Remzi Kopar: Kemalistler Türkiye'yle yeni tanıştılar

Kemalistler Türkiyeyle yeni tanıştılar
Giriş Tarihi: 2.10.2014 16:02 Son Güncelleme: 21.10.2014 12:24
Remzi Kopar SAYI:06Ekim 2014
Laik kesim Türkiye’yi değil, Türkiye Cumhuriyeti’ni seviyor. Türkiye onlar için cumhuriyetin oyun havuzu, proje ülkesi. Halkını eğitip, dönüştürüp, hayallerdeki ülkeye çevirmek istediler. Hayallerindeki vatandaşı yaratmak istediler. Olmadı. Gerçek Türkiye’yi uzun yıllar kabul etmemek gibi bir lüksleri oldu. Ama artık Türkiye gerçeği çıplak bir şekilde karşılarında. Son zamanlarda herkes bir şeyden sıkılıyor. Siz nelerden sıkıldınız?

Yıldıray Oğur: TV dizilerinden sıkıldım. Leyla'nın (kızım) oyun hamurlarından fenalık geldi. Ama daha büyük şeyler söylemem bekleniyorsa; 90 yıl eski Türkiye'ye tahammül edip 9 günde Yeni Türkiye'den sıkılanlardan sıkıldım mesela. Bir de daha başörtülülere kamuda çalışma izni çıkalı iki yıl olmadı, adam 'yetti sizin mağduriyet edebiyatınız' diye şımarıkça atar yapıyor. İşte o laik Türklerin bu mesnetsiz şımarıklığından da epey sıkılmış durumdayım. Onları ikna etmeye çalışmaktan, teskin etmekten. Sahiden 100 defa gösterilmiş bir Yeşilçam filmi kadar sıkıcılar artık.

İyi bir siyasetçi olacağınız yönünde ortak bir kanı var. Sizin gibi Türkiye'yi doğru analiz edebilen insanların siyaset yapması gerektiği söyleniyor. Siyasete girmeyi düşünüyor musunuz?

Yıldıray Oğur: "Milletimiz bir görev verirse tabii bundan kaçmak…" diye girip açık kapı bıraksam diye bir düşündüm ama. Benden çok iyi siyasetçi olacağı kanaatine sahip olan ekip bir zamanlar Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz'dan da iyi bir siyasetçi olacağını düşünen ekip mi acaba? Türkiye'yi pek de iyi analiz ettiğim söylenemez. Türkiye'yi iyi analiz etmek de zor zaten. Demokrat bildiğin adam ertesi gün Taksim'de yanmış, parçalanmış TV arabasının önünde zafer pozu verip, Menderes'in sonu diye gevrek gevrek tehdit eden bir adama dönüşebiliyor. Zihinleri açık, eğitimli, iyi insanlar dediğin adamlar, bir anda pers uşakları, acem oyunları diye paralel bir frekanstan polis şefleri için yiğidim aslanım türküsü söyleyen fikirsel magandalara dönüşebiliyor. Harika bir şekilde soruyu atlattığımı düşünüyorum. Sahiden bu karmaşık ülkede en büyük meydan okuma iyi bir gazeteci ve analist olmaya çalışmak. Benim çabam da o en fazla. Bu ülkeyi çözen, soğuk füzyon deneyine doğrudan katılma hakkına sahip olmalı.

Sosyal medyayı, özellikle Twitter'ı aktif kullanıyorsunuz. Genel izleniminiz nedir bu platformlar hakkında? Bir dönüşüm yaşanıyor mu, ne yönde bir ilerleme var?

Yıldıray Oğur: 2009'dan beri kullanıyorum. İlk mesajım, 'burada küfür etmek serbestmiş'in daha açık bir versiyonuydu. Neyse ki onu sildim sonra. Ama şimdi sahiden sonuna o iki harfli küfürü koymadığın bütün lafların gözlüklü bir kibar kolejli öğrencinin parmak kaldırıp okuduğu Cumhuriyet şiiri muamelesi görüyor sosyal medyada. Bizim gibi iyi aile çocukları için kötü arkadaş çevresi gibi bir şey. Ama yani en eğlenceli arkadaş çevresi hâlâ. Bir de biz isimleriyle bu meydana çıkanlar bayağı Twitter'ın ezilen, horlanan sınıfı olduk. Adam anonim adla sana küfredip âlemde itibarını artırırken, sen itibarını düşünüp susuyorsun. Gel çıkışta bekliyorum da diyemiyorsun. Küfredilmeye alışıyorsunuz zamanla. En fazla blocklayıp, 'sizin gibi insanlarla muhatap olmak istemiyorum' gibi efendi bir tepki verebilirsin. Bir de memlekette beş yılda kıyamet kopmuş, herkes başka bir yere savrulmuş. Kabak da bu beş yılda Twitter'ı aktif kullananlara patlamış. Al bak sen böyle demiştin ne oldu şimdi lan, kaç para aldın diye eski capsinle seni döven adam, o zamanlar bugünkü kendi halini görse muhtemelen blocklardı hâlbuki. Hasan Cemal şanslı, henüz Twitter'ın icat edilmediği bir devirde fikirlerini değiştirmiş. Beş darbeden üçünü savunup birinin bizzat, birinin yazılarıyla içinde olup hepsinden sonra birer kitapla yırtabilmiş. Sahiden çok şanslı.

AK Parti mitingine gidenin para aldığını, internette AK Parti'yi savunanların partiden maaş aldığını düşünen bir kesim var. CHP'nin bedavaya desteklenebileceğini fakat AK Parti'nin ancak maaşla desteklenebilir olduğunu düşünmek çok ilginç değil mi?

Yıldıray Oğur: Eğitimli, varlıklı, laik ya da şehirli. Bunlardan en az biri olmak CHP'nin doğal üyesi kabul edilmek için yeterli. Beyaz yakalı bir işte çalışıyorsan, bir anda kendini herkesin CHP'li olduğunun varsayıldığı bir arkadaş sohbetinde bulabilirsin. CHP'lilik cepte. İşte o yüzden bu dördünden biriysen ve CHP'li değilsen, kesin senin parayla satın alınmış olman gerekir. Başka makul bir açıklaması yok bunun. Halkın bir parçasıysan da, seni 60 yıldır kandırıyorlardır bunlar zaten onlara karşı daha şefkatliler. O yüzden AK Parti'nin yanında 12 yıldır 40'lı rakamları görünce en iyi açıklama seçimde hile yapıldı, halk kandırıldı, satın alındı falan oluyor.

Kemalistlerin bu 'açacaksın baraj kapaklarını' tadındaki analiz dünyasına son zamanlarda kuzenleri solcular, babalarının amca oğlu laik liberaller de dâhil oldu. En son bu kandırılan halkımız, satın alınan yandaşlar kültüne cemaat de katıldı. Neredeyse Aziz Nesin'in kitapları NT'lerde satılacak. Türkiye'de halka küsmek, onun hakkında oryantalist bir dille konuşmak Kemalizm'in giriş kapısıdır. Son üç yılda o kapıdan geçip mutlu mesut Kemalist Teletabi dünyasına dalan çok oldu. Demokrat kalmak zor bu ülkede. Liselerde başörtüsü serbest kalınca hepsi 'yetti be demokrasiniz' deyip o laik teyze frekansından 'başlarım özgürlüğünüze' yayınına geçiverdi. Kemalizm Türkiye'deki laikler için acil durum düğmesi gibi bir şey. Zor zamanlarda kapağı açıp, basıyorlar.

Sözcü gazetesinin tirajlarda Hürriyet'i yakalaması hatta geçmesi nasıl okunmalı? Bir pazarlama başarısı mı yoksa Kemalistler daha tehlikeli bir modele mi dönüşüyor? Yoksa bundan sonra yola amiral gemisiyle değil de sandalla devam edeceklerinin bir kabulü mü?

Yıldıray Oğur: Sözcü gazetesinin Hürriyet'i geçmesi benim için de Türkiye hakkında bir turnusol kâğıdı. Kemalistler ve solcular kendi kendilerini infilak ettirme pahasına marjinalleştiriyorlar. Ne yapıyorlarsa kendi kendilerine yapıyorlar. Bebek'in, Nişantaşı'nın kafelerinde Sözcü'yle güne başlayan insanlar, onca varlık içinde kendilerine bu eziyeti layık görüyorlarsa onlara ne diyebiliriz ki? Cumhuriyet elitleri Maksim Gazinosu'ndan Bursa Köşk Gazinosu'na düşmüş gibi. Etrafa dağılmış devrik Romanov ailesi gibiler. Hiçbir konuda bir elitlik, entelektüellik iddiaları da kalmadı.

Kemalizm epey bir süredir cilt değiştiriyor. CHP'ye bakın mesela. İtibarı, meşruiyeti zayıflayan 90'ların Kemalizmi geri çekiliyor. Ulusalcılık zayıflıyor. Batıcılık, AK Parti'ye karşı Kemalizm de yeniden yükseliyor, solculuk, devrimcilik gibi laflar yükselişte. Kemalist anne babalar emekli yazlıklarında dinlenmeye çekildi, onların yerini sosyalist, liberal falan bildiğimiz evlatları alıyor. Kemalizm Atatürk'le ilgili bir şey değil. Bir ideoloji de değil. Bir İslam ülkesinde laiklerin hayatta kalma ve iktidar olma ideolojisi. O yüzden sosyalist, liberal, Kemalist gibi kimlikler dindar siyaset karşısında hükümsüzleşiyor, aynılaşıyor, özüne, baba evine dönüyor. Kemalizm 4S diyorum ben ona. Yeni sürümü. Hayırlı olsun. Neyse ki hâlâ kapatma düğmesi var.

12 yıllık AK Parti iktidarında hangi alanlarda geriye gittik? Akademide, bilimde, sanatta AK Parti'den önce müthiş sıçramalar gerçekleştiren bir kesim vardı da son 12 yılda bunlar engellendi mi?

Yıldıray Oğur: Namuslu bir aydın, bu 12 yılda geriye gittik diyemez. Hatta bu 12 yılın her yılından da daha ilerdeyiz. Askeri vesayet geri püskürtüldü, Kürt meselesinde gelinen noktaya bakın. Sadece çözüm süreci değil, meseleyi kavrayışımız açısından da. Başörtülülere yönelik apartheid rejimi bitiriliyor. Savaşta insanlar ölmüyor. Ermeni soykırımı için taziye yayınlayan hükümet taşlanmıyor. Bir dozer gibi bu iktidar eski Türkiye'nin üzerinden geçiyor. Yolu açıyor. Erdoğan tankını yolu açmak için bataklığa sokmuş asker gibi. Eski Türkiye gecekondusunu kendi elleriyle tuğla tuğla sökerek tasfiye etti. Kanalizasyonlarını eliyle temizledi neredeyse. Sonra da gel yeni Türkiye'yi birlikte yapalım diye el uzatıyor. Anayasada yaptığı o. Şimdi ona dönüp senin ellerin kirlenmiş, üstün başının haline bak diyenlerin şımarıklığı, kıymet bilmezliği epey sinir bozucudur herhalde Cumhurbaşkanı için.

Ülkenin savaşa girmesini, ekonominin tepetaklak olmasını, çeşitli felaketler yaşanmasını isteyen bir grup var. Dindar kesim devlet tarafından dışlandığı, ezildiği zaman bile böyle korkunç taleplerde bulunmadı, tam tersine 'ülke bizim ülkemiz, düzeltmenin yolunu arayalım' gibi bir anlayışla hareket etti. Bu farkın sebebi nedir sizce?

Yıldıray Oğur: Bu kimin kendini burada ev sahibi gibi hissettiğiyle ilgili herhalde. Laik kesim Türkiye'yi değil, Türkiye Cumhuriyeti'ni seviyor. Türkiye onlar için cumhuriyetin oyun havuzu, proje ülkesi. Halkını eğitip, dönüştürüp, hayallerdeki ülkeye çevirmek istediler. Hayallerindeki vatandaşı yaratmak istediler. Olmadı. Gerçek Türkiye'yi uzun yıllar kabul etmemek gibi bir lüksleri oldu. Askerler onlar adına iktidarları terbiye etti, iktidarlara koalisyon ortağı oldu uzun yıllar.

Ama artık Türkiye gerçeği çıplak bir şekilde karşılarında. Onlar bu ülkeyle yeni tanıştılar. O yüzden tanımadıkları bu yeni ülkeyi çok rahat harcayabiliyorlar. "Gayri-memnunlar medeniyet kuramaz" der İbn Haldun. Türkiye'de radikal İslami fikirler hiç popüler olmadı. Selefi fikirler hiç tutmadı, Yaşar Nuri Öztürk dışında tabii. Silahlı İslami grup (Kürt meselesinden çıkan Hizbullah dışında) olmadı. Erbakan parti kurdu, sistem içinde kaldı hep. Ama solda hâlâ silahlı örgütler var. Dindarların hep meşruiyet kaygısı oldu, hep sistem içinde, demokrasi içinde mücadele ettiler. Uzun yıllar merkez sağ partilere oy verdiler. Sabrın sonu da selamet.

Eski Türkiye'de en basitinden bugünkü yollar, hastaneler, havaalanları yoktu; enflasyon vardı, kriz vardı, istikrarsızlık vardı. Eski Türkiye'yi özleyenler o günleri unuttular mı, yoksa 'bizim gibi olmayanlar baskı altında yaşamaya devam etsin de gerekirse biz de rahatımızdan ödün verelim' mi diyorlar? Yani eski Türkiye'deki baskıları mı özlüyorlar daha çok?

Yıldıray Oğur: Bülbülü altın kafese koymuşlar, yine vatanım demiş. Vizontele'de Yılmaz Erdoğan ne dedirtmişti bir karakterine: "Bir yeri seversen orası dünyanın en güzel yeridir ama dünyanın en güzel yerini sevmezsen orası dünyanın en güzel yeri değildir." Onlar haklı ve mağrur oldukları Türkiye'yi özlüyorlar. O yüzden Edirne'de bir tavuğun kanadı kırılsa, 'Al işte sizin yeni Türkiyeniz' diye koşuyorlar. Hâlbuki onların 10'uncu yıl marşları söyledikleri Türkiye'de sokakta 17 bin faili meçhul cinayet oldu. Asker ne der diye bir soru vardı ortada. O baskıdan şikâyet eden gazeteciler Genelkurmay Başkanlarının 1,5 saatlik basın toplantılarında ağzından siyasetçilere iki tane laf almak için kıvranıyorlardı. Demek bunu da özleyen oluyor.

'Ağır çekim halk ihtilali' diye bir tabir kullanıyorsunuz. Nedir tam olarak?

Yıldıray Oğur: Keşke ben bulsaydım. Etyen Mahçupyan benden önce düşünmüş maalesef. Yani özetle Türkiye'de olan şey meşru ve demokratik sınırlar içinde bir ihtilal. Ama bu bir anda olup biten ihtilallerden değil. 12 yıldır ağır ağır, adım adım, dirençle karşılaştıkça yeniden sandığa gidip meşruiyetini güçlendirerek ilerleyen bir ihtilal. Halk da bunun bir ihtilal olduğunun farkında. O yüzden esas olarak yüzde 40'ların üstünde bir destekle ihtilali kamçılamak için oylarını verdi bu 9 seçimde.

'AK Parti iktidar olsun ama biz CHP'ye oy verelim' gibi bir anlayış vardı, sonra bu anlayış yerini 'ne olursa olsun AK Parti gitmeli' şeklinde bir saldırganlığa bıraktı. Şimdiki aşama ne olacak? Özal gibi "Alışırsınız, alışırsınız" denilebilir mi bu noktada?

Yıldıray Oğur: İş adamları demişti onu, biz CHP'ye oy vereceğiz ama ekonomik istikrar için AK Parti iktidar olsun. Marx bunu duysa sakallarını yolardı herhalde. Burjuva rasyonalitesi, ekonomik determinizmin açıklamadığı vakalar bunlar. Alışmak sevmekten daha zor geliyor diye bir şarkı var ya biraz öyle olacak. Ama alışmaktan, geri basmaktan, oturup muhasebe yapmaktan, şahsi ve grupsal balkon konuşmalarını yapmaktan başka çareleri yok. Bunu yapmazlarsa ömür billah mutsuz olarak 'eğitim şart, önce zihniyetler değişmeli' deyip topu taca atıp duracaklar. Ya da demokrasiye, ülkeyi dindarlarla, Kürtlerle birlikte kullanmaya alışacaklar. Güney Afrika'da beyazlara da apartheid rejiminden sonra hayatın tamamını siyahlarla paylaşmak, hatta onlar tarafından yönetilmeyi kabul etmek zor gelmişti. Ama ya bir aydınlanma yaşayıp, ya pragmatik davranarak bu durumu kabul edecekler. Etmeyenler de olacak, biz de onlarla şeker hastalığıyla birlikte yaşar gibi yaşayacağız.

Kemalistlerin de Gülenistlerin de yıllardır hiçbir tahminleri ve iddiaları tutmuyor. Buna rağmen büyük bir öz güvenle ortaya yeni iddialar atmaya devam ediyorlar. Örneğin, bir genel seçim sonucu tahmini yaparken yüzde 20'lik devasa bir sapma yaşamak aklı başında bir kişi için büyük bir travma normal şartlarda ama bunlar pek etkilenmiyorlar. Hem komik, hem de acıklı bir durum. Yeni Türkiye'de bu manzaralar devam eder mi? Yoksa bir noktadan sonra biter mi?

Yıldıray Oğur: Fuat Avni adlı karakter 30 Mart'tan önce AK Parti'nin yüzde 30'un altında olduğu anketi Başbakanın cebine sıkıştırmıştı hatırlıyorsanız. Bir asker konuşacak, bir polis bir belge bulacak, bir savcı bir dava açacak, bir HSYK ele geçirilecek, bir cunta çıkacak, bir troll bir tape yayınlayacak ve her şey düzelecek. Bunların hepsi kardeş. Kurtarıcı bekleyenlere kötü haber. Gelmeyecek.

Meşhur biz söz var; 'Hep denedin, hep yenildin. Olsun, yine dene yine yenil, daha iyi yenil' diye. Muhalefetin mottosu olabilir mi?

Yıldıray Oğur: O ümidi de Sezai Kararkoç'un şiiriyle AK Parti çaldı, 'Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.' Yenilmeyi de bilmek gerekir. Yenilmeyi de başaramıyor muhalefet. Bir şey buluyor ve onun arkasına takılıp yenilgiyle hesaplaşmaktan kurtuluyor.

Kürtlerin Türk soluyla ilişki düzeyini manevi babalıktan evlatlık almaya çevirdiğini söylüyorsunuz. Ermeni aydınlar da kendilerini sömürmek isteyen Türk soluna karşı seslerini yükseltiyorlar. Türkiye'de yeni muhalefet Kürtler ve Ermeniler olabilir mi? Kemalistlerin ve solun elinden kurtulan muhalefet bu ülkeye neler katabilir?

Yıldıray Oğur: Kürt siyaseti Türk solunun paltosunun altından çıktı. Sonra Türk solunun Türk kısmıyla yüzleşti, onlardan koptu ama dirsek teması sürdü. Sonra 12 Eylül ve sonrasında ortaklıklar yeniden canlandı. Kürt meselesi konusunda uzun yıllar sadece solcular duyarlı oldular. Bir manevi babalıktan abiliğe geçildi. Sonra eridi bitti. Kürt siyaseti ise büyüdü, serpildi. AK Parti karşısında sosyalist solun bir kısmı hükmünü asker-CHP cephesine yanaşarak sürdürdü, bir kısmı da imkân ve kalabalıkları olan PKK çizgisine yanaşarak. Kürtler onları burada nüfuzlarına kaydedip evlatlık aldı. 'Kürtlere biz akıl veremeyiz' diye bir laf vardır. Yani PKK'yı eleştiremeyiz demek bu. Kürt meselesinde bu radikal tavır aslında laik Türk solunun asıl demokratlık testi olan İslam, dindarlar karşısındaki sınavdan çakmasını da örtbas etmek için bulunmuş bir taktikti. 90 yıldır esas büyük derdi olan dindarlar meselesinde bu resmi ideolojiyle olan dayanışmaları, akıl ortaklıklarının utancını, Kürt meselesi ve azınlıklar meselesinde muhalif pozisyon alıp, burada devlete karşı radikal bir tavır alınca örtbas edeceklerini sandılar. Ama o hayalet peşlerini bırakmıyor. PKK çizgisi barış için nefret ettikleri dindarlarla masaya oturdu, çözüyor da. İşte orda patlak verdi. Önce utangaç ama yapma seni kandırıyorlar. Sonra her krizde bitti işte AK Parti'nin gerçek yüzüler. Böylece silahlı bir örgüte ne demiş oluyorlar: Masadan kalk. Yani savaş. Erdoğan nefretleri ve İslamofobilerinden açık açık savaş kışkırtıcılığı bile yaptılar. Ne kadar hazin bir son.

Kardeşinizle (Turgay Oğur) görüşüyor musunuz? Bir araya geldiğinizde ne konuşuyorsunuz, tartışma yaşanıyor mu?

Yıldıray Oğur: Tabii. Günün sonunda kardeşim çünkü. Aynı yaşlarda kızlarımız var, onlar hakkında konuşunca pek geriye mevzu kalmıyor.

Son olarak; Gezi'nin ilk üç gününü siz de desteklediniz mi?

Yıldıray Oğur: Gezi'nin ilk saatlerinde olayın ana motivasyonunu, katılan grupları, kişileri de az çok tanıdığım için "Ne güzel işte TSK yerine STK'yı keşfettiler" diye bir tweet atıp ilk linç edilenlerden biriyim. İlk üç dakikasını bile desteklemedim. Polisin gaddarlığını, gaz atmadaki fütursuzluğunu en başından beri eleştirerek tabii. Gezi'yle meşru siyaset çizgisindeki insanlar, 'direniş' gibi siyaseti yok sayan daha sihirli bir kelimenin peşinden meşruiyet sınırlarının dışına yuvarlandılar. Gezi, devirmeciliğin geri dönüşü oldu. Çok sesi çıkan bir azınlığın, çoğunluğa bütün meziyetlerini kullanıp galebe çalma girişimiydi. Özünde bir demokratlık yoktu zaten. Aleyhine konuşmanın yasak olduğu, linç vesilesi olduğu bir delirme anıydı. Haklı olmanın şehvetine fena kapıldılar. Gezi bence aylarca Levent'teki MADO'ya sarımsak gibi Türk bayrağı ve Atatürk resmi asılmak zorunda kalınmasıydı. O yüzden gayet eski bir şeydi. Eski şişede yeni şaraplar gibi. Kılıf değişti tabii. CHP de eski CHP değil. Topla, tüfekle devirmeciliğin yerini barikatlar arkasından toplu direniş, parçalanmış TV araçlarının önünde fotoğraf çektiren gazetecilerinki gibi meşrulaşmış şiddet aldı. Olmadı, güçleri yetmedi buna. Kırılma anı, iktidarın kalabalıklarını meydana çıkarması oldu. O illüzyonu bitirdi. Ama maalesef Gezi'yle 90'lı yıllardan beri laik kesimin dindarlarla birlikte yaşama, siyaset yapma birikimleri, tecrübeleri sıfırlandı. Eskiye dönüldü. Hâlâ bir Gezi daha çıksa da kurtulsak diye bekleyenler var. Demokratlık bu değil.

YILDIRAY OĞUR KİMDİR?
1978 Rize doğumlu. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde okudu. 1999 yılında kurulan 'Buluşma Forumu' içinde yer aldı. Askeri vesayete karşı duruşuyla öne çıkan Genç Siviller hareketinin kurucularından. 2007 yılından 2013 yılına kadar
Taraf gazetesinde politika editörlüğü, yazı işleri müdürlüğü gibi görevlerde bulundu, 'Manifestom' adlı bir köşe yazdı. Bu süreçte yazdığı bazı yazılar çok tartışıldı. 2013 yılında Akil İnsanlar Heyeti'nde yer aldı. İstanbul Üniversitesi'nde doktora yapan Oğur, Türkiye gazetesinde yazmaya devam etmektedir.
BİZE ULAŞIN