Lokman Baybars: Bağlılık Hasan’da İmge: Modern anne eleştirisinden modern Müslüman eleştirisine...

Bağlılık Hasan’da İmge: Modern anne eleştirisinden modern Müslüman eleştirisine...
Giriş Tarihi: 2.2.2022 15:28 Son Güncelleme: 2.2.2022 15:28
Giriş sahnesinde Yusuf’un gözünden gökyüzüne bakıyoruz. İnsan diptedir. Kuyusundan çıkmalı. Çobanın dediği gibi “Sen önce kendinden kurtul.”

Kadın İmgesi
Emine bu üçgenin çevresinde iz bırakarak gezinmektedir. Emine'nin sakin ve soğuk duruşunun -hiç gülmez- anlatımında, oyuncunun mimik imgesi dışında başka bir imgeye ihtiyaç duyulmadığı görülür. Film boyunca Hasan'ı izleriz. Aslında anlatılan Emine'dir; Kadın ve Elma. Emine, Hasan'ın hem aklı hem de vicdanıdır. Zor durumda kalıp da şeftali bahçesini satmak isteyen komşusunun bahçesini alması için teşvik eden Emine burada akıl imgesini yüklenirken, helalleşmek için kocasına baskı yapmasıyla da vicdan imgesine dönüşür. Akıl, İman ve Vicdan cenderesine alınan Hasan, Emine'nin elinde şekillenip durur... Diğer bir kadın Nisa, aile içindeki tam yeri belirsizdir. Ev işlerine yardım eder ve sürekli ketumdur. Nisa, sadece Emine tarafından muhatap alınır. Kadın üzerinde kadının iktidarı mevcuttur. Hala kendini hissettiren gizil anaerkil bir topluma bir kasaba darlığında şahit oluyoruz.

Kedi İmgesi
Kadınların kedilere ayrı bir düşkünlüğü vardır. Emine, Berduş'un -kedi- nasıl öldüğünü iyi bilmektedir. Hac işlemlerinden dönüş yolunda Emine, kocası Hasan'a "Kendimizle de helalleşelim Hasan!.." dediğinde Hasan'ın yaşadığı gerginlik dikkat çekiciydi ve Emine, "Mesela Berduş..." diye fısıldadığında, iki imge kendiliğinden canlanıverdi. İlki Emine, kedidir ve mekan sahibidir. Diğeri de kedi Anadolu kültüründe aileden biridir ve soframızda daima bir yeri vardır. Bindiği atıyla, evinin önündeki dut ağacıyla, kedisiyle köpeği ile helalleşip yola çıkan, dönüşünde de atına, köpeğine ve kedisine hac hediyesi getiren hacılara rastlamak pek ala mümkündür. Ailenin sadece insanlardan mürekkep olmadığı anlayışı Anadolu'da yaygındır.

Hac: kendini bilme yürüyüşü
Özellikle Hasan'ın iftira attığı -gübreleri çaldığı iddia edilen- kişinin Hasan'a "Günaha gir, hacca git pürü pak ol sonra başımıza hacı kesil!.." diyaloğu Sadık Hidayet'in "Tövbe" öyküsünü hatırlatıyor. Hidayet, tıpkı Yunus'ta olduğu gibi felsefi ve sufi düzlemde kendini bilme, tanıma ve anlama kaygısı olarak hacı tanımlar. Hac, kendinden yola çıkıp kendini bilme yürüyüşüdür veya benlikten arınma yolculuğu ya da benlikle hesaplaşmadır. Filme hakim olan felsefi tema budur. Hasan film boyunca bu arınma acısını çeker, yol göstericisi de bir kadındır.

Kaplumbağa: Doğanın yavaş devinimini
Kaplumbağa, "Artık yavaşlayın" demenin bir başka yoludur. İnsan doğanın zamanı içinde bir andan ibarettir. İnsan, elindeki sınırlı zamana çok şey sığdırabilmek için hız üreten teknolojiler yapmaya başladı, bu hızlı ve kısa yaşamında sadece tüketmeye evrildi, anlamaya değil. Kusursuz mantıksal akıl yürütmelere sahip insan elbette kaplumbağanın hızını aşıp kısa zamanda çok daha uzaklara gidecektir. Fakat insanda kaplumbağanın geniş zamanlara yaydığı nefesi yoktur, nefesi tıkanmıştır. Kaplumbağa yavaş daha yavaş hareket ederek, anlayarak kademeleri geçmeyi öğütleyen bir imgedir. Doğanın yavaş devinimini ve asla geç kalmadığı kırılgan dakikliğini simgeleyen bu canlının bir ağacın altında oturan Hasan'ın önünden anlamlı bir şekilde geçişini izledik.

Çakmak İmgesi
Bankaya kaptırılmış servi ağaçlarının olduğu bahçede Hasan yerde bir çakmak bulur ve çakmağı çakar. Birden gece olur, karanlık bir gökyüzü, şimşek çakar. Felaket için küçük bir hata yeterli olacaktır.

Elma İmgesi
Bu imge filmde çok baskın metafor olarak kendini göstermektedir. Emine'nin şeftali bahçesini elma bahçesine dönüştürmesiyle başlayan süreç... Emine, kocasının kasabada iktidarını kurmak istiyor. Kocasını bir elma bahçesi sahibi daha yapmak için çevreden bilgi topluyor. Nitekim de bankaya yakasını kaptıran komşusunun şeftali bahçesine cüzi miktarda para ödeyerek sahip oluyorlar. Elmaları - doğal hakları olan böceklerden- korumaya çalışırken kullandığı meyve ilaçlarının çevredeki canlıları da öldürdüğünü gören Hasan bahçede hüzünlü bir şekilde gezinmeye başlar, kendini bu günah bahçesine mahkum gibi hisseder. Nisa'nın elmaları çekiçle ezme sahnesinde Hasan tarafından gözetlenmesi ve Hasan'ın üzerine elmaların sert bir şekilde yağmasıyla -günahlarıyla dövülmesi- günahlarının karşısında cenin pozisyonu alması... Tüm bunlar -Emine'nin haberi olmadığı- Hasan'ın günahları olarak kendini gösteriyor. Emine kocasının günahlarını hissetmiş olacak ki, Emine Hasan'ın gömleğini yıkama -affetme- imgesine dönüşüyor.

Ayakkabı İmgesi
Ayakkabı dünyayı temsil eder. Evlerimize ve mabetlerimize girerken ayakkabılarımızı dışarıda bırakırız. Filmde bu imge oldukça güzel aktarılmış. Borçlu olduğu ayakkabıcıya giden Hasan, hem eski borcunu ödüyor hem de hediye edilen -günahsız- güzel bir ayakkabıyla -hac- yolculuğuna çıkıyor.

Kahve İmgesi
Filmin son sahnesinde baba imgesine dönüşen abiden helallik alma çabaları dikkate değer. Yengesinin elinden aldığı bir fincan kahveyi ve bir bardak suyu abisine götüren Hasan, abisi tarafından tanınmaz. Hasan, abisinin aslında iki yıl önce öldüğünü fark eder. Abi, küçük kardeşine dair ne anısal ne de duygusal bir şey hatırlar. Duyguların da Alzheimer evreleri vardır. Abi gün batımına doğru yürür. Hasan, abisinin arkada bıraktığı iyi/kötü anılarla baş başa kalır Hasan vicdanen bir İçe Göçüş Sendromu yaşar.

Türk toplumunun mevcut yapısını perdeye aktarma açısından filmin, bir Rus formalist veya toplumsal gerçekçi diyebileceğimiz bir aktarıma yaklaştığı söylenebilir. Bununla birlikte Analitik yaklaşımda olduğu gibi sinema bir ayna, bir düşlemin işlendiği zihin yansıması değil gerçeklerin yansımasıdır. Sinema perdesi bir duygunun, bir olayın veya bir mekanın çerçevelenmesinden ibaret değildir. Bu perde, tüm olan olağan/üstü şeylerin yoğunlaştırılmış alanıdır. Bir kasabada bütün bir dünyayı ya da bir insanda bütün insanlığı görebilirsiniz. Yine de karakterlerin özelinde -özellikle Hasan- ele alındığında, bu film, Hasan'ın sürekli uyuyup kalması ve imgesi güçlü rüyalar görmesine bakılarak, insan psikolojisinin zamansızlığı yönünden 'düş olarak bir film' açısından da değerlendirilebilir.

Semih Kaplanoğlu için sinema metafizik, felsefi ve sufi bir anlatımdır. İzleyicisini sinematografiğin içerisinde Bergman'un Bresson'un, Tarkovski'nin çizgisinde bir arayışa yönlendiriyor. Zaman ve mekan gibi temel yapıları tutarlı ve mantıklı bir şekilde izleyiciye aktarırken sinema dilini yeniden üreterek aşkın bir sinema dili oluşturuyor.

BİZE ULAŞIN