Necdet Subaşı: ÇOĞUNLUĞUN GİRDABI

ÇOĞUNLUĞUN GİRDABI
Giriş Tarihi: 2.1.2023 11:22 Son Güncelleme: 2.1.2023 11:22
İnsanın dâhil olduğu dünyanın kuşatıcı zırhını parçalayıp hesabını verebileceği bir dünyaya avdet etmesi kendisini ayrı tutmakla mümkün ancak… Kendimizi ayrı tutmak hayattan kopmak değil aksine hayata belli bir bilinç ekseninde yeniden tutunmaktır.

Dâhil olduğumuz süreçlerden ayrılma ya da kopma isteği başkalarınca ağır değerlendirmelere tabi olmaktan kurtulamaz. Çünkü bizden ayrı düşenler geride kalan büyük çoğunluktur. Ayrılan tekil bir tercihte bulunmuştur ve buna karar verebilen şimdilik sadece sizsinizdir. Herkesin aynı şekilde çalışıp tek kararda buluştuğu bir bağlamda mesela siz sıra dışılığı seçmiş, olup bitenlere karşı bizzat aykırı davranmakta karar kılmış, kendinize yeni bir yol seçeceğinizi lafı evirip çevirmeden açıkça beyan etmişsinizdir.

Sosyoloji de psikoloji de teoloji de antropoloji de bu türden cesur tercihlerin maliyetleri hakkında sayısız verilerle dolup taşmaktadır. Hayat bu yöndeki gidişatla ilgili pek çok tecrübenin içinde yer aldığı koca bir veri ambarı olarak karşımızda seyretmektedir. Artık sorulacak olan şudur: Siz hangi akla uyup büyük çoğunluktan ayrı düşmeyi göze aldınız?

Bir gün gelir o güne kadar birlikte olduklarımızdan bir yolunu bulup ayrılmak isteriz; kendimizi onlardan koparmaya, bizatihi farklı durmaya, tavır ve tutumlarımızla güzergâhımızı yeniden belirlemeye mecbur kalırız. Hepimizi saran hikâye artık iyiden iyiye ağırlaşmaya başlamıştır; öyle ki içimizdeki kuşkular birbirini kovalamakla kalmaz, bizi saran kaygılar da zapt edilmesi güç bir şekilde ağırlaşmaya yüz tutmaya koyulur.

Artık bundan sonrası için bu eski hikâyede varlığımızı sürdürmekte ısrarın kayda değer bir anlamı kalmamıştır, ne yapıp edip kazasız belasız bir şekilde bu minvalde yürümekten vazgeçmek, bir yolunu bulup buralardan geçip gitmek gerekecektir. Ne dışarda gördüklerimiz ne de içimizde besleyip büyüttüklerimiz artık bize "az daha", "biraz daha" diyecek bir tahammül şansı bırakmamıştır. Kendimizi kandırmanın limiti dolmuştur, nihayet öteden beri başkalarına söyleyip durduklarımıza öyle bir an gelmiştir ki biz bile inanmamaktayızdır.

Kendini ayrı tutmaya yönelmek

Yediden yetmişe herkesin bir şekilde kolayca telaffuz edebileceği "hadi bana eyvallah" ifadesi çoğu kere herkesin pervasız bir şekilde doluştuğu bir ortamda kendimize bir yer bulamamaktan kaynaklanan yeni bir veda cümlesi kurmaktan öteye gitmez. Öyle ya belki de oradakilere ısınamamışızdır; hem bize buradan bir ekmek çıkmayacaktır, kim bilir belki de etme bulma dünyasında bir gün de o sıra bize gelmiştir.

Oysa kendini ayrı tutmak gündelik-olağan dil akışlarının tahakkümündeki bir ayrışmadan çok daha farklı, çok daha esaslı bir karar cümlesidir. Kendini ayrı tutmaya yönelmek son tahlilde bir hesaba, bir imtihana, bir kadere dâhil olma konusunda esaslı bir niyet vurgusuyla geri durmaktır. Çekilmek, azade olmak ve kendine başka bir yol tutturmaktır.

"Kendini ayrı tutmak" bir kararlılık gösterisiyle sınırlandırılamayacak kadar önemli ve daha fazla bir şeydir. Karmaşıktır, yer yer muğlaklığıyla hakkımızdaki karar vericileri bile muallakta bırakır ama sonuçta esaslı bir yer bildirimi özelliği taşıması açısından bizatihi kıymetli ve fazlasıyla ahlakidir. İnsana nerede olduğunu, kimle ya da kimlerle birlikte yol aldığını, burada değil de orada olmakla hangi dünyaya dâhil kılındığını, bizimle durmamakla hangi nimetlerden yüz çevirdiğini göstermesi açısından emsalsiz bir kişilik göstergesidir.

Bazen dâhil olmak gürültüye uymaktır. Çoğunluğun girdabı bizi var gücüyle kendi içine çeker; başkalaştırır, eşitler, birleştirir, un eder ufaltır. Farklı akılların sözüm ona uzlaşım noktasında herkesi etkileyen sahte birer çekicilikleri vardır. Öyle ki çoklukla ondandır, akıl bir şekilde tutulur, zihin sanki yoğunlaşmaya fırsat bulamaz, göz mütemadiyen aldanır, kulak sıklıkla sesleri birbirine karıştırır.

Bir yanılsama evreni

Görürüz görmesine ama akıl var fikir var iz'an var, buna görme denmez. Duyarız duymasına ama ortalıkta çeşitlenen seslerin frekansını yakalamakta giderek zorlandığımızı itiraf etmek zorundayız. Çoğunluğun ürettiği ambiyansta sesler garip bir armoni oluşturur, etrafımızda seyreden objeler ardı ardına dans eder adeta. Bir yanılsama evreninde sanki içinden çıkılması güç bir rüyaya kaptırmış gidiyoruzdur. Hayat beklendiği gibi akmakta, uyku ile uyanıklık arasında olmak bile bizi bu fantastik dünyadan uyandırmaya yetmemektedir.

Yakaza hâli çoğunluktan esirgenen bir mecra sıfatıyla zemmedilmekten kendini kurtaramamaktadır. Belki bir yolunu bulan olsa, camları açsa, perdeleri çekse, içeri bir hava doluşsa, bir devridaim, bir teneffüs fırsatı yakalasak dışarıda neler olduğunu görebilecek, ancak bir gaflet durumu olarak tanımlanabilecek bu fiili ortamdan halas olmanın fırsatına erişebileceğizdir. Işık uyandırır, aydınlık görme gücümüzü artırır ve pekiştirir.

Herkes gibi inanıp herkes gibi ikna olmak hepimize derin bir mayışıklık kazandırır. Bu uykuda bir yandan hayaller bir yandan da kontrol altına alınmış akıllar sıklıkla birbirini onaylar, sonuçta akıntıya uymak çaresizliğin mümkün vaziyeti olur. Göz yummak değerli, itiraz yersizdir, bağırmak sorunlu susmak yüksek edeptir, katılmamak fitne, uymak aklın biricik yoludur. Böyle bir dünyada kıymet ölçüleri yeniden kurgulanmış, dışarıda kalan marjinal ilan edilip açık hedef haline getirilirken, içerdeki sahip olduğu statünün muteberliğiyle gücüne güç katar, varlığını tahkim eder.

Kalabalıkların dâhil olduğu bir bütünlüğe karşı durmak zordur. Alışılmış olan muhalif olmak değil adapte olandır. Büyük çoğunluklu birlikteliklerin çerçevelendirdiği bir dünyada tekil, ayrıksı ve duyarlı bir dile geçit yoktur. Farklılıklar kemirilir, itirazlar katıksız bir susmayla cezalandırılır, eleştiri ve katkılar horlanır.

Herkesin bir örnek kalıba döküldüğü bu dünyada gelişme seyrine yeniden bakmanın, burnumuzun dibinde cereyan eden şeylere kenara çekilip dikkat kesilmenin bedeli ağır olur. Selamı sabahı kesenlerin varlığına nereye kadar tahammül edilebilir, kapımızı bacamızı açmayanlar ne güne kadar anlaşılabilir? Ama hikâye burada bitmez.

Bir hakikatin dokunulmaz bir külte dönüşmesi

Kendini ayrı tutmak, orada o filmin içinde saf tutmuş olanların huzurunu kaçırır. Şimdiye kadar hiçbir hayati ve varoluşsal sancıya fırsat vermeyen bu dayanışmacı ortaklık, dışarıda kalanın kısık sesinden bile huzursuz olur. Orada, başka bir mecradan kendilerine yöneltilen itirazlarda şimdiye kadar donmuş, kapanmış, susmuş ve örtbas edilmiş bir hakikati yuvasından çıkaracak bir dinamizm içkindir. Ondandır, dışarıdan gelen seslere karşı önlemler alınır, duvarlar bir kat daha örülür, haykırışlar bastırılır, sesin geldiği yer büsbütün imha edilir.

Kendini ayrı tutmak bir vicdan ve ahlak meselesidir. Bununla birlikte çoğunluğun üzerinde uzlaştığı her şeyi kerih görmenin de kabul edilir tarafı yoktur. İnsanın eriştiği yüksek hakikatlerine yeni paydaşlar bulması kadar doğal bir şey yoktur. Nitekim büyük uzlaşılardan topluca selamete erişildiği çoklukla bilinen kadim bir tecrübedir. Sorun, kemikleşmiş, tortulaşmış, nefes almaya mecali kalmamış bir ortaklığın giderek kökleşmesi ve birlikte künhüne vakıf olmaya çalışılan bir hakikatin dokunulmaz bir külte dönüşmesidir.

Entelektüel ilgiler yerinde ve tutarlı sorular sormayı ve bütün bunlara tatmin edici cevaplar bulmayı özendirir. Mutlak kabullerin kapattığı gerçeklik dünyasından çıkmak sıkı bir sorgu-sualle ancak mümkün olabilir. Gündelik hayat alışkanlıkların, teamüllerin, ortak kabullerin doğal bir işleyişe sahip olduğu bir düzeneği yansıtır.

Hayat her zaman yetkin bir makuliyet üretmez. Ancak bununla birlikte yaygın kabullerin baskısıyla gündelik hayatın olağan akışını meşrulaştırmak istenen ve aranan bir hedeftir. Giderek döngüsel bir şekil alan bu akışkanlık boğucu bir dilde, ürkütücü bir imanda, kasvetli bir seremonide karar kılar. İnsan söz konusu dairenin içindeki varoluşunu sorgulamayı sıklıkla ihmal eder ve sonuçta mevcut gidişata ram olur.

Peygamberler bu düzeneğin ağır tahribatlarını, biçimsiz yanlarını sık sık afişe ederler. Tebligatlarındaki mütevazı üstünlük söz ve söylemlerinin ilahi tabiatından beslenir. İnsanın kendi kendine kurduğu tuzaklara bir bir işaret edilir, kurtuluşun yegâne yolları gösterilir ve hakikatin temsili kimseyle eşleştirilmez. Tek kalmak aşağılanmaz, çokluk yüceltilmez. Her durumda hakikat, her durumda adalet, her durumda hesap verebilirlik ölçüsü canlı tutulur. Bu dinamizm, tortulaşmaya, donmaya ve kendi kendini imha eden kısır döngülere kendimizi kaptırmaya karşı sağlam ve tutarlı direnç noktaları önerir.

Peygamberlerin düşünce ve eylem mirası

Peygamberler, çoğunluğun ürettiği ve üzerinde karar kıldığı sözde hakikat zincirlerine karşı gösterdikleri itirazlarıyla bir düşünce, düşünme ve eylem metafiziğini takipçilerine miras bırakırlar. Ulema tarihsel misyonuyla yer yer yıpranmış, yer yer dağılmış ve parçalanmış misyonuyla bile olsa bu mirası sürdürmekte her zaman kararlı ve etkili oldu. Günümüzde söz konusu görev ve sorumluluğu uyarıcı, hatırlatıcı ve rehberlik edici özellikleriyle kimin üstleneceği konusunda kayda değer bir tartışma henüz başlamış sayılmaz.

Aydınlar, entelektüeller, din uzmanları, alimler ve profesyonel dindarlar arasında dolaşan bir trafik hakikatin açığa çıkması konusunda aranılan bir yükümlülüğün kime nasip bir seciye olduğu noktasında çoğalan ihtilaflarla mücehhez. Çoğunluğun düşünsel istibdadı dini, siyasi ya da kültürel bağlamlardaki görece üstünlüğünü entelektüel ilgileri de standardize olmaya zorluyor. Öyle ki artık genel geçer kabuller içinde mevcut durum haritasını zorlayan özgün bir çıkış zaman zaman mesela manevi-uhrevi bir performans setiyle de pekâlâ bastırılıp manipüle edilebiliyor.

Gidişat herkese görünmez. Görmek için akleden kalbe her zaman belirleyici bir ölçü olarak ihtiyaç duyarız. Bireysel ve toplumsal yapının kabul görmüş ve kurumsallaşmış kasvetine tabi olmak yerine bunlarla hesaplaşmaya yönelmek daha anlamlı. İnsanın dâhil olduğu dünyanın kuşatıcı zırhını parçalayıp hesabını verebileceği bir dünyaya avdet etmesi kendisini ayrı tutmakla mümkün ancak… Kendimizi ayrı tutmak hayattan kopmak değil aksine hayata belli bir bilinç ekseninde yeniden tutunmak ama taşlaşmadan, kemikleşmeden, uyuşmadan.

BİZE ULAŞIN