Süleyman Arif Özkut: Aslanla gezen bir Osmanlı: Cezayirli Hasan Paşa

Aslanla gezen bir Osmanlı: Cezayirli Hasan Paşa
Giriş Tarihi: 14.04.2018 13:12 Son Güncelleme: 14.04.2018 13:12
Cezayir’e yaptığı bir deniz yolculuğu esnasında çıkan fırtına neticesinde genç Hasan’ın bulunduğu gemi, Avrupa bandıralı bir yük gemisiyle çarpışır. Kendi gemisinde bulunan hemen herkes korkudan kaçışırken Hasan, karşı gemiye atlar ve bu gemide bulunan silahlı 15 kişiyi tek başına yatağanıyla yere sererek gemiye el koyar.

Devlet-i Âliye'nin altı asır süren ömrü boyunca öne çıkan en önemli özelliklerinden biri de, karşılaştığı problemlere geliştirdiği hızlı ve kesin çözümlerdir. Bu çözümler mali, siyasi ve askeri olabildiği gibi geniş yelpazedeki reformların hayata geçirilmesini de içerir. Sorunlara çözüm bulma yolunda isimleri öne çıkan tarihi karakterler ise kendilerinden sonraki dönemlere eserlerini miras bırakmışlardır.

İmparatorluğun 18'inci yüzyılda karşılaştığı hayati problemlerden bir tanesi, Osmanlı donanmasının 1770 tarihinde Çeşme'de yakılmasıydı. Bu feci olay, Akdeniz kıyılarının beşte üçüne sahip olan imparatorluğun bir anda deniz kuvvetlerinden mahrum olmasına sebep olacaktı ancak Cezayirli Hasan Paşa'nın ve halefi Küçük Hüseyin Paşa'nın çabaları ve donanmada yaptıkları yeniliklerle problem kısa sürede çözüldü. Donanma, 25 seneye kalmadan Atlas Okyanusu'ndan kalkıp gelen Amerika Birleşik Devletleri gemilerinin, kıyıları taciz ve işgal girişimlerine karşılık verebilecek seviyeye geldi.

ABD'ye Osmanlı tokadı

ABD, koloniler halinde kalkıştığı bağımsızlık hareketiyle İngiltere'yi bölgesinden çıkarmış ve bağımsız bir devlet olarak tarihteki yerini almıştı. 1776 yılında bağımsızlığı kazanan bu yeni devlet için Avrupa ile ticaret ve okyanus güvenliği oldukça önem arz ediyordu. Bunları tesis edebilmek için Akdeniz sularında birtakım faaliyetlerde bulunuyordu ABD gemileri.

Akdeniz yakınlarında bulunan Cadiz'de gezen Kaptan Isaac Stevens'ın idaresindeki gemiye Cezayir korsanları el koymuştu. Kısa bir süre sonra Dauphin adlı ABD gemisinin de akıbeti aynı oldu. Bunun üzerine Cezayir korsanlarını cezalandırmak isteyen ve büyük beklentileri olan ABD, yeni donanmasıyla Akdeniz'e indi ancak sonuç hiç de bekledikleri gibi olmadı. İngilizlerden kalan güçlü gemileri bulunan ABD donanması, Xebec denilen Cezayir korsan gemilerinin Akdeniz'e uygun kıvrak yapısı karşısında pek tutunamadı ve donanmasının tamamına yakınına el konuldu. Sonrasında Akdeniz açıklarında faaliyet gösteren altı ABD gemisi daha ele geçirildi.

ABD'nin ilk başkanı olan General Washington, bu feci mağlubiyet üzerine kongreyi toplama kararı aldı. 27 Mart 1794 tarihli toplantıda, Cezayir'de faaliyet gösteren Türk korsanlarına karşı durabilmek için 700 bin dolara yakın bir paranın donanmanın inşası için ayrılmasını teklif etti. Durumun vahametini kavrayan kongre, bu teklifi kabul etti. Böylece bağımsız olduktan sonra ticari filolarını korumak için gönderdikleri ve ilk donanmaları sayılabilecek gemilerin Türklerin eline geçtiğini kabul etmiş oluyordu ABD. ABD'nin büyük bir donanma hazırlamaya karar vermesinin, Osmanlı'nın bir eyaleti olan Cezayir korsanlarından yediği ağır darbe sonucu gerçekleştiğini söyleyebiliriz.

Geçen süre zarfında Cezayir donanması ve korsanlarıyla baş edemeyeceğini anlamış olan ABD barıştan yana tutum takınmaya başladı ve 5 Eylül 1795'te ABD'nin Cezayir'deki esirlerini, önemli kaptanlarını ve en azından ticari gemilerinden bir kısmını kurtarmak adına anlaşma girişimlerinde bulunduğunu görüyoruz. General Washington'un isteklerinin yerine gelmesi için 642 bin altın doları gözden çıkarması ve Atlantik ile Akdeniz'deki filolarına dokunulmaması karşılığında ise yıllık 12 bin Osmanlı altını (216 bin dolar) ödemeyi kabul etmesi gerekiyordu. Taraflar arasında 22 maddeden oluşan ve Türkçe olarak kaleme alınmış bir antlaşma imzalandı. Söz konusu bu anlaşma, ABD'nin vergi vermeyi kabul edip karşı tarafın üstünlüğünü net olarak kabul ettiği ve kendi dili dışında imzaladığı ilk ve tek anlaşmadır. Anlaşmanın muhatapları da ilginçti. Başta Fransa gibi birçok ülkeyle diplomatik ilişkisi başlayan ABD, dönemin Osmanlı imparatoru III. Selim tarafından muhatap kabul edilmemiş olmalı ki, anlaşma metninde Washington'un muhatabının Cezayir Beylerbeyi ve dayısı olan Hasan Paşa olduğunu görüyoruz. Normal şartlarda özerk bir yapısı bulunması sebebiyle Cezayir'in iç işleriyle ilgili kararlarda hür olduğu fakat uluslararası bir meselede İstanbul'daki sultanın onayı olmadan hareket edemeyeceğini biliyoruz.

1770'te donanması Çeşme'de tamamen yakılan Osmanlı'nın 25 yıl gibi kısa bir sürede bu şekilde toparlanması dikkate değer bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Bu toparlanışta aslan payının Cezayirli Hasan ve Hüseyin Paşalarda olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Paşalar, yaptıkları yerinde reformlarla hem donanmanın yeniden inşasını hem de Cezayir'i başına buyruk şekilde yöneten dayıların disiplinli bir yapıya kavuşmasını sağlamışlardır. Peki, kimdi bu Cezayirli Hasan ve Hüseyin Paşalar?

Kölelikten kaptanıderyalığa

18'inci yüzyıl Osmanlı denizcilerinin en büyük isimlerinden biri olan Cezayirli Hasan Paşa'nın oldukça fantastik bir yaşam öyküsü olduğunu belirtelim. 1713 yahut 1715 yılında doğduğu tahmin edilen Paşa'nın Midillili, İranlı yahut Balkan kökenli olduğuna dair türlü rivayetler var kaynaklarda. Çocukluk yıllarında harp esiri olarak Hacı Mehmet adlı bir tüccara köle olarak satılan Hasan burada, çocukluğundan itibaren ticareti öğrenir. Hasan'ın delikanlılık yıllarında takındığı asabi tavır özgürlüğün kapılarını aralar kendisine. Efendisi Hacı Mehmet, genç Hasan'ın asabi tavırlarından çekinmeye başlar ve onu yanından uzaklaşması şartıyla azat eder. Özgürlüğüne kavuşan Hasan, Yeniçeri Ocağı'na girer. 1738 yılında Belgrat'ın Avusturya'dan geri alındığı kuşatma savaşına katılır. Cesareti ve gözü karalığıyla dikkat çeker bu savaşta. Savaşın ardından Cezayir'e gitmek üzere Belgrat'tan Tekirdağ'a gelir. Gemiyle gerçekleştirdiği bu yolculukta yaşadığı macera, genç yeniçerinin dönüm noktası olur. Yolculuk esnasında çıkan yoğun fırtına sonrasında genç Hasan'ın bulunduğu gemi, Avrupa bandıralı bir yük gemisiyle çarpışır. Kendi gemisinde bulunan hemen herkes korkudan kaçışırken Hasan, karşı gemiye atlar ve bu gemide bulunan silahlı 15 kişiyi tek başına yatağanıyla yere serer. Bir kısmını ise kamaraya kilitler. Bütün bunlar yaşanırken Hasan'ın yolculuk ettiği esas gemi, fırtınanın etkisiyle uzaklaşır ve gözden kaybolur. Ele geçirdiği geminin dümenine geçen Hasan, gemideki birkaç kişinin de yardımıyla Cezayir'e gelmeyi başarır. Dönemin Akdeniz korsan merkezi olan Cezayir'de, tek başına gemi elde eden bu genç, ilgi odağı olur. Ele geçirdiği gemi kendisine bırakılan Hasan, burada "dayı" adıyla görev yapan kaptan ve denizcilerle yakın arkadaşlık kurmaya başlar. Önce Cezayir liman reisliğine ve daha sonra Cezayir Beylerbeyi tarafından Tlemsen şehrinin sancak beyliğine getirilir.

Bir süre sonra Cezayir Beylerbeyi ile girdiği hasmane ilişki sonucunda görevinden alınır, öldürülme riski ortaya çıkar. Bunun üzerine gemisine atlayarak İstanbul'un yolunu tutar. Osmanlı donanmasına bağlı miri(sıralı) kaptanlar arasına girer. Önce riyale yani tuğamiral, daha sonra da kaputane yani koramiral olur ve uzun yıllar Osmanlı donanmasında hizmet eder. Savaş sırasında karşılaşılan tehlikeli durumlara kendine has yöntemlerle cevap vermesi onun en önemli özelliklerindir. Bu özelliğine dair şöyle bir örneği aktarmanın yerinde olacağını düşünüyorum: Çeşme'de Türk donanması yakılınca Ruslar Limni Adası'nı kuşatarak teslim almak üzeredir. Boğazlara ve İstanbul'a saldırma ihtimalleri konuşulmaktadır. Bu noktada Hasan Paşa İstanbul'daki eski gemileri hızlı bir tamirden geçirip Çanakkale Boğazı'na gönderdiği gibi buradaki kara tahkimatlarını da güçlendirir. İstanbul'dan yanında getirdiği ve sayıları 4 bini bulan ayak takımı ile kayıklarla Limni'ye ulaşır. Yanlarında top bile olmadan yapılan bu saldırıyı, o dönem Osmanlı ordusu hizmetinde bulunan Baron Dö Tot intihar ve cinnet hali olarak nitelendirecekti fakat sanılanın aksine Hasan Paşa, yanındaki toplama gönüllüleriyle Limni'den Rusları çıkarmayı başardı. Bu büyük başarı üzerine altın çelenkle gazi unvanı verildi kendisine.

Atabey Hasan Paşa

Cezayirli Hasan Paşa'nın korsanlıkla başlayıp Kaptanıderya olmasından sonraki dönemde önemli adımlar attığını görüyoruz. Rahat ve uzun soluklu adımlar atmasının sebeplerinden bir tanesi de sultanın güvenini fazlasıyla kazanmış olması. Bu güvenin kazanılmasında hem cesareti hem de sultan I. Abdülhamid'e yapılmak istenen darbe hakkında sultanı önceden uyarmasının etkisi büyük olmuş. Gelen doğru istihbaratla püskürtülen bu girişim sonrasında sultan, Hasan Paşa'ya sonsuz bir sadakat ve güven beslemiş. Sultanının sadrazamlık teklifini tatlı bir şekilde reddeden Hasan Paşa'nın, kimlerin sadrazam olabileceği konusunda daimi bir etkisi olduğunu da belirtelim. Başarılarından ve sultanla olan karşılıklı güven ilişkisinden ötürü Hasan Paşa, Osmanlı tarihinde başka hiçbir kaptanıderya veya sadrazama nasip olmayan bir elkab kazanacaktır: I. Abdülhamid, Hasan Paşa'yla devlet yazışmalarında "atabey" şeklinde hitap edecektir. Esasında Selçuklu ve Ortaçağ İslam devletlerinde yaygın olarak kullanılan bu unvan, sultanın akıl hocası olan ve kendisine hemen her konuda danışılan bilge devlet adamlarına verilen unvandır.

Osmanlı donanmasının Çeşme'de yok olmasının ardından, mali durumun kritik vaziyette olmasına rağmen gerekli adımları atan Hasan Paşa, Leroi ve Durest adlı iki önemli gemi mühendisini İstanbul'a getirtti. Fransız tarzı hızlı ve seri hareket edebilen gemilerin planlarını bu mühendislere çizdirdi. Haliç Tersanesi'nde de belli başlı yeniliklere gitti. Gemi yokluğu yanında devletin yaklaşık 100 yıllık bir problemi olan personel yokluğunu gidermek için de birçok adım attı. Kasımpaşa'da bulunan Kalyoncu Kışlası bu eksiği gidermek için yaptırılmıştı Hasan Paşa tarafından. Burada halatçıdan dümenciye, topçuya kadar lazım olan bütün denizci sınıfları yetiştirilecektir. Kışlada ikameti mecbur kılarak merkezde her an 10'dan fazla gemiyi doldurabilecek personeli hazır tuttu. Okuma yazma bilmeyen Hasan Paşa, eğitime fazlasıyla önem verdi. Bugün İstanbul Teknik Üniversitesi ve Deniz Harp Okulu'nun temeli olan Mühendishane-i Bahr-i Hümayun'un temellerini attığını biliyoruz kendisinin.

Geriye Kasımpaşa'daki aslanlı heykel kaldı

Atabey Cezayirli Hasan Paşa, kabadayılıktan gelen sert bir mizaca sahipti. Gençliğinde bir avda yakalayıp evcilleştirdiği aslanı yanından hiç ayırmazdı. Cezayir korsanlarına getirdiği yeni nizamda Atlas Okyanusu'na açılıp faaliyet gösteren Müslüman korsanların büyük devletlere rağmen faaliyet gösterebilmesine olanak sağladı. Cezayirli Hasan Paşa, Karadeniz'deki kıyıya yakın kalelerin savunulması görevlerinde de bulundu. Sultan III. Selim tarafından sadrazamlık görevine getirilişinden yaklaşık dört ay sonra Şumnu'da vefat etti. Vefat ettiği Şumnu'da kendi yaptırdığı Bektaşi Tekkesi'ne defnedildi. Vefatı, disiplininden sıkılan denizci sınıfın bir kısmı ve bürokrasideki düşmanları tarafından mutlulukla karşılandı. Birçok devlet adamı ve bürokrat da yetiştiren Hasan Paşa'nın Kasımpaşa meydanında aslanıyla bir heykeli ve Feyhaman Duran tarafından çizilen bir portresi vardır.

Cezayirli Hasan Paşa'nın Çeşme faciasından hemen sonra ele aldığı reform programı, halefi Küçük Hüseyin Paşa ile devam etti. Sultanın kıyafetlerini muhafaza görevi olan baş çuhadarlıktan yetişmiş bir isim olan Küçük Hüseyin Paşa, selefinin yolundan giderek Le Brün, Benois ve İsveçli Mühendis Klenberg'i imparatorluk topraklarına getirerek devlet hizmetine aldı ve adları Selimiye, Heybet, Endaz ve Tavasu Bahri olan büyük gemilerin inşa edilmesine ön ayak oldu. Bütün bu çalışma ve emeklerinin, imparatorluğun Akdeniz'deki varlığının ve boğazların güvenliğinin sağlanmasında büyük tesirleri oldu.

BİZE ULAŞIN