötesinde bir anlayış güdüyor. Köyde yaşayanların ve geçici olarak ziyarete gelenlerin, hâlen hayatt a bulunan Eileen Caddy'nin rehberliğinde bir eğiti me tabi tutulduğu Findhorn ekolojik köyü aynı zamanda farklı topluluklardan birey ve organizasyonların işbirliği içinde çalıştı ğı ve yaşadığı spiritüel bir eğiti m merkezi. Topluluğun dışarıdan katı lanları da kapsayan doğa içindeki çalışma ve eğiti mleri Findhorn'un şu üç anahtar kavramına dayanıyor: Kendi iç sesini dinlemek, doğayla uyum içinde var olmak ve eylemli sevgi. Ancak bunun da bir bedeli var: Atölye çalışmalarına katı lmak isteyenlerin ödemeleri gereken yüksek ücretler gibi… Kendi "içsel tanrı"larının sesiyle hareket eden rehberlerin yöneti mindeki topluluğun birçok New Age oluşumda olduğu gibi bir "kaçış ve kendini gelişti rme ti careti " merkezine dönüştüğü, ya da "ayrım yapmadan kucak açtı ğı" insanlar arasında nedense yoksullara yer olmadığı türünden eleşti riler de cabası. Kevin Shepherd'in yazdığı The Findhorn Foundati on – Mythe and Reality (Findhorn: Efsane ve Gerçek) benzeri kitaplar bu ekolojik topluluğun başka yüzleri de olduğunu ileri sürüyor. "Iki yüzlülük" bunlardan sadece biri.

Türkiye
Sade hayat hareketi

Dünyadaki en ilginç doğal, organik, sade hayat hareketlerinden daha doğrusu yaşam tarzlarından birinin temelleri doğal ve geleneksel metotlarla alternati f şifacılık yapan Özbek Aidin Salih'in 90'lı yıllarda Türkiye'ye gelmesiyle atı ldı. Salih'in Tıbb-ı Nebevi'den esinlenen, oruç ve açlık tedavileri ile sadece doğal, organik, temiz ve helal, kimyasal ve senteti klerden tamamen arındırılmış sağlıklı yaşam ve beslenme yöntemlerine dayanan yaşam tarzını benimseyenler 2007 yılında bir araya gelerek Sade Hayat Derneği'ni kurdular. Aidin Salih'in Gerçek Tıp kitabını uygulama kılavuzu olarak benimseyen Sade Hayatçılar tüketi m ve sanayi toplumunun kimyasallar, senteti kler, GDO'lu ve hormonlu bitkiler, tarım ilaçları, hazır gıdalar, ilaçlar, endüstriyel ve yapay ürünler, bağımlılık yapan maddelerle dolu yaşam tarzından uzak yaşayarak insan fı tratı na uygun, sakin, sade, doğal bir yaşam tarzını benimsiyorlar. Günümüzde hâkim olan teknolojik ve sosyal gelişmeleri büyük ölçüde fı trata aykırı, ölçüsüz bulan Sade Hayatçılar daha uyumlu ve fı tri yaşamın formülünü bunlardan uzak durmakta bulmuşlar. Doğaya ve insana zararlı uygulama, ürün, düşünce ve yaşam tarzlarını mümkün olduğunca hayatlarından uzak tutup beden ve ruh sağlıkları için ihti yaç duydukları her şeyi katı şıksız ve doğal şekilde yapılmış olanlardan sağlıyorlar. Bu anlayışın temelinde Islami bir yaşam tarzı ve özellikle helal gibi kavramlar anahtar rol oynasa da Sade Hayatçıların bu doğal ve sağlıklı yaşam biçiminden her anlayıştan insanın yararlanması mümkün. Ilk zamanlarda birkaç aktar vasıtasıyla sağladıkları tüm doğal ürün ve sağlıklı malzemeleri Sade Pazar adıyla açtı kları marketlerden sağlıyor ve başkalarının da isti fadesine sunuyorlar.

Hindistan
Sorunlu bir spiritüel ütopya kenti

Dünya üzerinde ekolojik kent olarak tanınan yapı ve hareketler içinde özel bir yere sahip, Hindistan'ın Pondicherry şehri yakınlarında kurulan Auroville. Çünkü burası öncelikle insanlığın bir arada yaşama idealini gerçekleştirmeyi hedefleyen ütopik ancak temelinde Doğu bilgeliği yatan mistik eğilimli bir hareketin merkezi. Bir başka deyişle Hindu ve Brahmanizm kökenli, New Age yönelimli bir hareketin başkenti demek de mümkün. Tam merkezinde yer alan kubbeli fütüristik tapınakla birlikte bilim-kurgu filmlerinde görülen geleceğin komün kentlerini andırıyor. Bununla birlikte yanında rüzgâr ve güneş enerjisi üreten, yağmur sularını toplayan, kullanılmış suları geri dönüştüren, yapılarında toprağı kullanan, doğal tarım uygulayan, doğayla uyum içinde yaşanabileceğini de gösteren yöntemleriyle pek çok doğal yaşam hareketine ilham veren bir topluluk. Sri Aurobindo adlı Hintli bir mistik bilgenin talebesi ve Türkiyeli Musevi bir baba ile Mısırlı bir annenin çocuğu olan "Anne " lakaplı Mira Alfassa adlı bir ruhanî önderin vizyonu ile 1968'de 124 ülkeden insanın taşıdığı topraklarla temelleri atılan Auroville'in asıl kuruluş amacı farklı kültürlerden insanları ruhsal bir ana çatı altında bir araya getirmek. Hükümet, din, para, otoyol, gökdelen ve çatışmanın olmadığı bir birlik modeli olarak idealize edilmiş ancak günümüzde bu modelin düşünüldüğü gibi çalışmadığı söylenebilir. 50 bin kişi için tasarlanan kentte sadece 2 bin 500 yerleşik insan ve 5 bin kadar geçici misafir kalıyor. Üstelik yerel köylerle arasında bir sınır bulunmayan bu köy-kenti eleştirel bir gözle ziyaret edenler en başta hırsızlık, cinsel taciz, tecavüz, intihar hatta cinayet vakalarının yer aldığı kabarık bir sorunlar listesine sahip olduğunu söylüyor. Bu ekolojik yerleşim sadece bir hippi şehrinden ibaret değil, Hindistan'ın dünyadaki kartvizitlerinden biri olarak da tasarlanmış. Unesco tarafından geleceğin şehri olarak da gösterilen ekolojik kent bu nedenle Hint hükümetinden her yıl 200 bin dolar yardım da alıyor. Ekoloji ve doğal yaşam alanında önemli araştırmaların da yapıldığı bu eko-kentin asıl veçhesini başka bir özelliği oluşturuyor. Burayı aslında hem New Age akımların felsefeleriyle hem de bilimkurgu eserleriyle bir dönem sık sık aşılanan geleceğe yönelik olarak insanları tek bir yönetim altında birleştirme idealinin denemelerini yapan bir laboratuvar olarak da değerlendirmek mümkün.

Kosta Rika
Ayrıcalıklılara özel ağaç ev topluluğu

Dünya üzerinde ekolojik kent olarak tanınan yapı ve hareketler içinde özel bir yere sahip, Hindistan'ın Pondicherry şehri yakınlarında kurulan Auroville. Çünkü burası öncelikle insanlığın bir arada yaşama idealini gerçekleştirmeyi hedefleyen ütopik ancak temelinde Doğu bilgeliği yatan mistik eğilimli bir hareketin merkezi. Bir başka deyişle Hindu ve Brahmanizm kökenli, New Age yönelimli bir hareketin başkenti demek de mümkün. Tam merkezinde yer alan kubbeli fütüristik tapınakla birlikte bilim-kurgu filmlerinde görülen geleceğin komün kentlerini andırıyor. Bununla birlikte yanında rüzgâr ve güneş enerjisi üreten, yağmur sularını toplayan, kullanılmış suları geri dönüştüren, yapılarında toprağı kullanan, doğal tarım uygulayan, doğayla uyum içinde yaşanabileceğini de gösteren yöntemleriyle pek çok doğal yaşam hareketine ilham veren bir topluluk. Sri Aurobindo adlı Hintli bir mistik bilgenin talebesi ve Türkiyeli Musevi bir baba ile Mısırlı bir annenin çocuğu olan "Anne " lakaplı Mira Alfassa adlı bir ruhanî önderin vizyonu ile 1968'de 124 ülkeden insanın taşıdığı topraklarla temelleri atılan Auroville'in asıl kuruluş amacı farklı kültürlerden insanları ruhsal bir ana çatı altında bir araya getirmek. Hükümet, din, para, otoyol, gökdelen ve çatışmanın olmadığı bir birlik modeli olarak idealize edilmiş ancak günümüzde bu modelin düşünüldüğü gibi çalışmadığı söylenebilir. 50 bin kişi için tasarlanan kentte sadece 2 bin 500 yerleşik insan ve 5 bin kadar geçici misafir kalıyor. Üstelik yerel köylerle arasında bir sınır bulunmayan bu köy-kenti eleştirel bir gözle ziyaret edenler en başta hırsızlık, cinsel taciz, tecavüz, intihar hatta cinayet vakalarının yer aldığı kabarık bir sorunlar listesine sahip olduğunu söylüyor. Bu ekolojik yerleşim sadece bir hippi şehrinden ibaret değil, Hindistan'ın dünyadaki kartvizitlerinden biri olarak da tasarlanmış. Unesco tarafından geleceğin şehri olarak da gösterilen ekolojik kent bu nedenle Hint hükümetinden her yıl 200 bin dolar yardım da alıyor. Ekoloji ve doğal yaşam alanında önemli araştırmaların da yapıldığı bu eko-kentin asıl veçhesini başka bir özelliği oluşturuyor. Burayı aslında hem New Age akımların felsefeleriyle hem de bilimkurgu eserleriyle bir dönem sık sık aşılanan geleceğe yönelik olarak insanları tek bir yönetim altında birleştirme idealinin denemelerini yapan bir laboratuvar olarak da değerlendirmek mümkün.

İtalya
İnsanları ailelerinden koparan bilim kurgu tarikatı

İtalya'da Piemonte'nin kuzeyinde Alplerin eşiğinde Valchiusella vadisini 15 kilometreye boyunca çevreleyen bir alanda kurulu Damanhur ekolojik kenti farklı diller konuşan 600 kişilik oldukça faal bir topluluğu barındırıyor. Esasen Damanhur'da yaşayanlar kendilerini bir federasyon olarak nitelendiriyor. işbirliği ve iş bölümü içerisindeki farklı küçük grupların bileşiminden oluşan bu federasyon bir anayasaya da sahip… Kendi kültürünü, sanatını, müziğini oluşturmuş, kendi okullarını kurmuş, bilim ve teknoloji açısından özgün yöntemler de geliştirmiş bir topluluk. 1975'te dayanışma, paylaşım, sevgi, saygı, doğal ve çevreci bir anlayışı mistisizm ile harmanlayan Falco Tarassaco öncülüğünde kurulan bu federasyon zamanla gelişerek sürdürülebilir hayat tarzları ve doğayla uyum konusunda bir tür laboratuvar görevi yapan ezoterik bir tarikat aslında. Damanhur'un sayıları 600'ü bulan üyeleri çekirdek adı verilen 30 küçük topluluk olarak örgütlenmiş durumda. Bu grupların her biri tohum ekonomisi, biyolojik et üretimi, eğitim, şifacılık, alternatif tıp, tarım ya da güneş enerjisi gibi özel alanlarda uzmanlaşmış. Topluluk kendi moleküler biyoloji laboratuvarına sahip… 2005 yılında BM Dünya Forumu tarafından "sürdürülebilir toplum modeli" olarak tanınan Damanhur topluluğu insan, hayvan ve bitkilerin bilinçli, duyarlı bir şekilde uyum içinde yaşayabileceğini de göstermeye çalışıyor. Madalyonun öte tarafından bakıldığında eski Damanhur mensubu olan ya da çocuklarını bu yapıdan kurtarmak isteyen ailelerin iddiaları var. Onlara göre burası Hollywood filmlerinden apartılmış, insanların bir illüzyona kapılmasını sağlayarak, geçmişlerinden, ailelerinden koparan ve beyinlerini yıkayan bir bilim-kurgu tarikatı.

Mültecilere karşı duyarsız çevre partisi: Yeşiller


1968'de başlayan gençlik hareketleriyle birlikte gezegeni ve doğal dengesini önemseyen çevreci akımlar da iyiden iyiye kendilerini gösterme ve siyasi arenada baş gösterme başladı. o dönem pek çok hareket ortaya çıksa da öne çıkarak gezegenin doğal dengelerini önceleyen çevreci görüşlerin siyasi olarak ifade edilmesini sağlamayı başaran başlıca oluşum Batı'da ortaya çıkan Yeşiller hareketi oldu. Kapitalist anlayış ve sanayinin doğayı sömürüp dengesini bozmakla kalmadığını toplumsal hayatı ve ilişkileri de deforme ederek yabancılaşmaya yol açtığını ileri süren hareket 1974'ten itibaren siyasallaşmaya başladı. 1984'ten sonra ise Avrupa ülkelerinde Yeşiller adlı partilerle siyasette kendisine yer buldu. Ne var ki gelinen noktada Yeşillerin ilk çıktıkları günkü radikal tutumlarından oldukça uzak oldukları görülüyor. Ekoloji meselelerine eleştirdikleri sistem içerisinde öneriler getirmeleri, doğa üzerindeki tahakküm meselesini sorgulayıcı olmaktan uzak kalışları ve bunların dibinde Akdeniz ve Avrupa'nın sınırlarında süren göçmen krizlerinde yaşanan insani dramalara karşı etkisiz ya da duyarsız tavırları Yeşillerin eleştirdikleri sistemle iyiden iyiye bütünleşerek muhafazakârlaşmaya başladığını gösteriyor. Yeşiller hareketi bugün ayrıca kendi içinde de "kopuk, etkisiz ve bürokratik" olma eleştirileriyle karşı karşıya.

Ekotaj: Sabotajcı çevreciler
Dünyadaki doğal dengeyi korumak ve sürdürülebilirliği sağlamak isteyen hareketlerin hepsinin barışçı ve şiddet karşıtı olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bu açıdan şiddeti mubah gören ve başvurmaktan çekinmeyen hareketlerin en bilineni Earth First! (Önce Yeryüzü!). 1980'lerin başında, çevreye zarar verenleri, tesislerine ve araçlarına yönelik şiddet eylemleri ve sabotajlarla durduran çevreci militanları konu edinen bir romandan ve Rachel Carlson'un doğal yaşam taraft arlarına ilham kaynağı olan Sessiz Bahar kitabından esinlenen hareketi nin kurucularının şöyle ant içti ği söylenir: "Yeryüzü Ana'nın korunmasında hiçbir tavize yer vermeyeceğiz". Protesto gösterileri ve sivil itaatsizliğin kâr etmediği durumlarda hareketi n militanları "ekotaj" yani ekolojik sabotaj yöntemlerine başvuruyordu. Adını sabotaj ve ekoloji kelimelerinin birleşiminden alan ekotaj yöntemini özellikle Earth Liberati on Front (Yeryüzü Kurtarma Cephesi) gibi çevreci anarşist grupların da benimsediği görüldü. Hayvan kürkü giyenlere karşı müsamahasız eylemleriyle bilinen bu kapsamdaki bazı grupların bulundukları Batı lı ülkelerde sıkça görülen ırkçı, yabancı düşmanı, göçmen karşıtı , ayrımcı ya da Islamofobik eylemler nedeniyle mağdur olan insanları eziyet gören hayvanlar kadar sahiplenmemeleri ise ibret verici.


Doğal çevre krizi yerküre için göğü feda ederek yerküreyi de yok olma tehlikesi içine atan insanların ruhlarındaki krizin dışa yansımasıdır. Çevre krizi sadece söylemi ya da kozmetik birtakım çözümleri değil, aynı zamanda modern insan ve onun dünya görüşünün ölümünü ve yeniden doğuşunu gerektirmektedir.
Seyyid Hüseyin Nasr

Doğal dengede radikal, insan dramı karşısında duyarsız hareketler
Günümüzde tabiatı üretim sektörü, ihtiyaçların temini ve kâr için sınırsızca sömüreceğini düşünen hâkim anlayışın yol açtığı doğanın tahribatı ve bunun hayatın diğer alanlarına türlü açılardan yansıyan olumsuz etkilerine karşı tepki oluşturan ekoloji hareketlerinin en etkilileri hiç de "munis" değiller. 1960'lardan itibaren doğaya daha bilinçli bir yaklaşım perspektifinde örgütlenmeye başlayan bu hareketler içinde oldukça radikalleri de çıktı. Bunların başında eleştirmek yerine ses getiren cüretkâr önleyici eylemlere imza atan Greenpeace (Yeşil Barış) geliyor. Üç milyona yakın destekçisi bulunan uluslararası örgütlenme çevresel suçlara karşı kampanyalardan şiddet içermeyen eylemlere kadar dünyanın dört bir yanında faaliyet gösteriyor. Ancak aynı Greenpeace'in dünyanın dört bir yanında ve denizlerde yaşanan insanlık dramlarını, katliamları, doğal hayatı da tahrip eden kapitalist devletlerin siyasi hesaplaşmalarının bedelini bombalarla ödeyen Somalili, Iraklı, Suriyeli, Yemenli, Afgan, Arakanlı çocuk ve sivilleri ekolojinin bir meselesi olarak değerlendirmeyip sessiz kalışı da ayrı bir merak konusu. Özellikle nükleer santral yatırımlarına karşı eylemler güden Greenpeace'e yöneltilen iddialar arasında petrol lobilerinin ekmeğine yağ sürmek, nükleer başta olmak üzere az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin enerji yatırımlarını sindirmek gibi eleştiriler de bulunuyor.

1969'da nükleer karşıtlığıyla başlayan ve bugün 77 ülkede bağlantısı bulunan Friends of the Earth (Yeryüzünün Dostları) hırçın hareketlerden bir diğeri. Hareket 2 milyonu aşkın üyesi ve bağlantılı olduğu 30 büyük, 5 bin küçük yerel grup ile dünyanın en yaygın çevreci örgütlenmelerinin başında. Politik karar mercilerine baskı yapmak için kimi zaman kitlesel eylemlere başvurabiliyor. Ironik olansa kuruluşunda en büyük finansal desteği kurucularından biri olan, günümüzde BP bünyesinde bulunan Amerikalı petrol şirketi ARCO'nun patronu Robert Orville Anderson'dan almış olması. Insani ve çevresel sorunlara odaklı olmasına ve sorunları insan hakları, ekonomik, siyasi ve sosyal boyutlarıyla değerlendireceğini öngörmesine rağmen hareketin çevresel sorunlar dışındaki sosyal ve insani vahim durumlarla meşgul olmayışı.

BİZE ULAŞIN