Lacivert Yazı İşleri: 3 SORU 3 CEVAP

3 SORU 3 CEVAP
Giriş Tarihi: 17.06.2025 15:40 Son Güncelleme: 17.06.2025 15:40
Sosyal medyada yaptığım her paylaşımın bir vicdan çağrısı, bir farkındalık çabası olmasını istedim. Sesini duyuramayanların sesi olmak, onların yaşadıklarını dünyaya göstermek benim için bir görev haline geldi. İşte bu yüzden içerik üretirken sadece algoritmaları değil, kalpleri de hesaba katmaya çalışıyorum.

Aslıhan Toksoy/Yazar- Sosyal Medya Uzmanı

Gazzeli çocukların açlıktan nefesi kesilirken, biz "tarafsız" kalamayız

Sizi sadece sosyal medya uzmanı olarak değil, maynı zamanda dünyanın farklı coğrafyalarından insanların maruz kaldığı haksızlıkları duyurmaya çalıştığınız içeriklerinizle de tanıyoruz. Bu konularda içerik üretirken çıkış noktanız ne oldu?

Sadece bir sosyal medya uzmanı değil, aynı zamanda dünyanın dört bir yanında yaşanan adaletsizlikleri görünür kılmaya çalışan bir insan olarak anılmak benim için büyük bir onur. Yazı hayatına, ailemin desteğiyle çok erken yaşlarda adım attım; kelimelerle kurduğum bağ, zamanla adaletin ve vicdanın sesi olmaya dönüştü. Bu yola çıkmamın ardında çok derin birkaç kırılma anı var: Benim için İHH-TÜRDEB Dergiler Birliği ile önce Suriye, sonra profesyonel iş hayatımda ise Somali tam olarak böyle yerlerdi… Hayatımda belki de hiçbir şey Suriye yolculuğu kadar sarsmadı beni. Orada gördüğüm manzaralar, çocukların gözlerindeki derin acı, annelerin çaresizliği, çatışmaların, bombaların gölgesinde büyümeye çalışan hayatlar… Bu tablo karşısında eskisi gibi kalamazdım. Dönüşte artık hiçbir şey aynı değildi. Ben de aynı değildim.

Her yolculuk, sadece bir coğrafyaya değil; insanlığın kalbine, kendi içimize doğru yapılan bir seyahattir. Ama bazı yerler vardır ki, oradan döndüğünüzde artık siz, siz değilsinizdir. İnsanı değiştiren, suskunluğu çığlığa dönüştüren, sadece gözüyle konuşan insanların coğrafyalarıydı buralar. O günden sonra içimde tarifsiz bir sorumluluk hissi büyümeye başladı. Çünkü artık susmak, görmezden gelmek, sadece izlemek bir seçenek değildi. Sosyal medyada yaptığım her paylaşımın bir vicdan çağrısı, bir farkındalık çabası olmasını istedim. Sesini duyuramayanların sesi olmak, onların yaşadıklarını dünyaya göstermek benim için bir görev haline geldi. İşte bu yüzden içerik üretirken sadece algoritmaları değil, kalpleri de hesaba katmaya çalışıyorum. Çünkü bazı şeyler sadece görünmek değil, hissedilmek ister. Ve ben hissedilen şeylerin dünyayı değiştireceğine inanıyorum.

Zorlu şartlar altında hayatta kalmaya çalışan coğrafyalara profesyonel olarak gidip yardım faaliyetlerinde bulunuyorsunuz. Bu süreçte yaşadığınız deneyimleri merak ediyoruz.

Suriye'ye ilk gidişimde, savaşın gölgesinde büyümeye çalışan çocuklarla dolu bir yetimhaneyi ziyaret etmiştik. İçerisi sessizdi… Çocuklar, olması gerektiği gibi koşup oynamıyor, kahkahalarla değil, ürkek bakışlarla karşılıyordu bizi. İçlerinden biri yanıma sokuldu. Elime sarıldı ve fısıldadı: "Ben babamı rüyamda gördüm dün gece. Bana oyuncak getirmişti, sen de oyuncak mısın?" Kelimeler boğazımda düğümlendi. O an anladım ki, bazen elimizde götürdüğümüz yardımlar değil, sadece yanlarında oluşumuz bile onlar için bir umut oluyor. Ve işte o an, meselenin sadece yardım kolisi dağıtmak değil, bir çocuğun dünyasında bir tebessüm kadar yer edebilmek olduğunu kavradım.

Somali ise bambaşka bir derinlikti. Nazlanmayan çocuklar ülkesiydi. İstemeyi unutmuş, mahcubiyeti yüzlerine işlemiş bir halk… Dikkat çekici olan şey, insanların yoksulluğa rağmen çalışkanlığıydı. Somali'de sokaklarda dilenciler göremezsiniz. Çalışmak için çırpınan insanlar görürsünüz. Hiç unutmam, cebimden bir bisküvi çıkarıp bir çocuğa verdim. Cebine koydu usulca ve "Bunu kardeşime götüreceğim, o daha küçük," dedi. O cümleyle yüreğime bir ayna tuttu. "Ben yemeliyim" demedi, küçücük yaşına rağmen kardeşini düşündü. Karşımda açlıkla değil, merhametle büyümüş bir koca yürek vardı. Bir diğer unutamadığım yer ise Mogadişu'daki Madina Hastanesi oldu. Burada gönüllü değil, medya alanında profesyonel olarak görev yaptım. Türk doktorlarının KBB ameliyatları gerçekleştirdiği bu hastane, Somali halkı için sağlık alanında bir umut kapısıydı. Ama beni en çok etkileyen, içerideki atmosferdi.

Çocuklar gülüyordu… Ameliyata girerken bile yüzlerinde hafif bir tebessüm vardı. O an düşündüm: Belki de Somali'de çocukluk çok erken bitiyor. Acıyı tanımış, zorlukları kabullenmiş bir nesil büyüyor burada. Ama buna rağmen tebessüm edebiliyorlar. Somali'de dikkatimi çeken bir şey de bazı çocukların küçük dillerinin kesilmesi meselesi. Çocuklar sık sık bademcik enfeksiyonu geçirdikleri için bunu tedavi ettiremeyen büyükleri,
çocukların küçük dillerini kestiriyormuş ki çocuk boğazı şişip boğulmasın. Çaresizlikten, tedavi yetersizliğinden boğulmasın diye küçük dilleri kesilen çocuklar… Madina Hastanesi'nde görev yaparken, o anları sadece belgelemiyordum; bir halkın sabrına, tevekkülüne, vakur bekleyişine tanıklık ediyordum. Ve o zaman anladım ki biz oranın sıkıntılarını dünyaya göstermeye değil, kendimiz bir şeyler görüp yeniden öğrenmeye gitmişiz.

Gazze'de saldırıların boyutu giderek artarken sosyal medyada Filistin'e destek paylaşımları da çoğaldı. Peki, bu çabaların Filistin için somut
adımlar atılması konusunda yardımı olur mu?


Filistin'e dair sosyal medyada artan duyarlılık, sadece dijital bir refleks değil; vicdanların ayakta kalma çabasıdır. Gazze'de çocuklar açlıkla terbiye edilmeye çalışılırken, bir annenin sütü gözyaşına karışmışken, dünyanın dört bir yanındaki insanlar artık "sadece izleyemem" noktasına geldi. Sosyal medya, bu çağın meydanıdır artık. Gazze'de olanlar bir savaş değil, sistematik bir yok ediştir. İsrail'in uyguladığı abluka, yalnızca çocukları aç bırakmak değil; bir nesli, bir hafızayı, bir ümmeti susturmaya çalışmaktır. Açlığı bir silaha dönüştüren bu sistem, yalnızca toprak işgal etmiyor; merhameti, vicdanı ve insan onurunu da hedef alıyor.

Ben bunu yalnızca siyasi bir kriz olarak değil, siyonist düzenin açık planlı adımları olarak görüyorum. Müslüman coğrafyaları önce sessizleştiriyor, sonra yoksullaştırıyor en sonunda da yok sayıyorlar. Ama biz, susarsak onların istediği olur. Gazzeli çocukların açlıktan nefesi kesilirken, biz "tarafsız" kalamayız. Her paylaşım, her boykot, her tepki; bir çocuğun hayatta kalması için atılmış bir adımdır. Bu zulmün karşısında susan herkes, zalimin safında yazılır. Ben bu sorumluluğu omuzlarımda hissediyorum. Ve diyorum ki: Bu sadece bir insanlık meselesi değil, bu bizim imtihanımız.


Filistin davası için dijitalde verilen bu mücadele, sessiz kalmanın bir tercih değil, bir suç olduğu zamanda yükselen vicdan sesidir. Paylaşılan her gönderi, her tweet; aslında bir çocuğun hayatta kalması için atılan bir çığlıktır. Bu çığlıklar birleştiğinde, dünya sessiz kalamaz hale gelir. Ama ben bu sesi yalnızca duyurmaya çalışan biri değilim. Filistin meselesi benim her sabah içimi yoklayan bir adalet çağrısıdır. O yüzden dijital mecralarda attığım
her adımı, bu davanın bir parçası olarak görüyorum. Ve elbette, paylaşmanın ötesinde bir duruş göstermemiz gereken anlar da vardır. Tam da bu yüzden boykot; zalime sessizce değil, bilinçle ve kararlılıkla "hayır" deme biçimidir. Bu sadece tüketim değil, vicdanın eyleme dökülmüş hâlidir.

Sosyal medyada yapılan her bilinçli paylaşımın bir domino taşı olduğuna inanıyorum. O taşlar düştükçe sadece ekranlarımız değil, kalplerimiz de harekete geçiyor. Ve bu hareket, zamanla sahaya, yardıma, bağışa, hatta sokakta yürüyen bir kalabalığa dönüşüyor. İşte o zaman dijitalde
atılan bir adım, gerçekte bir kurtuluşa vesile olabiliyor. Çünkü bizler biliyoruz ki: Zulüm sadece yapıldığında değil, unutulduğunda büyür

BİZE ULAŞIN