3 sütun | Nisan 2018

3 sütun | Nisan 2018
Giriş Tarihi: 14.4.2018 10:54 Son Güncelleme: 14.4.2018 10:54
SAYI:45
Neden karakterlerimiz dünyanın da tanıdığı karakterlere dönüşemiyor?

Çoluk Çocuk - Görkem Yeltan

Gerek bir çocuk kitabı yazarı olarak gerekse bir şeyler karalamak üzere kâğıdı kalemi elime aldığımda, belki de sinemanın içinde sıkça gezindiğimden hep şu soruları sorarım kendime:

Neden bizim çocuk filmlerimiz yok?

Neden karakterlerimiz dünyanın da tanıdığı karakterlere dönüşemiyor?

Uluslararası çocuk filmi festivallerinde üstlendiğim jüri üyeliği görevlerimde de aynı sorular peşimi bırakmaz.

O festivallerde edindiğim yeni dostlarım; "Neden çocuk filmlerinizi yollamıyorsunuz bizim festivalimize" diye sorduklarındaysa hemencecik canım sıkılır. Kimsenin duyamayacağı iç seslerim homurdanmaya başlar: "Çocuk filmlerimiz olsa elbette yollamak isteriz!"

Çocuk alanındaki ürünlerimiz sepetlerden taşacak kadar dolu dolu olsa, yaratıcı dünyalarıyla göz kamaştırsa, o kocaman, içi güzelliklerle dolu sepetleri karşımızda gördüğümüzde ne mutlu oluruz kim bilir… O sepetlerden dünyaya ve kendimize zarifçe uzatıp içindekilerden herkese ikram ettiğimizde de. Bir gün sanatın her alanında çocukla buluşacak eserlerimizin çoğalmasını, kendi dünyalarını yaratmalarını yürekten isterim. Onlara sıkı sıkı sarılıp onlarla kucaklaşabileceğimize, o kocaman sepetleri karşımızda görebileceğimize inanmak istiyorum. Bu istek ve inançlarla yola koyulduğumuzda "çoluk çocuk işi" deyip geçen herkesin küçümsediği o çocuk işlerinin ne ciddi işler olduğunu öğreneceklerinden de, sepetlerin çarpıcılığından büyüleneceklerinden de eminim.

Şehir - Yıldız Ramazanoğlu

Caddenin iki yanında akan ses ve görüntüler. Hızla geçen etekler, saçlar, atkılar, deri montlar, dilenciler ve evsizler. Işıldayan pırlantalarla inleyen çocukların tuhaf kolajı. İhtiyaç adı altında evleri doldurup yaşanmaz kılan eciş bücüş nesneler. Herkesin çok bildiği, bilenlerinse daima alacaklı olduğu, ayaklarını yere sertçe vurup başını dik tutmakla boyca dağlara erdiği göğü deldiği yer. Şehir, romanlarda bütün serencamı anlatıldığı için inanmamız beklenen illüzyon. Gayya kuyusundaki Yusuf.

Şehir bazen insaniyet. Komşudan gelen aşure misali beklenmedik bir selam. Camiden dağılırken ele geçirme, sahip olma duygusu az da olsa yatışmış adamlar. Bir parka yayılıp kitap okuyan gençler. Mülteciler ve yoksullar için seferber olmuş, karşılığı sadece O'ndan bekledikleri için isimlerini, yüzlerini saklamış kadınlar.

Şehir kahramanca hayatta kalmaya çalışan ele avuca sığmaz canlı. Yiyip bitirdiğimiz, yağmaladığımız, yarasının üstüne basıp poz verdiğimiz biri. Bizi biz yapan anılarla, imgelerle hafızamızın kralıdır bazı şehirler, hiç solmadan hayatımızın her anına sızar, varlığımızı şekillendirir, hükmünü icra eder.

Sonra bulut. Şehir deyince Busra. Rahip Bahira'nın manastırı. Bütün camilerin kubbesi, kocaman bir bulut gibi bembeyaz. Sırtında mührüyle ağır bir yükü taşımaya hazırlanan çocuğun halesi taptaze duruyor şehrin bütün hücrelerinde. Kervanı, deveyi, müjdeyi, amcayı, feraseti, nübüvveti, yıldızları, geceki yemeği hayal ederek şehri baştanbaşa yürümek. Devenin nazlı küçücük yolcuyu incitmeden indirişi…

Film Festivali - Suat Köçer

Film festivalleri, farklı coğrafyalardan filmlerle seyirciyi buluşturmanın yanı sıra sektörün başat aktörlerini bir araya getirmeleri açısından da büyük önem taşıyor. Sinemamızın kronik sorunlarının çözümüne katkıda bulunan festivaller, ulusal sinema endüstrisinin şekillenmesinde de etkin rol üstleniyor.

Düşler âleminde insanı yolculuğa çıkaran, dahası yaşadığımız dünyanın dışında bizlere yaşanabilecek yeni dünyaların kapısını aralayan sinemayı tümüyle maddeci bir anlayışa indirgeyen algının gün geçtikçe yayıldığı aşikâr. Bu anlayışın güçlü biçimde yansıdığı festivaller şimdilerde daha ziyade pazar muamelesi görüyor. Filmleri alınıp satılan birer metadan ibaret görmek ve film festivallerini öncelikli olarak bu filmlerin pazarlandığı ortamlar olarak tanımlamanın pek de hayırlı sorunlar doğurmayacağı açık.

Meselinin yönetmenleri ilgilendiren dramatik bir boyutu daha var. Filmini seyirciyle buluşturarak aşkın bir duygunun izini sürmek yerine jüriye odaklanarak ödül, para peşinde koşmak, beraberinde itibar hırsına bulanmak en başta sinemanın varlık amacına aykırı bir tutum. Yaşadığı yahut yaşamak istediği bir dünyayı resmetmek yerine değişken, sübjektif bir jürinin görmek istediği dünyayı anlatmaya çalışmak yönetmenin, festivallerin ve de elbette sinemanın geleceğini riske atmakla eşdeğer. Bununla birlikte değişken, konjonktürel ve yer yer kimi sosyo-politik eğilimlerin hâkim olduğu festivallerin sinemayı/sinemacıları üretim noktasında şekillendiren ortamlara dönüşmesi bu gidişatın diğer bir trajik sonucu.

BİZE ULAŞIN