İsmihan Şimşek: AÇIK BÜFE MANEVİYAT

AÇIK BÜFE MANEVİYAT
Giriş Tarihi: 25.1.2023 13:06 Son Güncelleme: 25.1.2023 13:06
Tüketim ve din özü itibarıyla bir araya gelemez. Peki ama neden? Her şeyden önce tüketim bereket kavramının tam karşısında yer alır. Bereketlenmek niteliği çoğaltmak üzerine bir anlayış ve bakış açısının sonucu iken tüketim niceliği çoğaltmanın sonucudur.

Evet, "çöp sepeti uygarlığı…" Böyle diyordu Jean Baudrillard ve devam ediyordu, "Bana fırlatıp attığın şeyi söyle sana kim olduğunu söyleyeyim!"

Tüketimin bir kimlik inşası olduğu ve tüketicilerin ürün ve hizmetleri, kendileri için taşıdıkları sembolik anlamlar sebebiyle de tüketmeye başladıkları modern zamanlar hepimizi sadece çöp üreten kişilere dönüştürdü. Öyle ki bu çöpler, aynı zamanda statülerimizi ifade eden, hayat tarzlarımızın bir yansıması ve gösteriş amaçlı tüketimlerimizin göstergesi oldu. Büyük heveslerle sahip olmaya çalıştığımız şeyleri elde edince mutlu olacağımızı sanmamız ve ulaştığımızda hemen çöpe dönüştürüp yeni çöplerin peşinde koşmamız mutsuzluğumuzu daha da perçinleyen bir döngü halini aldı.

Türkiye'de de özellikle 1980 sonrası piyasa ekonomisiyle üretim ve tüketim süreçlerinin değişmesiyle yaşam biçimleri farklılaştı. Bu farklılaşma seküler yaşam biçimi için "evreka!" dönemini başlattığı gibi dindar, mütedeyyin yaşam biçimlerini de değişime uğrattı. Geleneksel tüketim kalıplarının değişmesi dindarlığın görünümünü de dönüştürdü. Tüketim yeni bir ideoloji olarak tüm ideolojileri ve toplumları avcunun içine aldı. 2000'li yıllar itibariyle alım gücü artan dindar-mütedeyyin kesim de tüketimin toplumsal yapısına eklemlenmeye başladı, böylece kültürel değerler yanında dinî değerler de bu metalar sistemine entegre oldu.

Çevreye duyarlı tüketiciler için; yeşil pazarlama, sürdürülebilir pazarlama, etik değerlere önem verenler için; sosyal sorumluluk pazarlaması, eski anıları ve değerleri yaşatmak isteyenler için; nostalji pazarlaması, retro pazarlama, elitizm peşinde olanlar için; lüks pazarlama, üretim bilgisini yaşamak isteyenler için; deneyim pazarlaması, şaşırtılmak isteyenler için; bağımsız pazarlama gibi pek çok seçenekle kuşatıldık. Ve nihayet dini hassasiyetleri önceleyenler için dini pazarlama, bir araya gelmesi pek de mümkün olmayan tüketim ve din kavramlarını birbiriyle barışık bir illüzyonla bize sundu.

Din de tükenir mi?


Tüketim ve din özü itibarıyla bir araya gelemez. Peki ama neden? Her şeyden önce tüketim bereket kavramının tam karşısında yer alır. Bereketlenmek niteliği çoğaltmak üzerine bir anlayış ve bakış açısının sonucu iken tüketim niceliği çoğaltmanın sonucudur. TDV İslam Ansiklopedisi'ne göre bereket kelimesinin mastarı olan "bürük"un asıl anlamı "devenin bir yerde çöküp durması, orada kalıp beklemesi"dir. Bu manaya bağlı olarak iyi ve hoş karşılanan bir şeyin süreklilik arz edişine bereket denilir. Söz konusu şey maddî ise mevcudiyetini sürdürmek yani tükenmemek anlamında bolluk, manevi ise yine aynı anlamda saadet kelimeleriyle ifade edilir.

Tükenmemek ve süreklilik üzerine kurulu bir anlayışın mütemadiyen tüketimi pompalayan modern dünya ile karşılaşmasının sonucu dini sembollerin metalaşmaya, İslami yaşam biçiminin de gösterişçi dindarlığa evrilmesi oldu. Tüketimin din ile barışık olmamasının diğer bir sebebi de tüketimin gösterişi ve riyayı tetiklemesi şüphesiz…

Gösterişçiliğe karşı tüm dinlerin bakışının gayet sert ve net olduğunu görüyoruz. İncil, gösterişle yapılan ibadetin her türlüsünü (Matta/6, 1-2), örneğin gösterişle sadakayı (Matta/6, 1-4), gösterişle dua etmeyi (Matta/6, 5-7) ve gösterişle orucu (Matta/16, 16-18) yasaklar. Kur'an da aynı şekilde riyanın her türlüsünü reddeder.

Dinler, doğal olması gereken, gösterişsiz, samimi bir dindarlık biçiminin egemen olduğu toplum oluşturmayı hedefler. Kur'an, gösterişçiliği münafıkların davranışlarıyla ilişkilendirerek gösterişçi dindarlığın, teşhirciliği, ikiyüzlülüğü, ihlassız işleri ve samimiyetsiz ibadetleri beraberinde getirdiğini söyler. Gösteriş, kulun Allah'a itaat ederken kullara yaranmasıdır. Fıtratımızda bulunan takdir görme, onaylanma duygusunun tatmin edilmemesi bizi gösterişçi tüketiciler olarak varlığımızı ortaya koymaya sürükler. Doğal yollardan bu duyguların tatminini sağlayamamak sürekli bir tüketim ile bu duyguları tatmin etmeye yöneltir.

Gösterişçi tüketimde, ihtiyacın yerini itibar alır. Gösterişçi tüketici, tutum ve davranışlarında insanların ne dediği ile ilgilenir. Yaptığı her alışverişte
insanlardan ilgi görmeye çalışır. Beğenilmek ve ulaşılmaz olmak gibi duygularını beslemek için ayrıcalıklı olduğuna inandırıldığı ürünlerin peşinden çılgınlar gibi koşar. Tüketim aynı zamanda israf etmemek ilkesini de yok sayması nedeniyle dinle bir araya gelemez.

Paket servis din


Dinin tüketerek gösterişe dönüşmesini dini değer ve sembollerin tüketicinin arzusuna göre paketlenerek servis edilmesini VIP umre ve haclar üzerinden, lüks otellerdeki iftar sofralarından, tesettür kıyafetlerinin büyük bir marka pazarına dönüşmesi ve büyük markaların da tesettür kıyafetleri özelinde kreasyonlar çıkarmasından, İslami tatil otellerinin büyük bir pazara dönüşmesi üzerinden okuyabiliriz. Bu tür örnekleri sayarken aklınıza gelen yığınla başka örnekler de olduğuna eminim.

Dindarların hassasiyetlerini dikkate alan bir tüketim kültürü oluşturulduğunu fakat hassasiyetlerle çıkılan bu yolda zamanla hassasiyetleri yitirdiğimizi görmenin de bu sürecin tuzağı olduğunu anlamak çok zor olmasa gerek. İnançlarına göre giyinme/ giyinmeme, yeme/yememe, içme/içmeme; ayrıca dini grubun kimliğini tanımlayan sembolleri kullanma ve ötekinden farkını sadece nesnelerde değil, mekânsal ayrışmalarla da gerçekleştirme gibi şeylerle başlayan hassasiyetler, bu hassasiyetlere istinadenm oluşturulmuş alışveriş merkezleri, restoranlar, oteller gibi tüketim kültürünün dindarlık temelinde sürdürülmesini sağlayan mekânlar kapitalizme yeni bir kapı açıyor, yani dindarların tüketim tercihlerini de dikkate alan bir tüketim kültürünü ortaya çıkarıyor.

"Açık büfe din" olarak da tabir edilen sosyal durumda kişiler kendi istek ve arzularına göre yemek seçer gibi din veya dini semboller seçiyorlar. Stresten kurtulabilmek için meditasyon ve yoga kurslarına katılan kişi, pazarları bir sosyal aktivite olarak kiliseye giderken pazartesi günü ise Mevlana'dan pasajlar okuyabiliyor. Hakikisini bulmak için çok uğraşıp çokça para döktüğü şifalı taşlarına Ayet el-Kürsi okuyarak üstünde taşıyıp, burcuna iyi gelen esmaü'l-hüsnaları seçip okuyarak da astrolojinin ritüellerini es geçmiyor.

Böylece, tüketim toplumunun bir öğretisi olan kendini kontrol ve geliştirme öğretilerini yerine getirerek narsist yaklaşımına yeni bir meşruiyet bulabiliyor. Bu şekilde tüketilen dini semboller asıl anlam ve önemlerini kaybettikleri için manevi değişimi sağlayacak anlamı ve önemi kalmıyor.

New Age maneviyatı, tüketim dininin geleceği için güçlü bir aday gibi duruyor. İnsanları cezbeden "egzotik" tarafı bir yana, sosyalleşme, sağlıklı
yaşam, tedavi yöntemi, terapi gibi daha pek çok faaliyet alanı ile birlikte müşteri bulmaktan zorlanmıyor. Burada aynı zamanda yeme, içme, eğlenme
gibi birtakım ihtiyaçları karşılayan bir "din" anlayışı sunuluyor.

Dolayısıyla dinin tüketim nesnesi haline gelmesi demek, onun aynı zamanda gizemli, ontolojik, manevi unsurlarını kaybetmesi ve böylelikle beşerîleşmesi, zaman zaman da profan ideolojilerle aynı amaç için yarışan bir çeşit ideolojiye indirgenmesi anlamına geliyor.


Din ile dünyevileşmenin uzlaşmasının dini tüketimle gerçekleşmesi, Adorno'nun tüketimle sadece meta ve hizmetler değil, aynı zamanda "genel, eleştirisiz bir uzlaşı satılır" düşüncesini haklı çıkarıyor. Bu uzlaşı dindarları öyle bir yerden yakalıyor ki alkolsüz bira ve şampanya, abdest geçiren oje gibi ürünleri pazarlarken, zikirmatik, kıble gösteren seccade, ezan okuyan saat, Kuran okuyan kalem, dini mobil uygulamalar gibi birçok ürünle de teknoloji pazarının müşterileri tekno-dindarları ortaya çıkarıyor.

Bir Mevlana sözü, bir hadis, bir de ipek eşarbım…


Tüketimin devamlılığını sağlayarak sistemin çarkının dönmesi için asıl itici gücü oluşturan medya olmasaydı dini tüketim (ki aslı itibariyle böyle bir tüketim olması mümkün değil, fakat durum bu şekilde daha anlaşılır oluyor) bu denli rağbet görmezdi. Bombardımanından kaçamadığımız medya ve sosyal medya hem sunulan ürünleri hem de bu ürünlere sahip olup gösterişini yaparak statü edinmeyi bekleyenleri daha görünür hale getirdi. Üstelik sadece ürün ve yaşam biçimi pazarlaması ile sınırlı kalmayan dini tüketim, dini söylem ve anlayışların, dini romantizmin de sosyal medya içerikleri ile çoğalmasına neden oldu.

Tur şirketlerinin Kudüs'te balayı satmasından dini içerikli yayın yapan sosyal medya hesaplarının özlü sözler, ayetler, hadisler, dini videolarla "dinin duygusunu" satmasına kadar, din süslenip paketlenerek, hatta hap haline getirilerek kolay tüketilebilir bir hal aldı. Din sola ve aşağı
kaydırarak takip ettiğimiz sosyal medya içeriklerinin arasında medya dininin kurallarına kendini teslim etti.


Medyatik kulluğun ibadeti daha çok tüketmek, tüketirken kendini suçlu hissetmemenin zemini de din çatısı altına saklanmak oldu. Sosyal medyada okuduğumuz bir ayeti paylaştıktan sonra karşımıza çıkan yeni eşarp ve şal modellerinin siparişini "dm yoluyla" hızlıca verip ünlü bir tesettürlü influencer'ın da gidip çok beğendiği İslami otellerden birinde yaz tatili için rezervasyonu erkenden yaparak bu dini argümanlarla döşenmiş
çatının güvenli limanına kendimizi bıraktık.

Deruniliğinden gün geçtikçe daha da uzaklaştırılan ve tekrarlanıp, dolaşıma sokuldukça kendisi olmaktan çıkan ayetler, hadisler ve diğer tüm kaynaklardan alıntılanan içerikler bir şeylerin varlığını göstermekten ziyade yokluğunun üstünü örtmek için kullanılıyor artık. O "çok anlamlı" (!) sözler birbirinden kopuk ve anlamsız parçalar halinde ortalığa saçılıyor. Olmayan itibarı kazanmak için tüketime odaklanmak yokluğun üstünü örtmekten başka bir işe yaramıyor.

Dindarlığın dönüşümü


İşin can acıtıcı yanlarından biri ise bu tüketimi meşrulaştırmaya çalışmak… Çiğdem Başfırıncı'nın "Modern Türk Tüketimine Yönelik Araştırma" sonucu yaptığı değerlendirmede tüketim kültürünü benimseyen toplumun muhafazakâr kesiminin tüketim kültürünün değerlerini meşrulaştırmaya
çalıştıklarını gösteriyor. Bu meşruiyet zeminini de topluma uyum sağlama, alın teriyle hak ederek kazanma, alış-verişte pazarlık etme, fahiş miktarda yapılan harcamaları zekât ve sadaka verdiğini söyleyerek meşrulaştırma, yenisini aldığı bir ürünün eskisini ihtiyaç sahibine vererek; tüketimin doğasında var olan bencillik, kıskançlık ve cimriliğin yerine alış-veriş yaptıkça rahatlamak için el açıklığı, dindarlara yönelik asosyal ve gerici eleştirilerinin haksızlığını ispat etme, İslâm'ı insanlar için cazip hâle getirme gibi söylemlerle tüketim kültürünün oluşturduğu problematiklere kendi zaviyelerinden kılıf uydurduklarını gösteriyor.

Bu zaviyeden bakıldığında Müslümanların her şeyin İslâmî versiyonunu ortaya koyma hırs ve çabaları, İslâm'ın eklektik zayıf temelli entelektüel kurgular içerisinde silikleşmesine yol açıyor. "Allah kuluna verdiği nimeti üzerinde görmek ister. Nefislerimizin de üzerimizde hakkı var." Bu ve benzeri kalıp yargılar sekülerleşme sürecine meşruiyet kılıfı giydiren argümanlar olarak sosyal gündemimizde yer ediniyor. Bu yargılar İslâm'ın hayatımıza
koymuş olduğu itikadî ve ahlâkî ilkelerle seküler felsefenin tezahürü değer ve yargıları çatışma arz etmeyecek kıvama getiren söylemler olarak oldukça kullanışlı…

Sonuç olarak tüketim kültürü bağlamında yeni bir dindar İslami kimlik inşasının hem sosyal, kültürel ve ekonomik süreçleri, hem de belirttiğimiz
süreçlerin sonuçları yaşam tarzlarıyla etkileşimi dindarlığın dönüşümünü sağlıyor. Tüketim kültürü değişen dini söylemler, görünümler, yaşam tarzları ve dini pratiklerde de kendisini gösteriyor, dindar orta sınıfın tüketim kültürüne göre konumu, tüketim kültürü sürecinde yeni tavır alışlar ve tüketim karşısında geliştirilen söylemlere yansıyor.

BİZE ULAŞIN