Gamze Tuna: Doktor Lacivert

Doktor Lacivert
Giriş Tarihi: 6.3.2017 17:13 Son Güncelleme: 8.3.2017 15:48
Gamze Tuna SAYI:33
İyi günler efendim, Bundan sonra Lacivert Dergi’nin bu köşesinde her ay sizlerle buluşacağım. En çok merak edilen konuları, tartışmaları her ay bu sayfada anlatacağım, eşe dosta duyurulur. Sonra, vay efendim ben duymadım, yok ben yanlışlıkla palm yağı hüplettim demeyin. Çünkü bu ayki konularımız son günlerde birçok tartışmaya yol açan palm yağı ve başka bir merak unsuru olan arşiv meselesi. Efendim şu sıralar önce referandum sonra da palm yağı konuşulur oldu. Hep birlikte bir el atarak şu işi bir sonuca vardıralım diyorum. Doktor Lacivert gururla sunar.

N'olacak bu arşivleme arzumuz?

Geçen gün anneme bilgisayarın ekranının kırıldığını söylediğimde bir feryattır koptu ki sormayın. Doktor Lacivert olarak ben bile ne yapacağımı şaşırdım. Bütün bu haykırışlar yedi yaşındaki kardeşimin arşiv hayatının sona erme korkusuymuş. 2010 doğumlu kardeşimin şimdiye kadar yaklaşık 9-10 bin fotoğrafı bulunmakta. Anlayacağınız bir insan belgeseli çekilse kendisinin fotoğraf dosyaları birinci elden kaynak oluşturabilcek nitelikte. Basılı fotoğraflarına gelince, toplamda 10 taneyi geçmemekle birlikte evde pek ilgi gördüğünü söyleyemem. Sahi ne yapacaktım ben bu 10 bin fotoğrafı, ömrümün hangi evresine kadar saklayabilecektim? En iyisi kardeşim belli bir yaşa gelince ona bu gerçeği alıştıra alıştıra söylemekti. Bu kadar ağır yükü nereye sığdıracağını artık o da düşünmeli. Belki ileride onun bütün hayatını kopyaladığımız için bizi deli sınıfına koyabilirdi. Ama bu onu ne kadar sevdiğimizin bir göstergesiydi(!) Arşivlemek büyük meseleydi artık, onun için hemen kendime bir yöntem seçmeliydim. ATV binasının 6'ncı kata çıkan asansöründe aklım hâlâ bu meseleyle meşguldü. Şükür çok geçmeden Sabah Gazetesi Arşiv Müdürü Bayram Öz'ün yanına vardım. Hemen konuyu ona danışmalıydım, nihayetinde uzun zamandır gazete arşivini o yönetiyordu ve insanın neyi ne şekilde arşivlenmesi gerektiğini en iyi o bilir diye düşündüm. Dedim, Bayram abi ne yapacağız şu bizim fotoğrafları? USB desen yarın bir gün kaybolur. İCloud (Bulut) yahut Drive'a mı (Google depolama türü) yüklesek dedim. "Ben dijital ortama güvenmiyorum. Fotoğrafları buluta falan yüklemeyin mazallah zaten bulutların ağırlıkları 300-500 ton, bir de fotoğrafları yüklüyorlar buluta, bulutları daha da ağırlaştırıyorlar" dedi. Ne yalan söyleyeyim kendimden utandım. Kâinatta bulutlar da dâhil her şey dönüyor, bulutu yakalama şansımız da yok, deyince iyice umudumu yitirdim. Bayram abinin dediğine göre bu sosyal medya ve bulutları icat edenlerin bir gün sistemleri çökerse çoluğumuz çocuğumuz fotoğrafsız kalırmış. "Tüfenk icat edildi mertlik bozuldu" diyor. "İnsanoğlu elbet bir gün başa dönecek" diye de ekliyor. Fotoğraflarımızı gazete arşivleri gibi hem basılı hem de harici disklerle kopyalamayı öneriyor. Ayrıca Snapchat, Instagram, Facebook gibi bazı sosyal ağlar bizim yükleyip sildiğimizi sandığımız bazı fotoğraflarımızı sağ olsunlar bizler için saklamayı ihmal etmiyorlarmış. Ne kadar sorumluluk sahibi uygulamalar var şu dünyada! Yakın zamanda Facebook'un 10'uncu yıl kutlamalarında herkese hediye ettiği 'Facebook'taki yıllarınız nasıl geçti' başlıklı slaytlar birçok kişinin geçmişinde sildiği anılarla yüzleşmesine vesile olurken bir yandan da kirli çamaşırlarının tekrar gündeme gelmesine vesile olup birçok kişiyi alnından vurmuş durumda.

Mesela borsada işlem gören paranın miktarı 700 trilyon dolar, bu parayı basılı olarak getirin dediğimizde bu para 350 trilyon dolar. Geri kalan 350 trilyon doları bile sanal ortamda yetim gibi bırakıp basmayan sanal ortama fotoğraflarımızı emanet ederken bir kez daha düşünmekte fayda var diyorum. Arşivlemek tutkumuzu fazla da abartmadan hem somut olarak hem de modern yöntemlerle saklamanın hepimiz için en ideali olduğunu sanıyorum. Hepinize bol terebaytlı günler diliyorum.

Tatlıcı babanın diyetisyen kızı



Hanımlar, beyler bilhassa bıcır bıcır yavrucaklar! Artık hayatımızda palm yağı diye bir gerçek var, aslında yıllardır varmış da biz onun tartışmasını yeni yeni sandıklarımızdan çıkarır olmuşuz. Ben de dayanamadım takip ettiğim blogger (tatlicibabanindiyetisyenkizi.blogspot.com) Kübra Yıldız hanımefendinin gittim yanına vardım. Sordum soruşturdum, nedir bu palm yağı dedim. Palm yağı aslında palmiye ağacından üretilen bir yağ. Turuncu, küçük, hurma şeklinde bir meyvesi var, dedi ve yüzde 50'sinin yağdan oluştuğunu da ekledi. Biz adını şu sıralar çikolatalı fındık kreması Nutella'dan duyduk ama diyetisyen hanımın dediğine göre bu palm yağının kullanılmadığı ürün kalmamış. Allah bereket versin bisküviden margarine, pastadan kurabiyeye kadar hepsinin içerisinde palm yağı varmış. E zararlı mı dememe kalmadı diyetisyen hanım; "Biz diyetisyenlerin hiçbir zaman şu besin melek besin şeytan diye bir yargısı olamaz. Çünkü hiçbir besin tek başına ne hasta eder ne de iyileştirir. Her zaman için tüketilen miktara ve hangi teknolojide üretildiğine bakmak gerekir" diyerek beni büyük bir yanlıştan kurtardı. Haklıydı nihayetinde, bir yağı 200 derecede ısıtacaksın sonra da zararlı mı diye soracaksın, el insaf! Kömür bile dayanamaz o sıcaklığa ki bizim minik palmcığımız nasıl dayansındı. Efendim buradan Torku'ya da selam olsun; "Biz hurma yağı kullanıyoruz, palm yağını Nutella kullanıyor" dedi ve bizi ikileme sürükledi. Kübra Hanım'ın söylediğine göre hurma yağı demek palm yağı demek, palm yağı demek hurma yağı demekmiş. Yani kafaları bulandırmaya hiç de gerek yokmuş.

Şimdi palm yağı da az değil. Hem bitkisel yağ olacaksın hem de hayvansal yağlar gibi oda sıcaklığında katı halde olacaksın. Tabii doğal olarak kafalar karışıyor. Gidip marketten bir palm yağı alayım da ekmeğime süreyim tereyağı gibi diyemiyorsun. Hem her bitkisel yağ yazanı palm yağı sanmak da doğru değilmiş. Zaten oranları içindekiler kısmında verilirmiş. Diyetisyenimizin dediğine göre böyle meşhur olan yiyecekler ortaya çıkınca ağzı olan konuşur olurmuş, bu palm yağını da öcü gibi göstermeye bayılır olmuşlar. İçinde kanserojen maddeler varmış. Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi bu konuda henüz kesin bir yargıya ulaşmış değil, o yüzden kimse palm yağına sataşmasın bence şu sıralar. Kübra Hanım diyor ki; "Palm yağı beni kanser eder düşüncesi, hareketsiz yaşamın, fazla kilonun, yetersiz sebze meyve tüketiminin, fazla alkol tüketiminin yanında devede kulak misali."

Neydi bu palm yağını bu kadar yerin dibine sokan, adını Nutella yağı olarak duyuran işin sırrı. Bu işin arkasında Amerika var diyeceğimi sanıyorsanız yanılmıyorsunuz. Çünkü Malezya'da üretilen bu palm yağı Amerika'da üretilen mısır yağını geçince bu olayın ekonomik planları da barındırıyor olma ihtimalini güçlendiriyor. Diyetisyenimizin de söylediği gibi gıda endüstrisi içerisinde palm yağı olmayan ürün yok ama sadece bir ürüne bu kadar yüklenildi ve bu ürün, herkes için farklı bir yere konulan bir ürün. Birçok çikolatalı fındık kreması var ama hep Nutella adıyla anılıyor. Burada bir tek onun suçlanması bu olayın arkasında farklı ekonomik güçlerin olduğunu düşündürüyor. Son noktayı koyarsam efendim; palm yağı o kadar da zararlı bir yağ değil. Hem sadece Nutella ile anılmaktan rahatsız çünkü o neredeyse her şeyde var.

BİZE ULAŞIN