Haşmet Babaoğlu: Siz yürüyüş parkurunu alın, bana sokağı verin

Siz yürüyüş parkurunu alın, bana sokağı verin
Giriş Tarihi: 4.11.2015 14:07 Son Güncelleme: 16.11.2015 17:06
Haşmet Babaoğlu SAYI:18Kasım 2015
Yaz akşamları balkonumun önünden hışır hışır eşofmanlarıyla ve koşar adım geçenleri pek anlayamıyorum. Sokak aslında yürümek için falan değildir. Orada öyle durmak içindir… Sokak denen kamusal alanı öyle sevdik ki, dünya durdukça var olacağını sandık. Oysa galiba tarihin belli bir dönemine aitmiş ve sanki ağır ağır sahneden çekiliyor. Doğru mu bu? Doğruysa neden?

Önce şu ayrımı yapmayı tercih ederim: Kamusal alan olarak sokak kaybolmaz. Çünkü meydan, çarşı pazar, hatta alışveriş merkezleri ve konut sitelerinin 'sosyal alanlar'ı da sosyolojik anlamda sokak tanımına dâhildir. Fakat neredeyse evimiz kadar 'içerisi' saydığımız sokaklar geçmişin kalıntılarına dönüşüyorlar. Sevinç alanı, muhabbet alanı, şimdiki bebeler inanmayacak ama basbayağı güvenlik alanı olabilen sokaklar yok artık! Hani şairin deyişiyle "sokaklarında mohikanlar gibi ateşler yaktık" denilecek mahalleler; sokaklarında yaşayarak sevdiğimiz şehirler gitgide azalıyor… Evet! Bu sözünü ettiğimiz türdeki sokaklar şehir tarihinin belli bir bölümüne ait. Tarihi korumayı seven kimi Avrupa şehirlerinde sokaklar da korunuyor. Tabii görüntü yerli yerindeyken işlev farklılaşıyor. Mesela Roma'daki bazı sokakları arkaik bir opera sahnesinin dekoru gibi görmekten kendimi alamam… Sadece tarihsel açıdan da bakmamalı! Mesela Batı sahilinde yaşayan bir Amerikalı 'yol' ister; 'road' yani. Doğu sahilindeki şehirlerde yaşayan Amerikalılar içinse sokak ve caddeler 'yol'dan çok daha farklı ihtiyaçlara cevap verirler. Yine de kabul edelim ki, dünyanın her yerinde şehirler ciddi biçimde kabuk değiştiriyor ve sokaklar 'yürüyüş parkurları'na, 'trafiğe kapalı alanlar'a, parklara ve özel güvenlikli sosyal etkinlik şeritlerine dönüşüyor. Ah vah etmeden önce esas başka bir şeyin dönüştüğünü görmeliyiz: Manevi sosyal kontrol zayıfladı. Geleneksel sokak kırılgan bir yer oldu. Kriminologların 'kırık camlar sendromu' dedikleri şey burada da geçerli. Eski bir binada iki cam kırıksa ve yerine yeni camlar takılmıyorsa, şehir vandallarının diğer camları da kırma ihtimali yükselir. O yüzden şehirlerin yeni inşa edilen bölgelerinde aşırı kontrollü sosyal alanlar oluşuyor, sokak site duvarlarının dışında kalıyor. Duvarlar, duvarlar, duvarlar… Eski şehir nasıldı? Sokaklar, sokaklar, sokaklar.

Gezi olaylarının en hararetli döneminde çıkan bir yazınızda "Siyasette kaybettiğinizi sokakta bulamazsınız" diyordunuz. Hatta özgürlük için sokağa çıkmanın bizzat kendisinin ciddi biçimde otoriterleşme eğilimi taşıdığını iddia ettiniz. Bunu biraz açar mısınız?

Yeterince açık! Sokağa çıkmakla sokağa dökülmek çok farklı şeyler. Kalabalıklar sokağa döküldükleri anda yığınlaşırlar. Otoriterleşmeyi nereden tanırız? Tek tek kişileri ve iradelerini teferruat kılmasından... O günlerde olaylara yakından tanık olan zihni açık kişiler bu gerçeği net biçimde fark etmişlerdir. Sokaktaki kitlenin ayakta durması ve bir eylem gerçekleştirmesi için kişisel iradelerin büyük bir 'biz'de erimesi gerekir. Hele çatışma heyecanı kalabalığı bir anda beyinsiz bir canavara dönüştürür. Ama neymiş, o gençler kendilerine katılmayanlara ve karşı çıkanlara 'koyun' diyorlarmış! Buna güler geçerim. Çünkü kendi gençliğimden de bilirim; o protest ışıltı, o 'özgürlük coşkusu' falan hızla yen içinde kalan kırık kola dönüşür. Kimse kişisel iradesinin nasıl ezildiği gerçeğini itiraf edemez.

Biraz da sizin hayatınızdaki sokaklardan söz edelim mi? Sokakla nasıl bir ilişkiniz vardır?

Çocukluğum ve ergenliğim boyunca evdeki odamı sokaktan ve sokaktaki arkadaşlarımdan daha çok sevdim. Uslu çocuktum anlayacağınız. Sonra üniversitenin ilk yılında İstanbul'un neredeyse bütün sokaklarına öyle bir açıldım ki, eve girmem için evlilik falan kâr etmedi. Bir tür aşk oldu bende. Suadiye'nin öte ucunda denizin mavisi pırıldayan sokaklarını, Kadıköy'ün haylaz sokaklarını, Vefa'dan Süleymaniye'ye kadar ara sokaklarda gidip gelmeyi, İstiklal'in kuytularını çok sevdim. Hepsinin ayrı hikâyesi var bende. Belki o yüzden yıllardır oturduğum sitedeki yürüyüş parkuruna soğuk kaldım. Tabii umarsız bir direniş bu ama ne yapayım! Yaz akşamları balkonumun önünden hışır hışır eşofmanlarıyla ve koşar adım geçenleri pek anlayamıyorum. Sokak aslında yürümek için falan değildir. Orada öyle durmak içindir…
BİZE ULAŞIN