Beytullah Çakır: Trump’ın arkasındaki siyonist hıristiyanlar

Trump’ın arkasındaki siyonist hıristiyanlar
Giriş Tarihi: 25.9.2018 11:49 Son Güncelleme: 25.9.2018 11:49
Merkez üssü ABD olan evanjelistlerin en sıra dışı yönünü Kitab-ı Mukaddes'te yer alan kıyamet ayet ve senaryolarına yönelik radikal inançları oluşturuyor.

"Aşikâr ki, Eski Ahit'teki peygamberlerimize ve Armegedon'la ilgili önceden haber verilmiş alametlere geri dönüp baktığımda 'Acaba olacakları gören biz miyiz' diye merak ediyorum. İnanın bana, bu kehanetler açık şekilde yaşamakta olduğumuz şu zamanları tasvir ediyor."
Ronald Reagan (40'ıncı ABD Başkanı)

Dünyaca ünlü Amerikalı din tarihçisi Martin Marty, "Günümüzde dinî boyutu bulunmayan veya belirleyici unsurlarından birini dinin teşkil etmediği neredeyse hiçbir önemli olayın olmadığını" söyler. Özellikle içinde yaşadığımız çağın temel dinamiklerinin din ve dine dair bütün kutsallardan arındırılarak oluşturulduğuna inanan radikal sekülerler -bizdeki karşılığını ultra laikler olarak düşünebiliriz- nezdinde Marty'nin bu tespiti fazlasıyla fantastik hatta şizofrenik bulunabilir. Ancak gerek yerel siyasette gerek dünya siyasetinde yaşanan gelişmelere geniş ve çok yönlü perspektifle bakmayı becerebildiğimizde, aslında Marty'nin haklılık payının hiç de küçümsenecek gibi olmadığını görebiliriz. Uzun süredir Türkiye'nin gündemini meşgul eden ve topraklarımızda yaptığı askerî/siyasî casusluk faaliyetlerinden ötürü 9 Aralık 2016'dan beri tutuklu bulunan evanjelist pastör (papaz, rahip) Andrew Craig Brunson hadisesi bu konuda karşılaştığımız en son ve en güncel örneklerden. Kamuoyunun Rahip Brunson olarak tanıdığı Amerikalı şahıs zaten uzun süredir gergin bir seyirde devam eden ABD-Türkiye ilişkilerinde -deyim yerindeyse- fişin çekilmesine neden olmuş bir figür haline geldi. ABD başkan yardımcısı Mike Pence ve başkanı Donald Trump peşi sıra yaptıkları açıklamalarla rahibin bir an evvel serbest bırakılmasını isteyerek aksi takdirde Türkiye'ye birtakım yaptırımlar uygulanacağını belirttiler. Trump'ı Rahip Brunson vakası üzerinden Türkiye ile köprüleri atmaya iten dinamiklerden birini ABD iç politikasına dair kaygılarının oluşturduğu kuşkusuz. Zira önümüzdeki kasım ayında ABD'de kongre ara seçimleri yapılacak. Trump -her ne kadar kendisi bir evanjelist olmasa da- başkan seçilirken özellikle yardımcısı Pence'nin desteğiyle evanjelik oyların yüzde 81'ini almış bir isim. ABD kamuoyuna göre bu durum evanjelik lobinin Rahip Brunson konusunda başkan üzerinde ciddi bir baskı oluşturmasına yol açıyor. Ancak meselenin bir de dış politika ayağı söz konusu. Üzerinde daha fazla odaklanılması gereken işin bu yönünün anlaşılması içinse öncelikle Evanjelizm denilen Protestan akımın ne anlama geldiğine ve dünya siyasetinin özellikle Ortadoğu politikalarının belirlenmesinde ne gibi etkileri olduğuna değinmek faydalı olabilir.

Tanrı'yı kıyamete zorlayanlar

Son yıllarda adı hemen hepimizin kulağına bir şekilde çalınmış olan Evanjelizm, Hıristiyan dininin üç temel mezhebinden biri olan Protestanlık anlayışından beslenen bir tarikat sistemi. Kavramsal anlamda yaygın olarak kullanılmasının kökeni ise 16'ncı yüzyılda Almanya'da Martin Luther önderliğinde başlayan Reform hareketlerine uzanıyor. Evanjelizm sözlüklerde "kutsal kitaba yönelmek" olarak tanımlanıyor ve kelimenin kaynağı "iyi haber, asıl gerçek" gibi anlamlara geliyor. Evanjelistler hakkında yaptığı araştırmalarıyla tanınan David Barett'e göre bugüne kadar 300'den fazla tanımı yapılan Evanjelizmin tam olarak ne anlama geldiği hakkında hâlâ bir mutabakat sağlanabilmiş değil. Barett'in bahsettiği bütün bu ihtilaflara rağmen bugün Evanjelizm denildiğinde akla ilk olarak, ABD'de 110 milyon civarında müntesibi olan ve aralarında Jimy Carter, Ronald Reagan, George W. Bush gibi ABD başkanları başta olmak üzere pek çok ünlü ismin bulunduğu Hıristiyanlık anlayışı geliyor.

Bugün ABD'de oldukça etkili olan muhafazakâr evanjelistlerin ideolojik atalarını, 18'inci yüzyılda İngiltere'den ABD'ye göç eden ilk ve en etkili gruplardan biri olan ve ABD'nin yerli halkı Kızılderililere yaptıkları soykırımla belleklerimize kazınan püritenler oluşturuyor. Aynı zamanda günümüzde ABD'nin en etkin lobilerinden biri olarak bilinen ve gerek iç gerekse de dış siyasette izlenecek rotayı belirlemede başat aktörlerden biri olan WASP (White-Anglo Sakson-Protestan) yapılanmasının da temellerini atan püritenlerin öğretilerinin kaynağı Tevrat, Mezmurlar ve Sinoptik İncillerin (Kitab-ı Mukaddes'te Hıristiyanlarca sahih kabul edilen dört İncil'in Matta, Markos ve Luka'ya atfedilen üçü) toplamından oluşan Kitab-ı Mukaddes'e dayanıyor. Tevrat'ta bahsi geçen Yahudilerin Tanrı Yehova tarafından "seçilmiş kavim" olma ayrıcalığını kendilerine yönelik olarak da güncelleyerek yorumlayan püritenlerin ABD'yi bu düstur üzerine inşa ettikleri birçok kaynakta belirtiliyor. Örneğin İngiliz yazar Karen Armstrong, püritenlerin Yeni Dünya'daki mücadelesinin aynı Tevrat'ta anlatılan Yahudilerin mücadelesine benzediğini ve bu nedenle kolonilerine "İngiliz Kenan'ı" adını verdiklerini belirtiyor. Bugünkü evanjelistlerin arketipi olarak düşünebileceğimiz püritenlerin kendilerini Yahudi ruhuna fazlasıyla kaptırdıklarına dair bir örnek de göç ettikleri Amerikan topraklarına önce New Israel (Yeni İsrail) adını vermeyi düşünmüş fakat daha sonra bu karardan vazgeçerek yerleşim adı olarak New England'ı seçmiş olmaları.

Merkez üssü ABD olan evanjelistlerin en sıra dışı yönünü ise Kitab-ı Mukaddes'te yer alan kıyamet ayet ve senaryolarına yönelik radikal inançları oluşturuyor. Esin kaynağını daha ziyade Eski Ahit'te yer alan Daniel ve Yeni Ahit'in son kitabı olan Yuhanna'nın Esinlenmeler bölümünde bahsi geçen kehanetlerden alan evanjelistler, Tanrı'nın Kitab-ı Mukaddes'te vadettiklerinin gerçekleşmesine yardımcı olmak ve İsa Mesih'in yeryüzüne gelişini hızlandırmak adına oldukça kaotik girişimlerde bulunuyorlar. Dünyanın geleceğinin çok önceden Tanrı tarafından belirlendiğine ve olacakların Kitab-ı Mukaddes'te kendilerine açık şekilde bildirildiğine inanan evanjelistlerin beklenen geleceğin gerçekleşmesi için buldukları formül ise literatüre "Tanrı'yı Kıyamete Zorlamak" adıyla girmiş durumda. Evanjelistlerin, beklenen kıyameti hızlandırmak adına müttefik olarak seçtikleri grup ise tahmin edileceği üzere Siyonist Yahudilerden oluşuyor. Siyonist Yahudilerle geliştirdikleri bu müttefiklik ilişkisinden sonra "Hıristiyan Siyonistler" olarak da anılmaya başlayan evanjelistlerin, Mesih'in gelişini hızlandırmak adına yakın zamanda yaptıkları en kritik girişimlerinden birinin de 2003 Irak işgali olduğunu belirtelim. O dönem ABD başkanı olan Bush'un, Irak Operasyonu için yaptığı "iyi ile kötünün savaşı" vurgusu, Kitab-ı Mukaddes'te kıyamet savaşlarını nitelemek için aynen kullanılmış bir söylem!

Tanrı bütün kullarını bir görme

Evanjelistler ile Siyonist Yahudilerin kıyameti hızlandırmak adına giriştikleri bu ittifak, esasında tarafların çıkarlarının belirli noktalarda çakışmasıyla alakalı. İttifakın temelini ise Kudüs'ün 90 kilometre kuzeyinde, Hayfa limanının ise 29 kilometre güneydoğusunda bulunan Harmegido (Armagedon) vadisinde; Deccal'in ordusuyla Mesih'in orduları arasında gerçekleşeceğine ve Mesih kuvvetlerinin zaferiyle sonuçlanacağına inandıkları büyük savaş oluşturuyor. Her iki taraf da bu zaferin zuhuru için Kitab-ı Mukaddes'te geçen kıyamet ayetlerinin gerçekleşmesi ve beklenen Mesih'in yeryüzüne gelebilmesi adına dünya üzerinde birtakım gelişmelerin yaşanması gerektiğine inanıyor. Söz konusu bu ortak gelişmelerin en önemli sacayaklarını ise sürgündeki Yahudilerin arz-ı mev'uda (vaadedilmiş topraklara) getirilerek Kudüs merkezli bir İsrail devletinin kurulması ve M.S. 70'li yıllarda Roma tarafından ikinci kez yıkılan Süleyman Mabedi'nin yeniden inşası oluşturuyor. Geçtiğimiz yılın aralık ayında Trump'ın Kudüs'ü İsrail devletinin başkenti olarak ilan etmesi ve Temmuz 2018'de de İsrail parlamentosundan geçen "Yahudi Ulus Devleti" yasası, inanç merkezli şekillenen bu ittifakın kaçınılmaz bir sonucu aslında. Yahudiler söz konusu ittifakla hem Tevrat'ta kendilerine verildiği belirtilen topraklara ulaşabilmenin hem de bin yıllar öncesinde sürüldükleri yurtlarında yeniden hükümran olmanın hayalini kuruyor. Evanjelistler ise İsa Mesih'in yeryüzüne yeniden gelmesine yardımcı olabilmek için askerî, malî ve siyasî imkânlarını İsrail'e lojistik destek olarak sunmaya devam ediyor.

Kitab-ı Mukaddes'in öğretilerine iman eden ve Yahudilerin seçilmiş bir halk olduğuna inanan evanjelistler, Tanrı'nın Yahudiler için dünyevî, sadece evanjelik itikadına tabi olan Hıristiyanlar için ise uhrevî bir planı olduğuna inanıyor. Tanrı'nın gökteki cennetini sadece evanjelistlere, Kudüs merkezli yeryüzü hâkimiyetini ise Yahudilere vadettiğini düşünüyorlar. Bu vaadin gerçekleşmesi ve belirlenmiş geleceğin inşası için süreci hızlandırmayı ise dinsel bir vazife addediyorlar.

Rahibin ardındaki "derin" sebepler

Rahip Brunson hadisesi ile yeniden gündemimize giren evanjelistlerin, içinde ülkemizin de bulunduğu Ortadoğu bölgesinde uygulamaya çalıştıkları gelecek planlarının içeriği üç aşağı beş yukarı bu şekilde. Hem FETÖ hem de PKK ile görüşmeler yaptığı tespit edilen Rahip Brunson'ın sıradan bir din adamı olmadığı çok açık. Örneğin hakkında oluşturulan iddianamede Brunson'ın "Türkleri sallayacak bazı olaylar bekliyorduk. İsa'ya dönmek için gerekli koşullar oluştu. Sanırım olaylar daha da kötüye gidecek. Sonunda biz kazanacağız" gibi ifadelerin yer aldığı birtakım Whatsapp konuşmalarına rastlıyoruz. "İsa'ya dönmek için gerekli koşullar oluştu" vurgusunun yukarıda teorik arka planını vermeye çalıştığımız kıyamet senaryolarıyla doğrudan ilişkili olduğunu söylemek hiç de abartılı değil aslında. Özetle; Türkiye'nin Brunson'ı teslim etmeme konusunda gösterdiği direncin de ABD'nin bir rahip için kopardığı kızılca kıyametin de çok derin sebepleri olduğu aşikâr görünüyor.

Tüm bunların dışında, görev yeri İzmir olan ve burada ikamet eden Brunson'ın 2014 yılından itibaren iki yıl sonra tutuklandığı döneme kadar Güneydoğu bölgesinde bulunan Urfa ve Diyarbakır'a yüzlerce kez seyahat ettiği de gündeme gelen iddialar arasında. Brunson'ın defalarca gerçekleştirdiği bu seyahatlerin evanjelik anlayışta çok önemli bir yer işgal eden misyonerlik faaliyetleriyle ilgili olması kuvvetle muhtemel. Ancak işin salt dinî misyonerliği aşan daha "derin" boyutları bulunduğu da ortada. ABD'nin Ortadoğu'daki en güçlü ve güvenilir müttefikini gözden çıkarırcasına sergilediği tepki, başvurduğu diplomasi dışı yöntemler ve Türkiye'nin kararlı direnci iki devlet açısından da Brunson'ın herhangi bir "rahip", amacınınsa sıradan "misyon" olarak görülmediğini gösteriyor. Misyonerlik faaliyetlerinin evanjelistlerdeki ehemmiyeti ve Yahudi Siyonistlerle kurulan "şer ittifakı"nın hangi noktalarda çatıştığı ise başka bir yazının konusu olmayı hak ediyor.

BİZE ULAŞIN