Tuğba Coşkuner: Benim yerim çocuğun yanı; onlarla tüm dünyaya karşı savaşırım

Benim yerim çocuğun yanı; onlarla tüm dünyaya karşı savaşırım
Giriş Tarihi: 24.11.2020 14:10 Son Güncelleme: 24.11.2020 14:10

Çocuklarda mutlaka karşılığı vardır elbette ama sizde bir karşılığı, size bir katkısı var mı bu işin? Bir çocuk kitabı nasıl yazılır mesela?

Benim işim hep çocuklarla. Elbette yetişkinler için de yazıyorum fakat çocuklar için bir şeyler ortaya koyarken onlara yabancı olan kimselere kıyasla sanıyorum ki daha az zorlanıyorum. Öncelikle işe bir dertle başlıyorum. Dert sahibi olmak, derler ya… Bu klişedir ama doğrudur da. Bir şeyler söylemek ihtiyacı hissetmeden yazı masamın başına oturmuyorum. Üslup ve dil de önemlidir ancak söyleyecek bir şeyiniz yoksa nasıl yazdığınızın da anlamı olmaz. Ne anlatacağınız, birbirine bağlı vagonları harekete geçirecek olan motor güçtür. Bu yüzden benim önceliğim ne anlatacağımdır. Nasıl anlatacağım sonra gelir. Zaten çocuklar için olay odaklı metinler yazıyoruz genelde. Yani çok romantik veya ağdalı bir dilin onların dünyasında pek bir karşılığı yok. Ama bu çocuklar için yazdığımız metinlerde hiçbir edebi kaygı taşımıyoruz demek değildir. Taşımalıyız. Sadece tek amacınız dil olmamalı. Ben konunun özgünlüğüne, çocuklar için bu konunun ne ifade ettiğine önem gösteriyorum. Bir de yazarken çocuğun yanında mı yoksa karşısında mı durduğuma bakıyorum. Çocuk edebiyatı alnında eser üreten kişilerin çocuğun karşısına, yani ebeveyn ve öğretmenlerin olduğu tarafa geçip onlarla beraber parmak sallamasına kızıyorum. Hayır, benim yerim çocuğun yanı. Ben çocukla kol kola girerek, onunla birlikte onun için tüm dünyaya karşı savaşırım. Bir yedek ebeveyn değilimdir. Misyonum ya da var oluş sebebim çocuklara cips yerine brokoli yedirmekten ötedir. Anne, baba ve öğretmenlerin aklına bir şeyleri başaramadıklarına başvuracakları dadı olarak gelmek istemiyorum. Biz bundan fazlasını yapıyoruz. Amacımız bunlarla kısıtlanamaz. Çocuğun birçok istenilen davranışı edinmesine katkı sunarız elbette ama yaptığımızın şeyi bunlara indirgemek yanlış.

Ben bana katkı sunması için bir şeyler yazmıyorum ancak yaptığınız iş tabii ki sizi dönüştürüyor. Az önce de söylediğim gibi çocuk edebiyatı yazarları belki biraz daha muzip, eğlenceli, neşeli. Hayal gücümüz hiç durmadan işler. Çocuklarla çabuk anlaşırız. Gülmeyi kolayca beceririz. Hayata başka gözlüklerle bakar, yetişkinlerin görmediği ayrıntıları yakalayabiliriz. Güzel bir dünyadır burası; insanın çıkmak istemeyeceği, azıcık ayrı kalsa özleyeceği. Çocuklar da sizi özler zaten. Birkaç yıl ortadan kaybolsanız bir şekilde gelip sizi bulurlar. Sevdiler mi bırakmazlar, inatçıdırlar. İyi ki de öyleler. Bulduklarında da hesap sorarlar: "Neredesin sen?" derler. "Neden bu kitabın devamını yazmadın? Madem yazmayacaktın, o zaman bunu da yazmayaydın?"

Tuğba Hanım, çocuk kitapları yazmaya nasıl karar verdiniz? Bildiğim kadarıyla öğretmensiniz aynı zamanda.

Küçüklüğümden beri öğretmen olmak ve bir şeyler yazmak isterdim. Bu yüzden önce öğretmen lisesine, ardından da eğitim fakültesine gittim. Çocuklarla aram hep iyiydi ve öğretmen olduğum için onların okuduğu veya ilgilendiği kitapları tanıyordum. Yayın hayatına yetişkin edebiyatıyla girdim ancak yolumun Melih Tuğtağ ile kesişmesi çocuk edebiyatına eskiye nazaran daha fazla eğilmemi sağladı. Çocuk edebiyatı çalışırken oyun terapisi, masal terapisi ve çocuk resimleri analizi gibi bu alanı destekleyen eğitimler aldım. Ardından edebiyat okumaya ve Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı'nda yüksek lisans yapmaya başladım. Yetişkin edebiyatında yazmaya hâlâ devam ediyorum ama çocuk kitaplarımın sayıca çokluğu herkesin beni çocuk edebiyatı yazarı olarak bilmesini sağladı. Bundan şikâyetçi değilim tabii, öyle zannedilmesin. Çocuklar bir insanın rastlayabileceği ya da karşılaşabileceği en iyi çalışma arkadaşlarıdır. Onlar için yazmak beni daha özgür, daha neşeli kılıyor. Çocuklar bazen yetişkinlerin anlayamadığı şeyleri anlıyorlar çünkü bambaşka bir görü yetenekleri ve bakış açıları var. Çocuk edebiyatı üstelik sürprizlerle de doludur. Mesela bir gün bir okurum bana yarısı yenmiş bir kurabiye hediye etmişti. İmza kuyruğunda beklerken dayanamamış, evde benim için yaptığı kurabiyenin yarısını yemiş. Allah'tan kuyruk çabuk bitmiş de diğer yarısı bana kalabilmiş.

Son dönemde herkes çocuk edebiyatına yönelmiş durumda. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Genelde okul öncesi kitaplarında bu dediğinizi görüyoruz. Bu kitapların kelime sayısının az oluşu kolay yazılabildiği yanılsamasına sebep oluyor. Üstelik metnin renkli ve albenili çizimlerle desteklenmesi hem yayınevi hem de yazar için kurtarıcı bir rol üstleniyor. Anne, baba ve öğretmenlerin çocuklar ve çocuk edebiyatı noktasında bilinçlenmesi bu alanı istismara daha açık hâle getirdi. Artık –iyi ki- okul öncesi çağındaki çocukların da kendilerine ait bir kütüphaneleri var ve bu da okul öncesi edebiyatını bazıları için daha kârlı yaptı. Ancak bir yazar, editör ve yayın danışmanı olarak burada söylediklerimin çoğunun büyük bir yanılgı olduğunu belirtmeliyim. Öncelikle okul öncesi metni yazmak hiç de kolay değildir. Evet, kelime sayısı sınırlı… Evet, hepi topu ve en fazla bin beş yüz kelimelik eserler bunlar ancak bir şeyi bu kadar az kelime ile kendine özel ölçütlerle yazabilmek her kalemin harcı değildir. Düşünün ki bir derdiniz var, bir şeyi söylemek, dile getirmek istiyorsunuz. O kadar kelime ile hem bunu anlatmak hem çocuğa görelik ilkesine göre düzenlemek hem edebi bir kaygı gütmek hem özgün bir şey ortaya koymak hem bağlam ve atmosferi güçlü kılmak hem çocuk jargonuna uygunluğunu ayarlamak hem çizimlerle desteklenebilir ve uyumlu olmasını sağlamak hem çocuk edebiyatı eseri kalabalığında kaybolmayacak bir şeyi kaybolmayacak bir üslupla söylemek kolay mıdır? Hiç de değil. Okul öncesi metinleri çok güzel çizimlerle birlikte okura sunuluyor. Bu da bazen metin istenilen kadar iyi olmasa bile çizerin kitabı kurtarması anlamına gelebiliyor. Ya da tam tersini görüyoruz. Ancak ben bana sorulan eserlerin hem metin bakımından hem çizim olarak yeterli ve uyumlu olması gerektiğinden yana kanaat bildiriyorum. Biri diğerinin kurtarıcısı değil, parçasıdır. İkisi aynı bir puzzle gibi birbirini tamamlar ve beraber daha da güzel bir şey hâline gelirler. Bir diğer husus da çocuklara olan zaafımızın sadece çocuk edebiyatı alanında sömürülmemesi. Sosyal medya hangi kitabı okuyacağımız noktasında bizi yönlendiren en önemli kaynaklardan biri. Ancak bu mecra aynı zamanda en büyük reklamların da döndüğü bir yer. Çoğu ebeveyn ve eğitimci sosyal medya platformlarında önerilen şeylerin gerçekten iyi olduğu için mi yoksa bir reklam ögesi olduğundan mı önerildiğinin ayırdına varamıyor. Bu da ne yazık ki bir haylimizin vasatın altındaki kitaplara yönlendirilmesine sebep oluyor. Burada bilinçli bir sosyal medya kullanıcısı olmanın da önemi büyük. Şu an çok kötü bir kitaba iyi bir reklamla onlarca baskı yaptırabiliyorsunuz. Bu, reklamı yapılan veya okunan her kitabın vasat altı olduğunu da göstermez tabii. Okul öncesi edebiyatına gösterilen ilginin 8+ grubu için pek söz konusu olduğunu göremiyoruz. Çünkü 8+ yazmak, daha uzun sürebiliyor ve kelime sayısını baz alırsak da okul öncesine nazaran fazla olabiliyor. O yüzden bir anlık heveslerin, "Nasılsa kitlem var, yazayım gitsin" diyenlerin hedefinden biraz uzakta kalıyor. Bu söylediklerimin de yanlış anlaşılmasından çekiniyorum aslında çünkü kitlesi olan her kişinin kötü yazdığını ya da her çok satan kitabın sadece reklam sebebiyle bilinir olduğunu ima etmemin zannedilmesinden korkarım. Çocuk edebiyatına yöneliş de bir süre sonra gelip geçecektir. Bir ara bu ilgiyi şiir kitaplarında, bir ara deneme kitaplarında gördük. O demler hep gelip geçti, gelip geçtikten sonra da hâlâ bir kitabın okunuyor olması o eser hakkında bize güzel şeyler söylüyor.

BİZE ULAŞIN