Gökhan Ergür: Beyaz yakalı babalar yetim çocuklar

Beyaz yakalı babalar yetim çocuklar
Giriş Tarihi: 15.5.2017 11:14 Son Güncelleme: 15.5.2017 11:15
Gökhan Ergür SAYI:35Mayıs 2017
‘Beyaz yakalı babaların’ mesleki başarı kazanma hırsları, aslında çocuklarının yetim büyümelerine neden oluyor. Evet, evlatlarınızı gönderdiğiniz piyano, yüzme, basketbol, eskrim kursları bilişsel ve fiziksel yönlerini kuvvetlendiriyor ama çocuklar bu hengame içerisinde duygusal olarak hep eksik kalıyor.

Hafta sonları tıklım tıklım olurdu evimizin önündeki toprak saha, panayır yeri gibi. Çevre mahallelerden her çeşit insan sözleşip mahalle maçları yapmak, işçi omuzların ve rutubetli odaların yorgunluğunu atmak için kaptırırlardı kendilerini bu curcunaya. Anneler ve yavuklularını izlemeye gelen genç kızlar saha kenarında buldukları gölgeliklere kilim atıp ya sivri dilli kaynanalarından dert yanarlar, ya analarının evde kendilerini köle gibi çalıştırmasına ağlarlar yahut yeni aldıkları köşe koltuk takımlarını ballandıra ballandıra anlatırdı eşe dosta. Büyük bir eğlence, sosyalleşme ve kültürel döngünün beşiği olmuştu Beyoğlu'ndaki o toprak saha. Hatta çevre esnafın ve babalarımızın ifadesine göre Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da gençliğinde burada kıran kırana maçlara çıkmış, o sahada ter akıtmıştı.

Hızla modernleşen şehir, sahip olduğumuz bu güzelliği de baltalamış, toprak sahamız otoparkçıların eline düşmüştü. Sadece kurban bayramları öncesinde bu bölgenin yarısı satıcılara kiralanır Türkiye'nin dört bir köşesinden yıllık rızıklarını kazanmak için bin bir çeşit kurban satıcısı gelirdi. Birçoğu, hayvan sattıkları çadırların üzerine memleketlerini ya da memleketlerinin plakalarını yazar, bizler de mahallenin haytaları olarak gidip memleketin çeşitli yerlerinden ayağımıza kadar gelmiş büyülü hikâyeleri dinler, bir yandan da çocuksu bir merakla kurbanlıkları incelerdik. Ben, babam ve ağabeyim bayram namazımızı Yenişehir Camii'nde kıldıktan sonra bu pazara gider, aldığımız kurbanlığı peşimize takıp yokuş yukarı Kurtuluş'a doğru tırmanırdık. Küçük yaştan itibaren babam kurban kesimiyle ilgilenmemi özellikle isterdi, nitekim 8'inci sınıfı bitirdiğim yaz artık küçük başları kurban etme vazifesi bendeydi.

Hatırladığım kadarıyla babamı gururlandırdığım ilk olay da bu vesileyle olmuştu. Hemen yanı başımızda kurbanlıklarıyla saatlerce bekleyen bir baba ve üç oğlu vardı. Meğer anlaştıkları kasap kendilerini unutmuş ve ancak akşama doğru gelebilirim demiş, aile üyeleri de akşam olmasını beklemeye başlamıştı sıcağın altında. Durumu öğrenen babam; "Bizim oğlan kesiversin" dedi, önce inanamadılar tabii, sonra kararlılığımı görünce birazcık ikna oldular. Derken vazifeyi tamamladık, yardımcı olduğumuz temiz yüzlü ihtiyar babama dönerek; "Maşallah, Allah bağışlasın, bizim bu üç tane sırığa kalsa akşama kadar buradaydık, gerçi suç bende, öğretemedik böyle şeyleri bunlara, tekrardan sağ olun, Allah razı olsun" dedi. Omuzlarımın havalandığını, ayaklarımın yerden kesildiğini hissetmiştim. Eve dönerken babamın ensemden tutup; "Aferin be hayta, kedi olalı bir fare tuttun" demesi ise dünyalardan daha büyük bir hazineydi benim için.

Modern baba figürleri: Batman, Superman

Şimdi bakıyorum da babalar, bırakın çocuklarına kurban kesme vazifesini öğretmeyi, çocuklarıyla beraber kurbana yaklaşmaktan bile aciz. Kime sorsak, "Ben kurbanımı filanca yardım kuruluşuna falanca derneğe bağışladım" diyor, bağışlamak dediği de internet bankacılığına girip bir IBAN numarasına EFT yapmak. Haliyle, gelişim döneminde bu güzelliklere şahit olmayan Müslüman çocuk, kurbanın ve daha birçok hayati meselenin ruhunu ıskalayarak sadece madde tarafıyla yetiniyor. Hatırlatalım: Mümin bir başka mümine şifa olandır, bunu sadece parayla değil; kalbiyle, eliyle, ayağıyla da yapandır.

İnsan, tabiat gereği çocukluk döneminde kendine bir rol model arar. Dünyayı onun davranışları üzerinden anlamlandırır ve konumunu ona göre belirler. Tüm davranışsal ve duygusal becerilerini öncelikle kendisine bakım veren kişi, daha sonra da rol modeli aracılığıyla geliştirir. Bu dönemde çocuk doğru anne ve baba davranışlarıyla; kendini kontrol, mantık, cesaret, sevgi, olumlu davranış, çok çalışma, minnettarlık, alçak gönüllülük ve dürüstlük gibi değerleri öğrenir. Fakat ne yazık ki çocuklarımızı artık bizler değil; öğretmenler, AVM'lerdeki aktivite ablaları ve tabletler büyütüyor. Cefakar anneler bu tabloya biraz daha yakınken, babalar bütünüyle denklem dışı kalmış vaziyette. Çocuğun tüm sorumluluğunu anneye yükleyen baba, "Dışarıda sabahtan akşama kadar çalışıp evin geçimini sağlıyorum" cümlesini vicdanına kalkan eyleyip çocuğundan bihaber kendini modern çarkların arasına bırakmakta bir beis görmemekte. Pazar günleri kahvaltı için deniz kenarında yer ayırtan, başını önce sucuklu yumurtadan sonrasında da cep telefonundan kaldırmayan, hatta işi ilerletip o önemli dakikalarını hiçe sayarak öğlen yemeğinde fast food tüketip ardından iki saat boyunca ailesini beyaz perde karşısına diken ilgili babalarımızı tabii ki de bunların dışında tutuyoruz.

Kız çocukları bu noktada biraz daha şanslı çünkü toplumun anneye biçtiği kusursuz ebeveynlik rolü sebebiyle anne, çocukların gelişimiyle alakalı tüm rolü üstlenmiş vaziyette ve her ne iş yaparsa yapsın annelik görevini eksiksiz yerine getirmeye çalışarak çocuklarıyla daha fazla zaman geçirmeye gayret göstermektedir. Haliyle kız çocukları annelerinin yaşantılarına daha yakın oluyor ve kendi cinsiyetiyle ilgili rollerini, davranışlarını ve duygularını annesi yardımıyla geliştirip sağlamlaştırıyor. Fakat ne yazık ki erkek çocukları için durum bundan farklı, annesiyle uzun vakitler geçiren çocuk babasıyla yeterli zamanı bulamıyor ve babasından öğrenmesi gereken erkek rolü konusunda yetersiz kalıyor. Bir güç ve otorite imgesi arayan çocuk, küçük yaşlardan itibaren Superman, Batman, Captain America gibi güç figürlerine ilgi duyup erkeksi yönlerini bu kurgu figürler üzerinden geliştirmeye çalışıyor. Ergenlik ve geç ergenlik döneminde ise yine kayıp olan baba figürünün yerini bu sefer yetenekli futbolcular, yakışıklı film artistleri ya da sanatçılar alıyor. Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur ya da Orhan Gencebay gibi sanatkârlara, yaşını başını almış erkekler tarafından neden hâlâ 'baba' dendiği de bu bağlamda başka bir yazının konusu olsun.

Aile denkleminde babalar nerede?

Dünya, anneleri; 18 yıl boyunca tel üzerinde yürümeye mecbur edilmiş bir cambaza benzetiyor. Eğer bir kusur işlerse (çocuk eğitiminde hata yaparsa) sonuçlarının çok ağır olacağını parmak sallayarak anlatıyor. Çocuk yetiştirirken kusursuz olmak da sürekli yer değiştiren hareket hâlindeki bir hedefi vurmak gibi fazlasıyla zahmetli. Çocuk hasta olduğunda, zayıfladığında ya da akademik başarısı düştüğünde gözlerin ilk çevrildiği kişi anne oluyor ve ne yazık ki anneler bu suçlayıcı gözlerin baskısından kurtulmak için cansiperane bir şekilde kendi hayatlarından vazgeçip çocuklarının varlığı için tek başlarına mücadele etmeye başlıyorlar. Peki bu denklemde babalar nerede? Eğer bilimsel bir cevap vermek gerekiyorsa, bu sorunun cevabını, yani babaların bu denklemde nerede olduğunu bilmiyoruz. Annenin tüm davranışlarını âdeta bir mikroskop yardımıyla tüm hücrelerine kadar inceleyen psikoloji bilimi ve toplum, babalık kavramı ile alakalı pek bilimsel çalışmalarda bulunmamış. Bildiğimiz tek şey babalar çocuklarıyla ne kadar çok vakit geçirirse, çocuğun duygusal ve sosyal gelişiminin o ölçüde sağlıklı olacağı bilgisi. Sadece cinsiyet eşitliğine dayanarak babalar da en küçük atomlarına kadar incelensin demiyoruz ama en azından ebeveynlere adil bir şekilde yaklaşılması gerektiği kanaatindeyiz.

Modern psikoloji ve toplum sürekli anneleri eğitmekten ve annelerin zayıf yönlerinden bahseder. Daha iyi bir toplum için daha iyi anneler yetiştirilmesi gerektiğini söyler. Çocuk gelişimiyle alakalı kitaplara, internet sitelerine, filmlere bakın, kullanılan görsellerin ve dilin bütünüyle anneler üzerinden gittiğini göreceksiniz. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki babaların etkin bir şekilde olmadığı her çocuk yetiştirme serüveni eksik ve kusurlu olacaktır.

Özellikle beyaz yakalı babalara çağrımdır: Hiçbirinizin iş hayatı evlatlarının hayatından kıymetli değildir, siz mesleki başarılar kazanırken çocuklarınız ne yazık ki yetim büyüyor. Evlatlarınızı gönderdiğiniz piyano, yüzme, basketbol, eskrim kursları sadece bilişsel ve fiziksel yönlerini kuvvetlendiriyor ama çocuklar duygusal olarak hep eksik kalıyorlar. Çocuğa dünyayı öğretin, dünya ile ilgili temel becerileri kazansınlar. 3,5 yaşında kreşlere tıkıp çocukluğunu ve gençliğini parfüm kokan şatafatlı sınıflarda geçiren çocuk, gerçek hayatla karşılaştığında elbette ki mağlup olacaktır. Peki burada suç sadece çocukta mıdır?

Çocuğunuzun elinden tutup dağlara çıkın, iki domates, bir ekmek, biraz da peynirle gazete üzerinde piknikler yapın, yoksul mahallelere gidin beraberce, semt pazarlarına, oto sanayiye, orta sınıf düğünlere kısacası gerçek hayatın kalbine evlatlarınızla beraber yolculuk yapın. Pişman olmayacaksınız.

Net olan bir şey var ki; danışmanlıkların, müdürlüklerin, genel müdürlüklerin kısacası dünyadaki mevki ve makamın sonu yok. Büyük bir hırsla ve istekle fâni olana bu kadar saldırmak, sarılmak bize felaketten başka bir şey getirmeyecektir. Rızık kazanmak ile rızık kazanmayı bir kazanç hâline getirmek bambaşka şeylerdir, birinde Allah'a güven varken diğerinde haşa güvenden şüphe etmek vardır. Hepimiz öleceğiz, ölmek için buradayız ve bizden geriye yaptığımız maddi yatırımlar, projeler değil kendi ailemiz ve evladımız başta olmak üzere insana yönelik yaptığımız yatırımlar ve projeler miras kalacaktır. Unutmamak ve unutturmamak ümidiyle.

BİZE ULAŞIN