Hüsrev Hatemi: Sistemler ve istemlerin âhengi

Sistemler ve istemlerin âhengi
Giriş Tarihi: 28.2.2017 10:27 Son Güncelleme: 28.2.2017 10:27
Hüsrev Hatemi SAYI:33Mart 2017
Toplumların ortak denecek bir özelliği; anarşiden de, monarşiden de, oligarşiden de, parlamenter demokrasiden de şikayet etmesidir. Sistemin adı değil adalet önemlidir Adalet ilkesine uyulması halinde monarşi idaresi bile adaletsiz bir demokrasiden daha iyidir.

Bugünlerde daha çok yönetim sistemlerini düşünüyoruz fakat sistem, teknik ve felsefe alanlarında da önemli bir kavramdır. Eski Yunanca; 'bir araya getirme, toplama' kelimesinden türetilmiş olan bu kelime, Fransızca aracılığıyla dilimize girmiştir. Birçok alanda yerleşmiş bir kelime olduğu için dilimizin 'özleştirilme' gayretleri sırasında sistem için tek bir karşılık bulmada epey zorluk çekilmiştir.

1941 yılında maarif matbaasında basılan Türkçe Terimler Cep Kılavuzu adlı eserde sistem için kullanma alanına göre farklı karşılıklar verilmiştir. Örneğin fizikte; heyet, biyolojide; cümle, matematikte; usul, botanikte; sistem gibi karşılıkların verildiğine rastgeliyoruz bu eserde. İnsan sormadan edemiyor; sadece bir kelimeyi kullanıp rahat etmek varken neden farklı farklı kelimeler kullanılıp da çözüm yerine bu denli karışıklığa gidilmiştir diye.

Bunun dışında soyut düşünce alanında sistem, kavramların toplu ve gerçekliğin sembolik olarak dışavurumu amacıyla mantıki olarak düzenlenmesi ve bir araya getirilmesine verilen addır. Kant'a göre sistem; "Bilimlerin ve felsefenin olmazsa olmazıdır." Hegel; "gerçeklerin toplamı" olarak kabul eder sistemi. Sistem kavramı giderek 'her felsefe bir sistemdir' anlayışına ulaşmış neredeyse. Hatta Kierkegaard ve Nietzsche gibi sistem karşıtı filozofların düşüncelerine bile 'Nietzsche sistemi', 'Kierkegaard sistemi' gibi adlar verilmiştir.

Günlük hayatta da sistem kavramı; kapıların kapanma sistemi, Milli Savunma Sistemi, Milli Eğitim Sistemi gibi adlarla çok farklı alanlarda da karşımıza çıkabiliyor.

Toplumlar, uluslar ve sistem

Toplumlar medenileştikçe, toplumları yönetme ve onların yönetilmeleri bir sistem görünümünü daha fazla arz etmeye başlar. Örneğin, bir aşiret şeklinde kendini gösteren ilk Osmanlıların 100 yıl sonraki durumu, bir yönetim sistemi kurmanın ve ona uymanın, milletlerin hayatında ne kadar önemli olduğunu gösterir örneğin. Siyasi sistemlerde yapılmaya çalışılan güncellemeler az veya çok çalkantılara sebep olur. Bu çalkantılar eğitimli ve yerleşmiş toplumlarda 'doğrusal/lineer' gelişme gösterir. Toplumsal düzeyi, zamanına göre geri kalmış toplumlarda ise sistem güncellemeleri daha ziyade kaotik bir görünüm arz eder. Kaotik gelişmelerde doğrusal hesaplar bir sonuç vermez. Toplumun o sıradaki koşulları ve olayların gelişmesi süresince dâhili ve harici hayırhah ve bedhahların yapacağı etkilerin de bilinmesi gerekir. Bu dört ayrı tip etkilerden olumsuzluk yaratmada önde gelen etki, iç veya dış bedhahların etkileridir. Olumlu etki olarak dış hayırhahlara pek bel bağlanılamaz. En olumlu ve hayırlı etki 15 Temmuz gecesinde olduğu gibi dâhili hayırhahlardan gelir. Toplumlarının ortak denecek bir özelliği; anarşiden de, monarşiden de, oligarşiden de, parlamenter demokrasiden de şikâyet etmesidir. Sistemin adı değil adalet önemlidir. Adalet ilkesine uyulması halinde monarşi idaresi bile adaletsiz bir demokrasiden daha iyidir. Monarşilerde at oynatan oligarşik zorbalar, adlarını değiştirerek çeşitli dernek veya sivil toplum kuruluşu görünümü altında demokrasilerde bile at oynatabilirler. Fakat demokrasinin olmadığı yerde de bunlar daha doğrudan ve korkusuzca baskı yapabilirler. Bu bakımdan idare sistemi üzerinde bazı yeni güncellemeler yapılacaksa bunu bayram yahut yas saymayıp, soğukkanlı olmak gerekir. Ben siyasetle pek ilgilenmem. Fakat benim üzerimde etki yapmış bir dış ülke deneyimini hiç unutmuyorum. Ben ortaokul ve lise yıllarındayken gazetelerin birinci sayfalarına akseden; 'Fransa kabine buhranları' denen dönemi hatırlıyorum. Fransız para birimi olan Frank'ın sıfırları fazla idi. 'Fransa iyi yönetilmiyor' imajı dünyada yaygındı. Sonra baktık ki, 1950'li yılların sonuna doğru, İkinci Dünya Savaşı'nda Almanlara karşı 'mukavemet/rezistans' kahramanı De Gaule devreye girdi. 1958 Anayasası hazırlandı. Fransa bir istikrar dönemine girdi. De Gaulle, Frank'ın iki sıfırını attı. Fransa'nın itibarı önce hafif sonra daha hızlı artmaya başladı. Ardından da bütün Fransa halkına Fransızlığın önemini anlatan girişimlere başladı. De Gaulle'den sonra da Fransa'nın itibarı 1939-1958 arasında olduğu kadar bozulmadı. Bunları söylerken; "Çare-i halas Cumhurbaşkanlığı Sistemi'dir" diye politik nutuk atmıyorum. Çare-i halâs adalettir. İttihatçılar, II. Meşrutiyet dönemini getirdiler fakat söz verdikleri ilkelere uyamadılar. Çünkü parlamento ile adalet gelmez. Parlamento adalete biraz daha yaklaşma sağlar. Demokrasi yolunda, son 100 yılda acı ve tatlı çok deneyim edindik, acı veya tatlı çok olaylar yaşadık. 1938'e kadar Atatürk ve 1946'ya kadar da İnönü devirleri bizim başkanlık dönemimizdi. 1946'da bizim demokrasi hayatımız başladı. Fakat Fransa sadece kabine krizleri yaşarken biz, 1990'lı yıllara kadar adına devrim denen darbeler yaşadık. Bu acılar darbelerde hayır olmadığını gösterdi sanıyorken parlamentomuz Şeyh Galib'in; "Giydikleri âfitâb-ı Temmuz/içtikleri Şûle-i cihansûz" mısralarını hatırlatacak şekilde havadan gelen alevleri içti. Şu halde referandumda 'evet' çıkarsa, biz de yeniden De Gaulle usulü bir sağlık küründen geçeriz. 'Hayır' oyu çıkarsa keyfimizi bozmaz, kür yerine demokrasi vitaminleri yutarız. İri olmasak da olur. Bir olalım, gür olalım, hür olalım.

BİZE ULAŞIN