Mesut Aytekin: Davasını sinema ile birleştiren yönetmen: Yücel Çakmaklı

Davasını sinema ile birleştiren yönetmen: Yücel Çakmaklı
Giriş Tarihi: 20.06.2018 17:19 Son Güncelleme: 25.06.2018 11:03
"Yücel Çakmaklı’nın sinemaya uyarladığı Huzur Sokağı’nda, Türkan Şoray’ı başörtülü ve dua ederken gören Anadolu insanı şaşkındır. Modernliğin tartışıldığı ve Batı değerlerinin baskın olduğu bu dönemde film çok ilgi görür, sinemalar dolar taşar zira Yeşilçam’ın Türkan Sultan’ı zengin bir kızın hidayete uzanan öyküsü ile beyaz perdedir."

1960'lar… Köylerden bavulunu toplayan ailelerin cümbür cemaat şehirlere göç ettiği yıllar... Taşı toprağı altın olan şehirlerde umut arayışı. Karayağız delikanlıların, oyalı yazmaları ve sırtlarında çocukları ile Anadolu kadınlarının Haydar Paşa Garı'nda trenden indiği yıllar. Herkes bir arayış içerisindedir. Kimi Moskof'tan kimi Amerika'dan kimi de İngiliz'den medet uma dursun, bu toprakların çocukları öze dönüşte kararlıdır.

Birçok hayalperest gibi, geldiği İstanbul'da Türk sinemasına damgasını vuracağından habersiz eğitimine başlar Yücel Çakmaklı. İstikamet İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü'dür. Afyon'un kara kuru topraklarından gelip şehr-i İstanbul'un yedi tepesinden birinde eğitimine başlar. Gariptir, mahzundur ama gönlü vatan sevgisi ile doludur. 1959 yılında üniversiteden mezun olup askerliğini tamamladıktan sonra 1963 yılında İstanbul'a döner. Askerlik dönemi, okumalar yapması ve sinema çalışması için önemli bir fırsat olmuştur.

Sinemaların Amerikan filmleri ile dolup taştığı yıllarda milletinin hikâyelerinden uyarlanmış filmleri görememenin burukluğu vardır üzerinde hep. Popüler-ticari filmler, aşk peşinde koşan zengin kız, fakir oğlan edebiyatı yapmaktadır. Yüzeysel konular yıldız oyuncular ile harmanlanarak servis edilmektedir ama "dert" ile dertlenen çok azdır. Hep şu konu üzerine kafa yorar: Bu toprakların hikâyesini, kendi hikâyemizi anlatabilmek; Müslüman Türk'ün sesi olabilmek…

Sinemanın etkili bir güç olduğunun farkına varmıştır çoktan. Kitleleri peşinden sürükleyen bu sanat, milletin dirilişi için pek ala bir araç olabilecektir. Düşünen Adam, Yeni İstiklal, Yeni İstanbul, Tohum gibi gazete ve dergilerde sinema ile ilgili düşüncelerini ortaya koyar ve "Milli Sinema" kavramını ilk defa telaffuz eder. Kurucusu olacağı sinema anlayışının kuramsal yapısını inşa etmektedir.

Milli Sinema başlıyor!

Lise yıllarında, Taksim'deki sinemalarda yer göstericiliği yapan Çakmaklı için gazetecilik sadece bir araçtır. Bol bol film seyrettiği bu yıllarda gönlüne düşer sinema sevdası. Bu sevdasını üniversite yıllarında da sürdürür. Kendini hazır hissettiğinde Erman Film'in kapısını yönetmen asistan adayı olarak çalar. Fahir Seden, Orhan Aksoy, Aram Güleryüz gibi pek çok Yeşilçam ustasının yanında yönetmen yardımcılığı yapar. 1968'e kadar 50'ye yakın filmde görev alır. Yeterince tecrübe edindiğine kanaat getirdiğinde ise işe koyulur. Artık teoriyi pratiğe dökmenin vakti gelmiştir. Kâbe Yollarında(1969) adlı belgesel çalışması ile ilk film denemesini yapar ancak asıl çıkışını 1970 yılında çektiği Birleşen Yollar ile yapacaktır. Dönemin popüler yazarlarından Şule Yüksel Şenler'in bir inanç romanı olan Huzur Sokağı gibi sembol bir kitabı sinemaya uyarlar. Hem de Türkan Şoray ve İzzet Günay'ın başrolleri paylaşacağı bir şekilde. Olacak iş değildir. Türkan Şoray'ı başörtülü ve dua ederken gören Anadolu insanı şaşkındır. Modernliğin tartışıldığı ve Batı değerlerinin baskın olduğu bu dönemde film çok ilgi görür, sinemalar dolar taşar. Yeşilçam'ın Türkan Sultan'ı zengin bir kızın hidayete uzanan öyküsü ile beyazperdedir. Agâh Özgüç'ün ifadesi ile Birleşen Yollar; "Milli Sinema akımını başlatan ve İslami düşüncenin ilk örneği olan film denemesidir." Burçak Evren, filmi sağ tandanslı ilk film olarak niteler. Çakmaklı, kurduğu Elif Film çatısı altında, Birleşen Yollar'ın ardından kendi düşüncesi doğrultusunda Zehra(1972), Çile(1972), Oğlum Osman(1973), Kızım Ayşe(1974), Diriliş(1974), Memleketim(1974) gibi filmleri peş peşe çeker. Yücel Çakmaklı'nın bu gayretiyle Milli Sinema en verimli dönemlerinden birini yaşamaktadır.

Beyaz perdeden televizyona…

1970'lere gelindiğinde ise televizyon hayatımıza tam zamanlı olarak girmeye başlamıştır. Sinema, hem televizyon hem dövüş filmleri hem de erotik film furyası ile savaş içindedir. Ülke sağ-sol çatışmalarının yaşandığı kaotik bir dönem geçirmektedir. Çakmaklı mücadelesini sanatı ile sürdürür ve 1975 yılında dönemin TRT Genel Müdürü Nevzat Yalçıntaş tarafından yerli film danışmanı olarak TRT'ye atanır. Bu dönemden itibaren sinemadaki söylemini yumuşatarak toplumun geneli tarafından kabul görebilecek başarılı edebiyat eserlerinden diziler, televizyon filmleri yapmaya koyulur. Tarık Buğra'nın Küçük Ağa'sını, Rasim Özdenören'in Çok Sesli Bir Ölüm ve Çözülme'sini, Şevket Bulut'un Oynaş'ını, Tarık Dursun Kakınç'ın Denizin Kanı'nı ve Turan Oflazoğlu'nun IV. Murat'ını televizyona uyarlar.

Çakmaklı, Milli Sinema düşüncesinde dönemine göre süper prodüksiyon sayılacak yapımlara imza atar. Osmancık (Kuruluş) ve Küçük Ağa bu yapımların en çok ses getirenleri olur. Burçak Evren'e göre sinemada yakalayamadığı kaliteyi televizyonda yakalar. Yeşilçam ile televizyon arasında başarılı işbirlikleri gerçekleştirir. Sıkıntıda olan sinema emekçileri ile başarılı projelere imza atar.

1990'da TRT'den ayrılarak sinemaya geri döner. Hollywood'un ülkemize girdiği yıllarda Minyeli Abdullah(1989) filmi ile küskün sinema seyircisini geri döndürür. Minyeli Abdullah filmi muhafazakâr camiada bir diriliş olarak kabul görür. Zahit Atam'ın belirtiğine göre filmi 750 bin kişi izler. Bir yıl geçmeden filmin devam filmi çekilir. Minyeli Abdullah 1 ve 2, Milli Sinema'nın yeniden doğuşudur. Abdurahman Şen'in ifadesi ile bu yıllar Beyaz Sinema'nın ortaya çıktığı yıllar olur. Bu yıllarda Mesut Uçakan ve İsmail Güneş gibi yönetmenler de Milli Sinema temelli bir anlayışla, bu toprakların sesine kulak verip başarılı yapımlar ortaya koyarlar.

Yücel Çakmaklı 1990 sonrasında TRT'den ayrılarak TGRT için Kurdoğlu(Osmanlı Bedel İster/1991), Kanayan Yara Bosna(1994), Bişri Hafi(1992) gibi filmler çeker. Cumbadan Rumbaya(2005) adlı son TV dizisi ile yönetmenliği bırakır. Bazı film ve dizilere danışmanlık yapıp genç sinemacılara ve sinemaseverlere bilgilerini aktararak sinemaya olan katkısını sürdürür. TBMM tarafından kendisine 2008 yılında üstün hizmet madalyası verilir. Aynı yıl Türk sinemasına yaptığı katkılarından dolayı T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı Emek Ödülü'ne layık görülür.

Davasını sinema ile birleştiren usta yönetmen, 23 Ağustos 2009'da İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi'nde vefat etti. Çağrı'nın unutulmaz yönetmeni Mustafa Akad gibi Çakmaklı'nın da en büyük hayali İstanbul'un fethini beyaz perdeye aktarmaktı. Vasiyetlerinden birisiyse Necip Fazıl'ın hayatının filme çekilmesiydi. Vefatından sonra bile Milli Sinema anlayışının devam etmesi için vasiyet bırakan usta yönetmeni rahmetle anıyoruz.

"O BİR MİSYON SİNEMACISIYDI"

Yücel Çakmaklı, sinemanın şan ve şöhreti içerisinde kendini, gönlünü korumayı başardı. İnancı sağlam, halis bir insandı. Yalnız kalmasına rağmen inatla ve sabırla çalıştı. Muhafazakâr, sağ, İslamcı kanatta sinema adına bir şeyler yapılabileceğini gösterdi. Öncü bir isimdi. Dini hassasiyete sahip olan camianın, korkularını üzerlerinden atmasını sağladı; tabuları yıktı. Maddi imkânsızlıklara ve her türlü olumsuzluğa rağmen dava uğruna her daim yapılabilecek bir şeyler olduğunu kanıtladı ki bunu en zor sanat dallarından birinde, sinemada hem de kendi camiasından neredeyse kimsenin bulunmadığı bir dönemde yaptı.

Mili Sinema'nın sadece teoride değil pratik olarak da hayata geçirilmesi için mücadele etti. Tarihi, gündelik hayatı Milli Sinema anlayışı ile yorumladı. Yıldız oyuncular ile senaryosu güçlü filmler çekmeye çalıştı. Sinematografik olarak zayıflıklar olsa da didaktik üsluptan uzak filmlerle, sağ camianın da sinemaya gelmesini sağladı ve en önemlisi de genç sinemacılara yol açtı, onlara örnek oldu. Kendisinin bu anlamda ustası yoktu, o yenilerin ustasıydı.

Türkiye Yazarlar Birliği'nin düzenlediği 9'uncu İstanbul Edebiyat Festivali'ndeki Yücel Çakmaklı özel oturumunda konuşan Burçak Evren, Çakmaklı'nın yaşadığı gibi film çektiğini ve çektiği gibi yaşadığını ifade ediyordu. Ona göre olmayan bir akımı oluşturan Çakmaklı, dini referanslı bir inanç sineması yapıyordu. Başka bir taraftan Çakmaklı yapılmayanı yapıyordu: "Yeşilçam'ın argümanlarını kullanarak Yeşilçam'a alternatif filmler yapmak... Bu çok kolay bir şey değildi. Türkiye'deki yozlaşmanın nedenlerini ortaya koyuyordu. Batı'ya öykünme ve inanç eksikliğini sorun olarak gösteriyordu. Bununla mücadele ediyordu." Bu mücadele içinde de dönemin şartları gereği "dini sinema" kavramını kullanamıyordu. O da çözüm olarak "Milli Sinema" kavramını ön plana çıkardı. Çakmaklı'nın Sineması'nı "bir misyon sineması" olarak tanımlayan Evren, onun filmlerini, inancın sinemaya yansıması olarak görüyordu.

Çakmaklı'nın gerçek halk sineması yaptığını ifade eden Mesut Uçakan'ın da, "Baskıların olduğu bir dönemde Çakmaklı'nın düşüncelerinin kabul gördüğünü, toplumun beklentilerinin tercümanı olduğunu" ifade ettiğini belirterek yazımızı bitirelim.

BİZE ULAŞIN