Lacivert Yazı İşleri: İkna Odası: Sokağa inmeden sokağı anlayamazsınız

İkna Odası: Sokağa inmeden sokağı anlayamazsınız
Giriş Tarihi: 4.11.2015 12:35 Son Güncelleme: 4.11.2015 12:49
Lacivert Yazı İşleri SAYI:18Kasım 2015
Belediyelerin gençlik merkezleri var ama içlerinde gençlere hitap edecek bir şey yok. Sadece salonlarda sıkıcı konferanslar düzenliyorlar. Herkes birbirini zorla götürmeye çalışıyor. Bu gençlik merkezlerine bir müzik stüdyosu yapmıyorlar. Bu şekilde amatör müzik yapan çocuklar buralara yönelebilir. Ya da grafiti atölyesi kurabilirler, ama yapmıyorlar. Sokak dosyasını planlarken, konunun ayrıntılarını, sokağın asıl sahipleri ile konuşmayı düşündük. Toplantı masamızın bu ayki konukları, sokağın enerjisini sanatına aktarmış grafiti sanatçısı Ulaş Çelik, rap sanatçısı Yener Çevik ile sokaklarda yaşayan Özgür ve Muzaffer isimli iki küçük kardeşimiz oldu. Misafirlerimizin hikâyeleri bize şunu gösterdi: Sokağın ruhunu anlamak için sokaktaki insanları yakından tanımak gerekiyor.

Mia:
Nasıl başladı hikâyeniz?

Ulaş: 2005 ile 2006 yılları arasında Güngören'de grafiti yapmaya başladım. Belediyenin bize sponsor olması ile ülkede bunu biraz da tanıtmak bize nasip oldu. 2010 yılında Boyalı Eller adında bir firma açtık. New York Times'a kadar sanatsal anlamda haber olabilmiş bir ekibiz. Özgür ve Muzaffer de Beyoğlu'nda daha çok sokakta yatıp kalkan gruptanlar. Biz iyi arkadaş olduk onlarla. Beraber takılıyoruz boş zamanlarımızda. Rap ile uğraşıyorlar. Onları da buraya getirdik. Sizi tanısınlar, ortamı görsünler istedik.

Mia: Biz sokak çocuklarından korkan insanlar değiliz. Keşke daha kalabalık bir grup getirseydiniz.

Ulaş: Buraya gelmeden önce yaşadığımız bir olayı anlatayım. Özgür ve Muzaffer'le buluşacaktık. Birisinin köpeği kaçmış. Özgürler de tutmuş almışlar yanıma getirdiler, sahibini aramışlar bulamamışlar. Bir kadın da geldi çocuklara hırsız gibi davrandı, bağırmaya başladı. Ben de çocukları korudum. Kadına bu çocuklar bir insan da sen kendini beş insan mı zannediyorsun ki dedim. Bu tarz yaklaşım hep var.

Mia: Maalesef şehirli, eğitimli ve orta yaşa yaklaşmış çok saldırgan bir kesim var. Bunlar topluma büyük bir nefret saçıyorlar ve gerçekten hastalıklılar. Grafitiye nasıl başladığını daha detaylı anlatabilir misin?

Ulaş: Hiperaktif ve otorite kabul etmeyen bir çocuktum. Kaçıp giderdim kafama göre. Güngören'de çok da güzel bir ortamda büyümüyorduk. Benim hep anlattığım bir durum var. Belediyelerin gençlik merkezleri var ama içlerinde gençlere hitap edecek bir şey yok. Sadece salonlarda sıkıcı konferanslar düzenliyorlar. Herkes birbirini zorla götürmeye çalışıyor. Bu gençlik merkezlerine bir müzik stüdyosu yapmıyorlar. Bu şekilde amatör müzik yapan çocuklar buralara yönelebilir. Ya da grafiti atölyesi kurabilirler, ama yapmıyorlar. Ne bileyim hırsızlık potansiyeli olan çocukları dublör olarak yetiştir, jimnastik salonu kur dublör olsunlar. Bu tarz çözümler bulmak zor değil. Biz problemli bir gençlik yaşadık. Grafitiyi önceleri zarar vermek için yapıyorduk. Sonra belediye bize sponsor oldu ve hikâyemiz bambaşka bir şeye dönüştü, farklı bir misyon yüklendik. Bizim şu an sahip çıkmaya çalıştığımız çocuklar üzerinde baya bir etkimiz var.

Mia: Bu merkezlerin de en büyük problemleri çocukları merkezlere çekmek. Ama senin gibi bir aracı vesilesi ile daha kolay geliyorlardır.

Ulaş: Öyle tabii. Ama kursların sıkıcılığının farkında değiller mi? Avrupa'da gelişmiş ülkelerde punk akımı moda mı oldu, hemen punk evleri kuruyorlar. Bu çocukların bir oyuncağa ihtiyacı var. Mahallede herkes piyano çaldığı zaman piyanoya meyledersin, sokağa çıktığın zaman herkes uyuşturucu satıp gasp ediyorsa hırsızlık yaparsın toplum içinde var olabilmek için.

Mia: Çoğu insan sokakta olan çocuğu, sokakla içli dışı olmayı bir araz olarak görüyor. Hâlbuki siz diyorsunuz ki sokak bir realitedir, bunu kabul edin ve buna göre yönlendirin. Madem bazı çocuklar sokakta olacaklar, buna uygun politika geliştirilsin ve bu çocukların enerjileri kanalize edilsin.

Yener: Yeter ki kötü yola gitmesinler.

Mia: Peki neden kötü yola gidiyorlar?

Ulaş: Bunu Özgür anlatsın. Sokakta neden kötü şeyler oluyor?

Özgür: Ben 14 yaşındayım. Daha önceden uyuşturucu kullanıyorduk. Yener abi gibi Killa Hakan gibi rap yapan abileri gördüm. Bir abi geldi o sırada bonzaiden bahsetti, o da hoşuma gitti. Sağ olsun Ulaş abi bizi kurtardı. Onunla metroda karşılaşmıştık. Bize "İçmemeniz için ne yapabilirim?" dedi. Ben de "Rap söyleyebilirim, Taksim'de söyleriz, para kazanırız, sen de bize sanat öğretirsin" dedim. Söz verdi. Bize sanat da öğretti.

Ulaş: Biz şimdi biraz daha varoş kesimlerden bahsediyoruz ya. Aileler maddi ve manevi olarak yeterli olmadığı için çocuk farklı aktivitelere yönelebiliyor. Para olduğu zaman bir kafeye gidip bir şeyler içip üstün başınla var oluyorsun. Ama olmadığı zaman o sokakta neyle var olacaksın? Şiddetle, serseri olmakla…

Mia: Özgür sen niye sokaktaydın peki?

Özgür: Ben mendil falan satıyordum. Ailem Tarlabaşı'nda oturuyor. Sonra sokaktaki arkadaşlarla tanışınca eve gitmemeye başladım. İnsanlar bizi görünce onları yiyecekmişiz gibi bakıyorlar. Aslında bir baliciyle empati yaparsak, kendimizi onun yerine koyarsak, onunla konuşursak o da düzelebilir.

Mustafa: Genelde nerelerde oluyorsunuz Özgür?

Özgür: Odakule'de yattık. Her yerde yattık aslında biz.

Mia: Okula gittin mi hiç?

Özgür: Gidiyordum abla. Bir şeyler oldu. Müdür bana sen okula gelme, ben seni geçirteceğim dedi. Ben de onun aklına uydum, gitmedim. Sonra açığa verdi bizi.

Remzi: Eğitim kurumları çok problemli. Farklı eğilimleri olan çocuklara hemen sen gelme diyerek uzaklaştırmak istiyorlar. Bu bir çözüm değil.

Yener: Bizim fişlenmemiz doğduğumuz yerden başlıyor. Ben İzmir Karşıyakalıyım. Benim oturduğum muhit yüzünden alınmadığım okullar oldu.
Mia: Özgür sen şu an nerede kalıyorsun?

Özgür: Evde.

Ulaş: Ev dediğine bakmayın. Zaman zaman gidiyorlar eve. Bunlar sokağı seviyorlar.

Mustafa: Muzaffer sen nerede kalıyorsun?

Muzaffer: Evde ya da sokakta.

Beytullah: Ev varken neden sokakta kalıyorsunuz?

Özgür:
Sokakta özgürüm. Bazen gidiyorum eve sonra canım sıkılıyor. Televizyona bakıyorsun. Kedi gibi işte…

Ulaş: Gidin Tarlabaşı'na, zihinler kısıtlı. Ama bunlar Taksim'de her çeşit insanla muhabbet ediyorlar. Beyinleri açılmış. O tarafa dönmek istemiyorlar. Kendilerince bir cumhuriyet kurmuşlar.

Mia:
Mekânınız neresi Özgür? Siz şimdi buraya bizi ziyarete geldiniz, biz sizi ziyarete nereye geleceğiz?

Özgür: Beni zor bulursunuz. Ben her yerde olabilirim. İçen arkadaşlarımdan uzak duruyorum. Biz içmiyoruz her yeri geziyoruz arkadaşlarımla.

Ulaş: Özgürlerin durumu değişik. Ben onları ilk tanıdığımda sizi bali, tiner çekerken gördüm diyordum. Yok abi çekmiyoruz, biz rol kesiyoruz diyorlardı. Su döküyorlar tiner çekiyormuş gibi takılıyorlar, bali poşetine hardal döküp takılıyorlar. Tehlikeli görünmek için biraz da.

Mia: Muzaffer ve Özgür, siz hayattan, insanlardan ne bekliyorsunuz?

Özgür: İnsanlardan beklemiyorum. İnsanlardan hayır gelmez. Sen yapacaksın o zaman olur. Ama hayallerim var. Üniversiteye gidebilirsem grafik okumak istiyorum. Bir yandan da rap ve grafitiyi hobi olarak yapmak istiyorum. Rap yaptığın zaman tanınırsın. Bu adamın işi bu derler. Güzel olur.

Mia: İkinize de sormak istiyorum. Taksim ve Kadıköy gibi hep cafcaflı yerlerdesiniz. Siz bizi nasıl görüyorsunuz? O kalabalık hayatı nasıl görüyorsunuz?

Özgür: Sabah dolu, akşam boş.(Gülüşmeler)

Mia: Akşamı mı daha çok seviyorsun sen, sabahı mı?

Özgür: Akşam daha güzel çünkü cumartesi akşamları insanlar yorgunluklarını atarken mendil satıyorum. Yağmurlu günleri seviyorum. Arkadaşımın babasıyla birlikte o zamanlarda şemsiye satıyoruz.

Beytullah: Sizin gibi sokakta olan arkadaşlarla aranızda sorunlar oluyor mu? Tırnak içinde çetecilik oluyor mu?

Özgür: Var. Çok anlaşamadığımız konularda başka bir büyük gelip hakemlik yapıyor.

Ulaş: Özgürler şimdi burada uslu uslu oturuyorlar ama genelde hep şiddet içinde olan çocuklar. Gün içinde kendilerini savunmak için bile en az bir kere şiddete maruz kalıyorlar.

Mia: Kime karşı savunuyorsunuz kendinizi?

Özgür: Arkadaşlarımızla bazen kavga ederken insanların bazıları sataşıyor bazıları korkuyor. Ulaş ağabeye ne yapayım diyorum. O da kavgadan sana zarar gelir diyor. Bir daha sataşırsa beni çağır, gerekeni ben yaparım diyor.

Mia: Ulaş sana sormak istiyorum. Sen dedin ki metroda tanıştık, arkadaş olduk falan. Mesela ben sokakta böyle bir çocuk görsem yanlarına gitsem. Sen bu kullandığın şeyi bırakır mısın desem, beni takarlar mı?

Ulaş:
Takmazlar. Önce saygısını kazanmanız lazım.

Mia: Bu senin de sokaktan gelmenle alakalı mı? O dili anlayabilmek falan mı?

Ulaş: Kesinlikle etkisi var ama ben onlara başka biri gibi muamele yapmadım. Hiçbir zaman ayrım yapmadım, onlara büyük bir sevgi besliyorum. O yüzden bana büyük saygı duyuyorlar. Bu çocukların durduramadığı güzel bir enerjileri var. Biz de bunu güzel bir yöne çekelim dedik. Ne yaptık? Kadınları taciz eden sarhoşlara, bonzai satanlara saldırıyoruz mesela.

Mia: O zaman Taksim'e geldiğimizde siz varsınız, hiç korkmayalım.

Ulaş: Kötü gözüken şeyi doğru yöne çevirmek çok kolay. Bu çocuklar sevgisiz büyüdüğü zaman, şiddet içgüdüsüyle büyüdüğü zaman daha ileriki yaşlarda çok büyük zararlar veriyor. O zaman da işte bizim asıl korktuğumuz tipler oluşuyor.

Yener: Toplum zaten en başta 'güzel' diye bir formül bulmuş. Ama kimse güzel olanı sorgulamamış. Mesela bizim toplumumuz için güzel olan şey ne? Ya doktor ya mühendis ya asker ya polis olmak… O zaman sen en iyisin. Ama bu dördü dışında bir şeysen sadece bir şeysin.

Mia: Bu çocuklar arasında siyasete yönelme var mı?

Ulaş: Ben çok olmadığını düşünüyorum. Çünkü bizde devlet kurumları ve siyasi organlar biraz öcü gibi gözüküyor. Yani bir çocuğun tutup da gidip belediyenin kapısından girebileceğini zannetmiyorum açıkçası. Zaten siyaset kurumlarında gençlere yeteri kadar söz tanınmadığı da malumunuz. Çocuklar daha ziyade koyun gibi algılandığı için bunu fark eden ve aklı olan çocuk zaten oraya gitmiyor.

Yener: İşte rap, grafiti bizim için kendini var etmek aracına dönüştü diyebiliriz. Ben rap yaparak sinir haplarından kurtuldum.

Mustafa: Ben sizin müziklerinizi dinledim. Bilinen rap gibi değil sizinkisi. Bildiğin arabeskçisiniz gibi geldi bana.

Yener: Öyle zaten ben arabeskçiyim. Micheal Jackson, Madonna ile büyümedik ki biz mahallemizde. Müslümlerle Bergenlerle yani bu kültürle büyüdük.

Remzi: Yeni sosyal medya gençliğine klasik arabesk müzik çok şey ifade etmeyebilir belki ama bu tarz bir arabesk tam bu neslin de dinleyebileceği bir tarz.

Yener: Mesela âşık edebiyatını incelediğimde ben kendimi bu zamanın ozanı olarak görüyorum. İyi şiirler yazamam belki ama bir ozan gibi didaktik ölçüde cümleler sarf edebilirim.

Mustafa: Peki, yaptığın şarkılar nasıl ortaya çıkıyor? Bir ilhamla mı yoksa masa başında oturarak şunu şunu yapmalıyım tarzında mı oluyor?

Yener: Anında geliyor. İçinde bulunduğum ortamın enerjisinden gelen ilhamlar sonucu oluyor. Bir kalıbım yok yani. Benim kalıbım, kalbimle kalemim aynı anda attığında ortaya çıkıyor.

Beytullah: Özgür sen de Yener abin gibi şarkı filan yazıyor musun?

Özgür: Ben doğaçlama yapıyorum bazen.

Yener: Yalan yok, çok iyi yapıyor!

Ulaş: Özgür'e bir kelime veriyorsun o kelimeyi şarkı içinde kullanarak doğaçlama tarzında yapıyor.

Yener: Biz Özgür'e, Muzaffer'e ve diğer arkadaşlarına şunu anlatmaya çalışıyoruz. Bazıları sizi zaten sokakta görmek istiyor. Bu yüzden siz okumak zorundasınız. Çünkü onların istediği zaten bu. Yani senin okumaman, bir şeylerin farkında olmaman ve sokakta kalarak senin oradan kurtulmaman.

Ulaş: Ben biraz da işim icabı bürokratlarla çok sık denk gelen bir insanım. Mesela bizim polis teşkilatımız Özgür gibi çocukların altı senede kendi kendilerini yok ettikleri söylüyor. Bu çocukların kesilmiş cezaları olsa da tutuklamıyorlar.

Mia: Ne demek bu kendi kendini yok etmek?

Ulaş: Uyuşturucudan ölür demek, kavga eder ölür demek. Bunların ortalaması altı yıl olarak belirlenmiş. Bizim polis teşkilatımızın bu çocuklara yaklaşım biçimi maalesef tamamen bu şekilde.

Mia: Doğru mu peki bu Özgür, altı sene mi yaşıyorsunuz siz?

Özgür: Bazıları altı sene, bazıları 10, bazıları 15 sene yaşıyor abla. Hiçbir şey olmadan çok daha uzun yaşayan da oluyor.

Sema: Peki bir şey sormak istiyorum ben. Gençleri iyi aktivitelere yönlendirmek için neler yapılması gerekiyor?

Ulaş: Biz mesela bir ara bütün Güngören'de ciddi bir sorun haline gelmiştik. Bütün dükkân kepenkleri filan yazılarımızla doluydu. Ne bölge halkı ne de polis durduramıyordu bizi. Grafiti yaptığımız için bizi satanist zannedenler bile oldu. Bir ilköğretim okulunu boyamıştık kaçak. İdealist bir müdürü vardı okulun. Bir cuma konuşmasında bunu yapan arkadaşlar bize ulaşsa da spreylerini temin etsek ve bizim için okulun adını filan yazsalar demiş. Biz ilk başta bunu tuzak sandık. Ama sonra anladık ki hoca ciddiymiş. Neyse bize spreyler aldı müdür ve biz okulu boyadık. Sonra başka okul da istedi. Baktık beğeniliyor, belediyeye gidip bu işi profesyonel yapmak için talepte bulunduk. Orada da şanslıydık açıkçası. İdealist bir insana denk geldik ve bize destek oldu. En önemlisi hiçbir zaman bizi politize etmeye çalışmadılar. İşte Belediye Başkanımız kurulan Gençlik Meclislerine bir tane hiphopçu temsilci almak istedi. Kısmet işte bu görev de bana nasip oldu. Bunun da bana faydası oldu açıkçası. İyice tecrübe kazandım. Kısa bir süre sonra gazete ve televizyonlara çıkmaya başlayınca iş bambaşka bir yöne evrilmeye başladı. Hem para kazanmaya başladık hem tanınırlığımız arttı.

Mia: İnsan odaklı bakarsanız zaten, her bireyi kendi içinde kutsal ve özgün olarak görmek ve bu çocukların gerçeklerine uygun sosyal ortamlar oluşturmak gerekiyor.

Ulaş: Küçükken ben 'ne olacağım' kaygısıyla çok baş başa kalıyordum. Peki neden? Çünkü okuyamayacağımı biliyorum. Hem buna eğilimli bir çocuk değildim hem de okumak için imkânlarım çok yetersizdi. Adam akıllı bir meslek edinmem gerekiyordu, neyi nasıl yapacağım diye düşünüyordum. Kendi kendime 'grafiti' diye bir meşgale buldum. Şimdi sen bu kanalları kapatınca büyük tehlikeye atıyorsun çocuğu. Bir çocuk haram yolla para kazandıktan sonra, helal yolu alıştıramazsın, bu çok zor olur. 'Bu enerji nasıl kanalize edilir?' sorusuna gelince, ilk önce bürokratların eğitilmesi gerekiyor. Empati kuramıyorlar hiçbir şekilde.

Mia: Seminer ve çalıştay yaparak halledebileceklerini düşünüyorlar.

Ulaş: Sokağa inmeden sokağı anlayamazsınız.

Mia: Peki, sokağa nasıl ineceğiz?

Ulaş: Mesela, Özgürle oturup konuşacaksınız.

Mia: Özgür gibi arkadaşları nasıl anlayacağız peki?

Ulaş: Sokağa çıkarsanız eğer, bir sürü Özgür görebilirsiniz. Sokağı tanımanız için, sokaktaki çocuklarla vakit geçirmeniz gerekiyor. Hatta sizin, benim değil, Gençlik ve Spor Bakanlığı Müsteşarı'nın geçirmesi gerekiyor. Beş yıldızlı otelden beş yıldızlı otele bu sorunlar çözülmüyor maalesef.

Mustafa:
Bu sorun çözülmek istenen bir sorun değil galiba. Yoksa bunlar Amerika'nın yeniden keşfi gibi zor işler değil. Bunlar herkesin baktığında görebileceği şeyler.

Mia: Görmüyorlar maalesef. Her gün evine işine özel araçla gidip geldiğinizi düşünsenize, bu şekilde sokakta nereyi göreceksin? Bu yüzden bürokratlar görmüyor, onlar için görmedikleri şey de yok.

Sema: Bu son yaşanan olaylar sokağı etkiliyor mu?

Ulaş: Sokakta o ayrım yok ki. Beraber oturup kalkıyorsun sonuçta. Ben hiç bu ayrışmayı sokakta görmedim.

Remzi: Twitter'ı takip eden insanların hissettiği bir şey bu. Sosyal medya kullanmayan insanlarda bu ayrışma pek yok.

Mustafa: Sokak sana ne kattı Ulaş?

Ulaş: Sokak sayesinde hiç hayal edemeyeceğim şeylere sahip oldum. Zengin biri değilim ama şu an sahip olduklarım hayallerimin ötesinde. Allah'ın izniyle önümüz açık, dünya çapında ilerleyen bir ekibiz. Özellikle ben sokakta takılıyorum. "Sokakta ne görüyorsun?" derseniz, bu çocukların derdini tasasını görünce benim nefsim köreliyor. Bu dünyada neyin gerçek neyin sahte olduğunu hiçbir zaman unutmuyorum.
BİZE ULAŞIN