Hakkı Öcal: Dilini ısır! Tahtaya vur! Bacağın kırılsın!

Dilini ısır! Tahtaya vur! Bacağın kırılsın!
Giriş Tarihi: 6.12.2016 14:08 Son Güncelleme: 15.12.2016 16:52
Hakkı Öcal SAYI:30Aralık 2016
Dünyanın en çok hurafeye inanan kurumu at yarışı, ikincisi ise tiyatrodur derler. At yarışında birine şans dilemek veya “bu at bu kez kazanır” demek uğursuzluk. Bundan dolayı tersini yapmak âdet olmuş: “Bacağın kırılsın!” Bu ters dilek hipodromdan sahnelere atlamış ve tiyatroda da sanatçıya sahneye çıkarken “bacağın kırılsın” demek âdet olmuş.

Facebook'ta geçenlerde "Trump kazanırsa…" diye başlayan bir şey yazdım; en az 10 Amerikalı dostum "dilini ısır" karşılığını verdi. Yani demek istiyorlar ki, son bir gayretle dilini ısır da bu lafı etme! Bu hurafenin de sebebi başka bir hurafe: "Bir tahmini çok tekrarlarsan o olur, o halde söyleme!"

Amerikan hurafeleri kadar hurafe anlamına kullanılan 'supersitition' kelimesi de ilgi çekici. İngilizceye Fransızcadan, oraya da Latinceden geçmiş. Bir şey karşısında hayrete düşmek gibi bir anlamı var. Yani orada da hurafenin temeli, korku.

Amerika ve İngiltere'de en çok gördüğüm hurafe; kötü bir durum karşısında veya birisi kötü bir şeyin ihtimalinden söz ettiğinde karşılık olarak, iki elinin orta parmağını işaret parmağı üzerine bükerek, bir tür haç simgesi oluşturmak. Buna "cross your fingers" deniyor. Yani "parmaklarını haç yap!" Eski inanca göre şeytan haç görürse kaçıp gidiyor. Dolayısıyla şimdi şeytanı kaçıralım ki, senin bu lafını duymasın!

Ayın 13'ü Cuma'ya rastlarsa, o gün işiniz iki kere kötüye gidebilir. Çünkü Cuma, Hz. İsa'nın çarmıha gerildiği gün olduğu için uğursuz; 13 de ilk çağlardan beri (nedense) uğursuz bir sayı. Amerika'da otellerde 13'üncü kat yoktur mesela. 2012 yılı yaklaşırken bir arkadaş: "Bu yıl yandık! Dört kere 13 Cuma var" demişti!

Hıristiyan-Musevi kültüründe bir işe yeni başlayanın olağanüstü şanslı olduğuna inanılır. Bir oyunu ilk kez oynuyorsanız, mutlaka kazanırsınız. Bu belki de hurafe değil. Bir işe ilk kez girişen genellikle daha az stresli olmaz mı?

Gerçi bizde de var ama Amerika'da en çok gördüğünüz manzara, yerde demir para görenin eğilip almasıdır. Bu para genellikle şans getirir insana. (Ben de yerde para görünce eğilir alırım ama başka sebeple!) Bu inancın, çivinin mübadele aracı olarak kullanıldığı ilk çağlardan kaldığı ve ilk uygulamanın yerdeki çiviyi almak olduğu sanılıyor.

Amerika'da kedisiz ev hemen hemen yok dersek çok az abartmış oluruz ama yolunun üzerinden kara kedi geçerse ödü kopmayan Amerikalı yok dersek abartmış olmayız. Bu korkunun kökü de ta antik Mısır'a ve orada büyücü kadınların siyah kedileri yardımcı olarak kullandığı bilgisine gidiyor.

Her şey üçe tamamlanmak ister

Tavşan ayağı ise şans getiriyor. Geçimini ormandan sağlayan dağlardaki kulübelerinde oturan ve kentlere gelince çoğunlukla giyiminden kuşamından dolayı alay konusu olan Hillbillylerin bıçaklarının sapı, çoğu zaman tavşan ayağıdır. Hillbillylerin mutfaklarında hevenk-hevenk sarımsak asılıdır ki, cinler-periler ve vampirler uzaklaşsın. Bunun kaynağı ise Asya bozkırlarından, Bering Boğazı üzerinden Amerika'yla göç etmiş, "Yerli Amerikalılar." Bildiğimiz Kızılderili kabileleri! Bizim evlerdeki sarımsak hevenklerinin de kaynağı aynı mı dersiniz?

Bir Amerikalının veya İngiliz'in başına kötü bir şey gelirse bunun asla orada kalmayacağı ve üçe tamamlanacağına inanılır. Çünkü inanca göre her şey üçe tamamlanmak ister. Merdivenin altından geçmenin kötü sayılması da yer-duvar-merdiven arasındaki üçgeni bozmuş olmaktan geliyor; merdivenin tepemize düşeceği korkusundan değil! Bu inancın da kökü Hıristiyanlığın teslis (üçleme) inancına dayanıyor.

Hıristiyanlık deyince, kıyametin işareti olarak yerden çıkacak canavarların sayısı 666 olduğu için (Eski Ahit, Vahiy; 13-18) Batılıların yan yana üç adet altı rakamı görmesi, ürkmesi için yetebilir. Buna karşılık yedi rakamı da uğurlu sayılıyor. Başka ülkelerde 60, 66,12 gibi 'uğurlu sayılar' var. Uğursuz rakamın sebebi var; ama uğurlu sayıların neden uğurlu sayıldığına dair bilimsel bir açıklama yok!

'Tahtaya vurmak' illa fiziki olarak tahtaya vurmayı gerektirmiyor. Sözle söylemek ve başparmağı içeri kıvırıp kapı çalıyormuş gibi yapmak, karşınızdakinin ağzından çıkan kötü ihtimali bertaraf etmeye yetiyor. Neden? Çünkü iyi ruhlar, ağacın içinde gizleniyorlar. Kapısını çaldığın ağacın içindekiler çıkıp seni koruyor.

Bir Amerikalının en korktuğu şey ise ayna kırmak olmalı. Bugün bile dükkanlarda, satın aldığınız aynayı kağıtlara, havalı plastiklere sarıp sarmalayıp, kutulara koyarak vermeleri de bu yüzden. Çünkü ayna kırmak, yedi yıllık kötü talihin başınıza sarılmasının sebebi. Uğurlu yedinin böyle bir uğursuzlukla anılması da aynı bir gariplik olsa gerek. Bu arada Amerika'nın güneylerinde, adalardan gelmiş yerlilerin evde biri son nefesini vermeye hazırlanıyorsa hemen evdeki aynayı bir örtüyle kapladıklarını belirtelim. Ruh çıkıp giderken ayna kendisini görüp de aynanın içine girmesin diye… Bizim evlerimizdeki aynaları duvara ters asmamız veya bir dolabın içine koymamızla ilgisi olabilir mi?

Dört yapraklı yoncanın gücü

Uğur sadece sayılardan veya tavşan ayağından gelmiyor. Amerika'da hindinin lades kemiği de evlere asıldığında uğur getirdiğine inanılıyor. Lades kemiğini kazara kırmanınsa uğursuzluk getirdiğine... Amerikan-Avrupa geleneğine Romalılardan geçtiği sanılıyor. Bir başka uğursuzluk kaynağı da kapalı bir yerde şemsiye açmak! Çağdaş araştırmacılar bu inancın sebebini, birinin gözünü çıkartma tehlikesini gidermek diye açıklıyorlar ama tarih, şemsiyenin hediye olarak alınmasından zamansız ve yersiz açılmasına kadar bir çok uğursuzluk örnekleriyle dolu ve bunların hiçbiri göz çıkartmayla ilgili değil.

Bir yıldıza parmağıyla işaret etmek uğursuzluk sayılırken, parıldayan bir yıldız görünce içinden bir şey dilemek son derece yaygın bir şey Hıristiyan dünyasında. Herhalde dilek tutarken yıldıza işaret etmemek gerek!

Nadir şeylerin gizli bir gücü olduğu inancı, bugün dört yapraklı yoncalarda yaşıyor. Tabii bulursanız!

Hapşıranın söylediği veya ona söylenen sözler de Hıristiyan dünyasında çok yaygın. En çok duyulanı, hapşırana "mübarek ol" anlamına gelen "bless you." Buna karşılık eskiden göz kırpılırmış; bugün sadece "teşekkür ederim" veya "sen de…" deniyor.

Dünyanın en çok hurafeye inanan kurumu at yarışı, ikincisi ise tiyatrodur derler. At yarışında birine şans dilemek veya "bu at bu kez kazanır" demek uğursuzluk. Bundan dolayı tersini yapmak adet olmuş: "Bacağın kırılsın!" Bu ters-dilek (artık kimi kandırıyorsan!) hipodromdan sahnelere atlamış ve tiyatroda da sanatçıya sahneye çıkarken "bacağın kırılsın" demek adet olmuş. Profesyonel dansçılar ise daha uygar. Onlar kısaca "merde" diyorlar ki; bildiğimiz b.k demek. Amerika'da uygulandığı zaman çok yaygın olmayan, günümüzde sadece adı simgesel değer taşıyan 'potluck' (talih kazanı gibi çevirebiliriz bu kelimeyi) geleneği de bir tür hurafe sayılabilir. Beyaz adam kendi hurafesini getirmeden önce yerli kabilelerde, kabile reisinin bütün ailesiyle, kabile üyelerine bir yemek vermesi bekleniyordu. Bu yemek için kabile reisi, bütün bir yıl yiyecek stoku yapıyor; 'potluck' günü neyi var-neyi yoksa hepsini kabilenin önüne koyuyordu. Hatta bazı kabilelerde sadece yiyecek-içecek değil, kabile reisinin ev eşyaları, silahları, kürkleri, ayakkabıları, her şeyi adeta yağmalanıyordu. Atatürk Üniversitesi'nden bir dostum, Amerikan yerlilerinin bu geleneğinin, Orta Asya'da Türkler dâhil birçok kavimde hâlâ yaşadığını belirlemiş ve bunu Amerikalı yerlilerin 'Türk kökenli olduğuna' kanıt diye kullanmıştı. (Niagara, 'ne yaygara' muhabbetini hatırlıyor olabilirsiniz.)

Etnografya araştırmalarına girecek değilim ama Hinduların ineği kutsamalarının arkasında bir ekonomik kaygı yattığından tutun, bütün hurafelerin zamanla geliştiğini söyleyen veya dinlerin kendine göre mantığı olan inanç ve uygulamalarının zamanla 'mantığını yitirmesi' olduğunu öne süren birçok sosyolog var.

Hatta dinleri bile psiko-sosyal, sosyal-ekonomi ile açıklayanlar var!

Dilinizi ısırıp, tahtaya vurun.

BİZE ULAŞIN