İlker Nuri Öztürk: GÜNEŞİN DOĞDUĞU TOPRAKLARDA BİR İSLAM BAYRAKTARI: ABDÜRREŞİD İBRAHİM

GÜNEŞİN DOĞDUĞU TOPRAKLARDA BİR İSLAM BAYRAKTARI: ABDÜRREŞİD İBRAHİM
Giriş Tarihi: 2.6.2022 17:08 Son Güncelleme: 29.6.2022 13:42
Japonya başta olmak üzere Rusya'dan Afrika'ya, Uzak Doğu'dan Ortadoğu'ya İslamiyet adına faaliyetlerde bulunan Abdürreşid İbrahim örnek figürlerden biridir. Özellikle Osmanlı'nın ve İslam'ın Uzak Doğu ve bilhassa Japonya ile teması konusunda ilk akla gelen isimlerdendir. Seyyah, âlim, aktivist olarak anılan sıra dışı şahsiyet Abdürreşid İbrahim'in hayatındaki ayrıntıları, Mehmed Akif ile ilişkisini, misyonerlere karşı mücadelesini, neşriyat üretimini ve bugüne etkilerini Sinop Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nden Dr. Öğr. Üyesi Hasan Barlak ile konuştuk.

Abdürreşid İbrahim'in çocuk yaştan itibaren İslamî ilimlere meraklı olduğunu biliyoruz. Türk/Tatar aktivist hoca nasıl bir çocukluk ve gençlik geçiriyor? Onun hayatındaki dönüm noktaları nelerdir?

Sibirya; soğuğun insanı kucaklarken dirilttiği topraklar. Abdürreşid İbrahim, 23 Nisan 1857'de Batı Sibirya'da Tobolsk yakınlarındaki Tara'da doğar. Ataları aslen Özbek'tir. İlk eğitimini babası Ömer Bey'den alır. Eğitimi konusunda annesi Afife Hanım da hassastır. Henüz yedi yaşında medrese öğrenimine başlar, Tara civarındaki medreselere devam eder. 1871'de önce annesi, kısa bir süre sonra da babası vefat eder. Eğitiminden vazgeçmez, bir yandan çalışır bir yandan farklı medreselerde tahsilini sürdürür. Kazan'da Kışkar medresesinde okurken pasaportunun süresi dolar, yakalanır ve hapsedilir. Onun hayatındaki dönüm noktalarından birinin hapishaneye düşmesi olduğunu söyleyebiliriz. Hapishanede Rus hükümeti tarafından dinî veya siyasî gerekçelerle tutuklanmış çok sayıda Müslüman Türk'le tanışır ve onlardan Rus esareti altında yaşayan Türkler hakkında bilgi alma fırsatını yakalar. Hapisten çıktıktan sonra özel dersler verir, imamlık yapar. 1879'da önce İstanbul'a, oradan Mekke'ye giderek hac ibadetini ifa eder. Hacdan sonra Hicaz'da kalır, Medine'ye yerleşip, tahsiline devam eder. Buradaki eğitimini beş yılda tamamlar. 1885 yılında Tara'ya döner ve bir medresede ders vermeye başlar. Onun bu yıllarda kafa yorduğu işlerden biri de medreselerin ıslahı meselesidir. Her safhası ayrı bir ehemmiyete sahip olduğundan onun hayatında dönüm noktaları tespit etmek çok zor. Yine de yaptığı seyahatlerin onu daha özel bir insana dönüştürdüğüne şüphe yok.

Rusya ve Japonya başta olmak üzere çeşitli ülkelerde İslamî faaliyetlerde bulunduğunu biliyoruz. Bunlardan bahseder misiniz? Abdürreşid İbrahim niçin birkaç yıl ayırıp Türkistan, Sibirya, Moğolistan, Japonya, Kore, Çin, Hindistan, Hicaz ve Ortadoğu coğrafyasını dolaşmıştır?

Aslında Abdürreşid İbrahim'in hayatının baştan sona bir mücadele ile geçtiğini söyleyebiliriz. Bu mücadele Müslümanlar adına yürütülen, şuurlu, planlı ve kararlı bir mücadeledir. Onun bitip tükenmek bilmeyen bir enerjisi vardır. 1892'de Orenburg Şer'î Mahkemesi'ne âza seçilir, kadılık yapar. Yine bir aralık bu mahkemede reislik görevini üstlense de müftü ile anlaşamaz ve 1895 yılında istifa eder. İstanbul'a giderek Çolpan (Çoban) Yıldızı adlı kitabını yayımlar ve gizli olarak Rusya'ya gönderir. Bu kitapta Rus Çarlığının Türklere yaptığı baskı ve haksızlıkları anlatır. 1897'de üç yıl sürecek olan Avrupa ve Ortadoğu seyahatine çıkar. 1904 yılında İstanbul'da bulunduğu sırada Rus elçisinin talebi üzerine tevkif edilir ve Odesa'ya gönderilir. Tutukluluğu uzun sürmez, Rusya Türklerinin lehindeki ciddi faaliyetleri üzerine yetkililer onu serbest bırakmak zorunda kalırlar. Aynı yılın sonunda Petersburg'a yerleşir, bir matbaa kurar. Müslümanlar arasında birlik ve beraberliğin tesisi için dinî-siyasî yazılar yazar, gazete ve dergiler neşreder. Kazanlı aydınların ve zenginlerin Rusya Türklerini birleştirme faaliyetlerine öncülük eder. Ne var ki 1907'den sonra Rus baskısı artar, gazetelerinin yayını durdurulur, matbaası kapatılır. Bunun üzerine Rusya'dan ayrılır, Türkistan coğrafyasında yeni bir seyahate çıkar. Tara'ya döndükten sonra ailesini alarak Kazan'a yerleştirir. İşte onun 1908 yılında başladığı meşhur seyahati bundan sonradır. Bu seyahatini Âlem-i İslam isimli eserinde ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır. O, bu seyahatine Kur'an'daki "Yeryüzünde gezip dolaşın ve … görün." (Ankebût Sûresi, 20) ayetini esas alarak çıktığını belirtmiştir. Abdürreşid İbrahim sıradan bir seyyah değildi. Dünyadaki bütün Müslümanlar için endişeleri, umutları ve beklentileri vardı. Bunun içinse önce Müslümanları yerinde görmek, yaşam şartlarını, sorunlarını, ihtiyaçlarını bizzat müşahede etmek gerekiyordu. Hem seyahat etmeyi de seviyordu. Farklı iklimlere yelken açmak, değişik çehrelerle muhatap olmak ona başka bir heyecan veriyordu. Abdürreşid İbrahim, Kazan'dan İstanbul'a kadar Sibirya'da, Moğolistan'da, Mançurya'da, Japonya'da, Kore'de, Çin'de, Hindistan'da, Hicaz'da, Beyrut'ta ve Şam'da gittiği her yerde o yerin gerçeklerini anlamaya çalışır. Topluma seyirci gözüyle bakmaz, insanların dertleri ile dertledir, mutluluklarını paylaşır, sıkıntılarına yıllardır onlarla yaşıyormuş gibi çözüm arar. Yaşadıklarını paylaşması ise bambaşka bir cömertliktir. O kadar ki, Âlem-i İslam'ın hemen her sayfasında okuyanı ya gülümsetecek veya hüzünlendirecek ama mutlaka düşündürecek bir anekdot vardır.

Onun Japonya faaliyetleri hakkında bilgi verir misiniz?

Japonya o yıllarda Doğu'nun yükselen güneşi idi. Abdürreşid İbrahim Japonya'ya daha önce de gitmişti fakat 1909 yılı kış ve bahar aylarını geçirdiği Japonya sakuraların (kiraz çiçeklerinin) Nisan'a gülümsemesi gibi sıcak karşılamıştı onu. Japonlara dair ciddi idealleri vardı. İslâm dinindeki pek çok değerin Japonlarda doğuştan mevcut olduğunu görüyor ve onları İslam dinine çok yakıştırıyordu. Tokyo'da eski başbakanlardan parlamenterlere, saygın gazetecilerden rütbeli askerlere kadar birtakım Japon önde gelenleri ile görüştü ve onlara İslam'ı tanıtmaya çalıştı. Bazen bir okulda bazen Japon dostlarının da katıldığı bir toplantıda Japonların gönüllerini kazanacak konuşmalar yaptı. Muhataplarına yaklaşımı sıcak ve samimi, tebliği sade idi. Bir keresinde Japon dostlarından Kont Okuma'ya İslam dininin hakikatin ta kendisi olduğunu ve her insanın hakikati araması gerektiğini söyleyerek arayanın İslam'ı bulacağını ifade etmesi, onun dinine olan güvenini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Yine bir davette Japon Profesör Ōshima'nın İslâm'ın geleceği hakkında yaptığı konuşmanın sonunda, İslam'ın yüceliğini anlamak için Abdürreşid İbrahim'e bakmanın yeterli olduğunu söylemesi ve İslam'ın insana gerçek manada insani vasıflar kazandırdığı mealindeki sözleri, onun Japonlar üzerinde bıraktığı etkinin ne derece büyük olduğunu ortaya koymaktadır. Abdürreşid İbrahim'in Japonların Müslümanlaştırılması konusundaki siyasi hedefini de atlamamak gerekir. O, Japonları önce Müslüman yapmak sonra da Osmanlı halifeliğine bağlamak istiyordu. Bu sayede Avrupalı güçlere karşı Osmanlı Devleti için Doğu'da güçlü bir müttefik edinilmiş olacaktı. Bu arada meselenin farklı bir boyutunu da belirtmekte fayda var. Abdürreşid İbrahim'in Japonya'da temas kurduğu insanların çoğu Kokuryūkai (Kara Ejderha Topluluğu) örgütüne mensup Japon milletçileri idi ve Japonlar Asya'ya doğru genişleme siyaseti güdüyorlardı. Bu proje için Müslümanlardan istifade edilebilirdi.

1909 yılındaki Japonya ve Kore seyahatinde Hristiyan misyonerlerin çalışmalarının dikkatini çektiğini görüyoruz? O, bu faaliyetler karşısında nasıl bir tutum sergiliyor?

Meiji döneminde (1867-1912) büyük bir restorasyon gerçekleştiren Japonya'da, Hıristiyan misyonerler de rahat bir faaliyet imkânı yakalamışlardı. Misyonerlerin çalışmalarında Abdürreşid İbrahim'i rahatsız eden husus onların kendi dinlerini anlatmaları değil, İslam'ı ve Hz. Muhammed'i karalama çabaları olmuştur. O, misyonerlerin bu tavrını onların Japonya'daki başarısızlıklarına bağlar ve Japonları Hıristiyanlaştıramadıkları için Müslüman olmalarını engellemeye çalıştıklarını dile getirir. Abdürreşid İbrahim İslam ve Hz. Muhammed aleyhtarı çalışmalara karşı Mısırlı dostu Ahmed Fazlı Efendi ile ortak bir birtakım faaliyetlerde bulunur. Söz konusu faaliyetleri birkaç konferans, gazete yazıları, yine birtakım mülakat ve makaleler olarak özetleyebiliriz. Bunlar arasında Abdürreşid İbrahim'in Japon dostlarından Umehara'nın, misyonerlerin iddialarına karşılık olarak Hz. Muhammed'in gerçek kimliğini, şahsiyetini ve hedeflerini kaleme aldığı makalelerin ayrı bir yeri vardır. Her şeye rağmen bunlar münferit girişimlerdi. Hıristiyan misyonerlerin faaliyetleri gibi güçlü devletlerin desteklediği sistemli, planlı ve programlı çalışmalar değildi. Kore'deki durumsa Abdürreşid İbrahim için çok daha vahimdi. Çünkü orada misyonerler hem daha rahat çalışıyorlar hem çalışmalarının karşılığını alıyorlardı. Bu yüzden Abdürreşid İbrahim Korece bilmemesine hayıflanmış, Korelilerle Türkler arasında gördüğü benzerliklere rağmen onlara İslam'ı anlatamamasına çok üzülmüştür. Bununla birlikte en azından bir şekilde diyalog kurduğu Korelileri Kore'nin bağımsızlığı yönünde cesaretlendirmeye çalışmıştır.

Abdürreşid İbrahim neşriyata çok önem veriyor. Gazete ve dergiler çıkartıyor, kitaplar yazıyor. Onun bu çabasını nasıl açıklıyorsunuz?

20. yüzyıla girerken Müslümanlar büyük sancılar yaşıyordu. Abdürreşid İbrahim Müslümanlar için bir şeyler değişsin, daha fazla Müslüman esaret altına girmesin, esaret altındaki Müslümanlar özgürleşsin istiyordu. Müslümanların sıkıntılarından, zafiyetlerinden muzdaripti. Diğer taraftan, yazmak o dönemde geniş kitlelere ulaşmanın en hızlı ve etkili yollarının başında geliyordu. Bundan dolayı Hoca Abdürreşid İbrahim sürekli yazıyor, kitap, dergi ve gazete ile insanlara ulaşmaya çalışıyor. Daha çok insanı uyarmak, uyandırmak, bilinçlendirmek, cesaretlendirmek istiyor. O, çıkardığı Mir'ât, Ülfet, Tilmî, Necât, Teârüf-i Müslimîn ve Cihâd-ı İslâm gibi dergi ve gazetelerde İslam birliği, dinî, siyasi ve içtimai bakımlardan Müslümanların bilinçlendirilmesi için yazılar yazar. Yine Livâü'l-hamd, Çolpan (Çoban) Yıldızı, Bin Üç yüz Senelik Nazra, Vicdan Muhakemesi ve İnsaf Terazisi, Aftonomiya yâ ki İdare-i Muhtariyye, ed-Dînü'l-fıtrî gibi telif eserlerinde dönemin dinî, siyasi meseleleri üzerinde durur ve birtakım değerlendirmeler yapar. Tercüme-i Hâlim yâ ki Başıma Gelenler, onun çocukluk ve gençlik yıllarını anlatır. En meşhur eserininse 1908 yılında Kazan'dan başlayıp 1910'da İstanbul'da tamamladığı seyahatini anlattığı Âlem-i İslâm ve Japonya'da İntişâr-ı İslâmiyyet olduğunu söyleyebiliriz. Bir de benzer konularda yazdıkları Mehmed Akif ile yakın bir dostluğu var.

Mehmed Akif ile ilişkisinin derecesi nedir?

Akif onu çok takdir ediyor, gerçek bir mücadele ve dava insanı olarak görüyor. Safahat'ın "Süleymaniye Kürsüsünde" kitabında Abdürreşid İbrahim'in seyahat intibalarının şairce bir sunumunu gerçekleştiriyor ve onun anlattıkları üzerinden kendi kanaatlerini ortaya koyuyor. Mesela, Hıristiyan misyonerlerin Şark'taki, özellikle Japonya'daki hummalı faaliyetleri ile ilgili olarak Akif'in, "Misyonerler, gece gündüz yeri devretmedeler,/Ulemâ, vahy-i İlâhî'yi mi bilmem, bekler?" serzenişi iki dostun ortak duygu ve düşüncelerinin bir ifadesi olsa gerektir.

1913 yılında Osmanlı tabiiyetine geçtiğini biliyoruz. Bu tarihten sonra neler değişiyor? Osmanlı olmanın onun üzerinde nasıl bir etkisi oluyor?

Aslında Abdürreşid İbrahim Osmanlı tabiiyetine geçmeden önce de kendisini Osmanlı gibi hissediyor. Bir ayağı sürekli İstanbul'da. Şu var ki Osmanlı Devleti ile ilişkileri II. Meşrutiyet döneminde artar. 1911'de Trablusgarp'ın işgali döneminde bölge halkını işgalci İtalyan güçlerine karşı Osmanlı Devleti'nin yanında savaşmaya davet eder. Birinci Dünya Savaşı yıllarında da son derece aktif olduğunu görüyoruz. Rus işgali sırasında 1915'te Sarıkamış'tadır. Stockholm'de Rusya Müslümanları adına temsilcilik yapar. Savaş yıllarında Teşkilat-ı Mahsûsa ile ilişkileri var. Berlin'de Cihâd-ı İslâm adlı bir gazete çıkararak Müslüman Rus savaş esirlerini kazanmaya çalışır. Yine İstanbul'da Rusya Müslüman Türk Kavimlerini Himaye Cemiyeti bünyesinde görev alır. Sofya, Viyana, Zürih, Budapeşte ve Berlin'de Rusya'da yaşayan Türklerin ne tür sıkıntılar yaşadıklarını ve nasıl baskılara maruz kaldıklarını anlatır. Lozan'da Rusya Mahkûmu Milletler Konferansı'nda Rusya Müslümanları için dinî, siyasi ve içtimai taleplerde bulunur. İstanbul, Doğu Türkistan ve Rusya derken 1925 yılında Türkiye'ye iltica eder ve on yıla yakın Konya'nın Böğrüdelik köyünde yaşar. 1933 yılında tekrar Japonya'ya gider. Tokyo Camii'nin inşasına önayak olur ve bu camide imamlık yapar. İslâm dininin Japonya'da resmî olarak tanınmasını sağlar. 17 Ağustos 1944 tarihinde Tokyo'da vefat eder ve büyük bir tören yapılarak defnedilir.

Abdürreşid İbrahim yeni nesil için nasıl bir rol model?

Abdürreşid İbrahim'in tanıtılması için popüler çalışmalara ihtiyaç var. Peki, gençlerimiz ondan ne öğrenebilir? Öncelikle bir insanın ciddi bir ülküsünün olması gerektiğini… Bir insanın sadece kendisi için yaşamayıp ne çok insan için dertlenip umutlanırsa dünyasının o ölçüde genişleyeceğini. Sonra bir hayatın inanç, ilim, irfan, ahlak, sağlam bir mefkure ve mücadele ile nasıl renklendirilip zenginleştirilebileceğini. Basiretli gözlemlerle yapılan bir seyahatin insana neler kazandırabileceğini. Bu bakımdan her kuşaktan insanımız Abdürreşid İbrahim'in Âlem-i İslâm ve Japonya'da İntişarı İslâmiyet isimli eserini okumalı.

BİZE ULAŞIN