Bercan Tutar: Piyasa uygarlığı ve küresel statükonun “X faktörü”: Enerji krizi

Piyasa uygarlığı ve küresel statükonun “X faktörü”: Enerji krizi
Giriş Tarihi: 1.2.2022 15:22 Son Güncelleme: 1.2.2022 15:22
Bu çağın küresel jeo-politikasının ana cephesi Doğu Akdeniz havzası olarak belirlenmiş görünüyor. Türkiye’nin merkezinde yer aldığı havza 21. yüzyılın küresel enerji jeo-politiği ile büyük güçler arası rekabetin ana cephesi haline geliyor

Küresel statükoyu sarsan askeri, siyasi ve finansal krizlere son olarak Koronavirüs salgınının tetiklediği tedarik zinciri ile fosil yakıtların başrolde olduğu enerji krizi de eklendi. İskoçya'da 31 Ekim/12 Kasım arasında yapılan İklim Zirvesi öncesi dünyayı sarsan enerji krizi, bir bakıma ABD'nin liderlik ettiği Atlantik sisteminin en güçlü unsuru konumundaki ekonomik ayağının da S.O.S. vermesi olarak okunuyor. Bu bağlamda tedarik zincirindeki sorunlar ve enerji krizi, neoliberalizm ile reel-kapitalizmin dünyaya dayattığı serbest piyasa uygarlığının darboğazını daha da derinleştirdi.

Konvansiyonel tahakküm mekanizmaları zayıflayan ABD ve Avrupa'nın Libya, Venezuela, Irak, İran ve Rusya gibi en önemli enerji rezervlerine sahip ülkelere yönelik saldırı ve ambargolarının sonuçlarını bütün dünya yakından hissediyor. Aslında dünyada bir enerji kıtlığı yok. Libya, Venezuela, İran, Irak ve Rusya'nın arz kapasiteleri mevcut küresel talebi fazlasıyla karşılamaya yeter de artar bile.

Ancak yeryüzünün en büyük petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip ülkelerinin enerjilerini ihraç etmesine işgal, iç savaş ve ambargolarla engel olan emperyal bir küresel Atlantik sistemi var karşımızda. Bu nedenle dünyanın maruz kaldığı kriz, bir enerji kıtlığından öte mevcut emperyal statükonun ve bu statükonun ekonomik ayağını oluşturan neo-liberal sistemin krizidir.

Bu anlamda tedarik ve enerji krizleri, önümüzdeki süreçte küresel siyasette hibrid veya konvansiyonel her tür mücadele yönteminin devreye gireceği yeni dönemin seyrine dair birer barometre işlevi görecektir aynı zamanda. Bütün veriler ve jeopolitik konfigürasyonlar buna işaret ediyor.

Anglo-Sakson ittifaka karşı üç farklı yeni blok

Gelişmeler ABD ve İngiltere'den oluşan Anglo-Sakson ittifaka karşı direnişe geçen üç farklı yeni bloğun bir koordinasyona gidip gidemeyeceğinde düğümleniyor. Enerji krizinin de etkisiyle ABD sonrası dünyanın yeni güç haritasında belirmeye başlayan bu blokları şöyle formüle etmek mümkün: İlki Almanya ve Fransa'dan oluşan Batı Avrasya Bloğu; ikincisi Çin, Japonya ve Güney- Kuzey Kore'den oluşan Doğu Avrasya Bloğu; üçüncüsü de Türkiye, Rusya ve İran'dan oluşan Orta Avrasya Bloğu. Bu üç ayrı grubun ortak adı ise daha şimdiden "Anti-Amerikancı Büyük Avrasya" şeklinde telaffuz ediliyor.

Tarihçi A. J. P. Taylor'ın The Origins of the Second World War (II. Dünya Savaşı'nın Nedenleri) adlı kitabında da dile getirdiği gibi uluslararası ilişkilerde göz ardı edilen Koronavirüs salgını, tedarik zinciri krizi ve enerji krizi gibi "X faktörleri"nin güç dengelerini nasıl alt üst ettiğini gayet iyi biliyoruz.

Bu anlamda 2022'deki küresel tablonun II. Dünya Savaşı'nın arifesine işaret eden 1939'a dönüşme riski her geçen gün daha da artıyor. Büyük Avrasya ile ABD arasındaki yeni küresel mücadelenin cephesi de İran, Afganistan, Irak, Suriye, Filistin

ve Yemen gibi "gri çatışmalar" ile kavramsallaştırılan alanlar dışında kalan Ukrayna, Tayvan, Doğu Akdeniz, Karadeniz, Orta Asya ve Hazar havzası olacak. Bir bakıma yeni küresel mücadele, enerji zengini bölgeler ile bu bölgelerdeki enerjinin dünya pazarlarına taşındığı geçiş koridorlarına ev sahipliği yapan Rusya, Çin ve Türkiye'nin hinterlandındaki coğrafyalarda yoğunlaşacak gibi görünüyor.

Her tür unsura yer veren enerji merkezli yeni küresel rekabetin eskilerden farkı, karşıt bloklardaki büyük aktörlerin aynı cephede olası bir sıcak temasını önlemeye dayanmasıdır. Askeri, siyasi ve ekonomik kapasitesi giderek erozyona uğrayan ABD'nin önünde başka bir seçenek de yok zaten.

ABD'nin küresel blokajına ağır darbe

Orta Avrasya bloğuna güç yetiremeyen ABD, biraz da bu reel-politik dayatmalardan dolayı İran'ı artık askeri olarak değil de diplomatik nükleer müzakerelerle kuşatarak enerjiye bağımlı Batı ve Doğu Avrasya ülkelerini denetlemeye çalışıyor. Zira İran'ın ihraç ettiği petrolün yüzde 85'ini Çin, Japonya, Güney Kore ve Hindistan; geri kalanını da Avrupa ülkeleri satın alıyor. 2015'teki nükleer anlaşmadan sonra Avrupalı ülkelerin İran'a yapacakları yatırımlar bu ihracat hacmini daha da artırmayı amaçlıyordu.

Böylece enerji arzında yıllardır ABD'ye mahkûm olan Doğu ve Batı Avrasya, İran petrol ve gazının dünya pazarlarına aktarılmasıyla ilk kez bağımsız hareket etme imkânına kavuşacaktı. Bu tarihi fırsatı kaçırmak istemeyen Almanya, Fransa ve İngiltere gibi Batılı ülkeler ABD'nin İran'ı kuşatmasına işte bu yüzden şiddetle karşı çıkıyor.

Zaten bunu bilen ABD, nükleer anlaşmadan 2018'de tek taraflı olarak çekildi. Ancak Avrupa ve Asya'nın çifte baskısı nedeniyle ABD, 29 Kasım 2021'de İran ile nükleer müzakerelere yeniden başlamak zorunda kaldı. İran konusunda kazdığı kuyuya düşen ABD için aynı risk Rusya için de söz konusu.

ABD'nin Ukrayna krizi ile Avrupa'nın Rusya enerjisine olan bağımlılığını azaltma hamlesi ters tepti. ABD'nin bütün baskı ve yaptırım tehditlerine karşın Almanya, Rusya ile Kuzey Akım-2 projesini bitirme kararlılığından vazgeçmedi. Ayrıca Ukrayna sorununa ek olarak enerji krizi Avrupa'nın Rus doğalgazına olan bağımlılığını daha da bir kritik aşamaya getirdi.

Rus ve İran petrolü ile doğalgazına ihtiyaç duyan Avrupalı ülkelerin enerji politikalarında daha bağımsız davranma eğilimleri önümüzdeki süreçte Avrasya'daki blokların ABD karşıtlığında daha da yakınlaşmasına yol açacaktır.

Zira Rusya, Türkiye ve İran'dan oluşan Orta Avrasya Bloğu'nun Suriye'de Astana süreciyle ABD'yi nasıl saf dışı ettiği ortada. Çin liderliğindeki Doğu Avrasya Bloğu da Kore barışı gibi hamlelerle ABD'ye Pasifik'te zor günler yaşatıyor. Benzer şekilde Batı Avrasya'daki Almanya ve Fransa'nın "X faktör" konumundaki enerji krizinde Rusya, İran ve Türkiye ile aynı çizgide buluşması kuşku yok ki ABD'nin küresel blokajlarına şimdiden ağır darbeler indirecek gibi görünüyor.

Enerji jeo-politiğinin yeni cephesi: Doğu Akdeniz

Türkiye'nin merkezinde yer aldığı Doğu Akdeniz havzası, 21. yüzyılın küresel enerji jeo-politiği ile büyük güçler arası rekabetin ana cephesi haline geliyor. Bu tablo bize geçen asır olduğu gibi günümüzde de küresel siyasetin en önemli faktörünün yine enerji kaynaklarına hâkimiyet olacağını gösteriyor.

Haliyle büyük güçlerin yükselişi veya düşüşü ile yeni ittifakların kurulması ve bu bağlamda savaşların ana lokomotifi her zaman olduğu gibi yine enerji kaynaklarına ve nakil yollarına hâkimiyet mücadelesi olacak. Çünkü güçlü bir devlet olmanın yolu enerji sorununu çözmekten geçiyor. Bu anlamda modern tarihteki her tür uluslararası düzenin enerji kaynaklarına göre dizayn edildiğini unutmayalım.

1859'da ABD'nin Pensilvanya eyaletinde açılan ilk petrol kuyusundan sonra küresel güç dengesi dramatik şekilde değişmeye başladı. Özellikle 1908 yılında İngilizlerin İran'da ilk petrol kuyusunu faaliyete geçirmesiyle birlikte yeni bir çağın da kapısı aralandı.

1911'de İngiltere'nin Denizcilik Bakanı olan Winston Churchill, Alman gemilerinden daha hızlı olsun diye İngiliz gemilerinin yakıtını kömürden petrole çevirdi. Bu karar, dünya üzerinde günümüze kadar devam eden ve şu an maruz kaldığımız birçok felaketin de işaret fişeğidir aynı zamanda. İngiltere'nin Galler'den kömür yerine İran'dan petrol akışına öncelik vermesinden sonra bir bütün olarak İslam dünyası Batı'nın boy hedefi haline geldi.

Küresel siyasetin adeta mihenk taşı

I. ve II. Dünya Savaşları'nın asıl nedeni de Churchill'in kömürden petrole geçiş tercihidir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra da enerji temel alınarak küresel sistem yeniden inşa edildi. Avrupa, enerji konusunda ortak hareket etmek üzere sonradan AB'ye dönüşen Avrupa Ekonomik Topluluğu'nu (AET) kurdu. Petrol ve doğalgaz, keşfedildiği günden bu yana küresel siyasetin adeta mihenk taşı konumunda.

Enerjinin kontrolü yüzünden sayısız savaşlar çıktı, çıkıyor ve öyle görünüyor ki daha pek çoğu da yolda. Nitekim 1990'larda durgunluğa giren ABD, Körfez Savaşı ve 11 Eylül 2001'den sonra devreye soktuğu terör stratejisiyle Hazar'dan Aden'e uzanan enerji havzalarını kontrol etmeye çalıştı.

Fakat umduğunu bulamayan ABD şimdi Suriye kıyılarından Tunus'a uzanan enerji zengini Doğu Akdeniz havzasında hegemonyasını yeniden inşa etmeye çalışıyor. Bir bakıma bu çağın küresel jeo-politikasının ana cephesi Doğu Akdeniz havzası olarak belirlenmiş görünüyor. Yapılan tahminlere göre Doğu Akdeniz'de keşfedilen rezervler bütün Avrupa'nın 180 yıllık gaz ihtiyacını karşılayacak zenginlikte.

Ne var ki ABD'nin İsrail, Yunanistan, Fransa, İngiltere ve Mısır gibi ülkelerle Doğu Akdeniz'de izlediği strateji sadece Türkiye'yi değil Rusya ile yakın işbirliği içindeki Çin, Hindistan ve Almanya gibi aktörleri de hedef alıyor.

Çünkü Türkiye'yi Doğu Akdeniz'deki denklemin dışında tutmaya çalışan ABD'nin en önemli amaçlarından biri de Avrupa'nın Rusya, Orta Asya ve Ortadoğu'ya olan enerji bağımlılığını sona erdirmek. Rusya başta olmak üzere hedef konumundaki enerji zengini ülkelerle Çin gibi tüketici aktörler bu yüzden Türkiye ile birlikte hareket ediyor.

Hem enerji zengini bölgelerin merkezindeki hem de Asya ve Avrupa gibi enerji tüketicisi kıtaların kavşağındaki eşsiz coğrafi konumu nedeniyle Türkiye'nin Doğu Akdeniz enerji denkleminden dışlanması adeta eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu anlamda ABD'nin Doğu Akdeniz'de Türkiye'yi "by-pass" ederek enerji kaynaklarını ve güzergâhlarını kontrol yoluyla rakiplerini dizginleme projesi de hüsranla sonuçlanacaktır. Tıpkı Ortadoğu'da Türkiye'yi güneyden kuşatmaya dayalı "terör ile savaş stratejisi"nin çökmesi gibi...

Dolayısıyla enerji krizinin de gösterdiği gibi ABD'nin kurduğu neo-liberal küresel sistem temellerinden sarsılıyor. Kapitalizmin siyasi formu olarak tasarlanan "taşeron devletler çağı" ve "serbest piyasa uygarlığı dönemi" kapanıyor. Küresel sistemin merkezindeki ABD'nin bizzat kendisi içeriden ve dışarıdan kuşatılmış durumda.

Militan kapitalizmin çöküşü

Serbest pazar fundemantalizmi ile militan kapitalizmin beslediği oligarkların güç ve zenginliği tekellerine alarak halkların demokratik iradesine ipotek koymanın faturasını ödüyor şimdi ABD ve Avrupa.

Nitekim ABD'de gerçekleştirilen yeni bir çalışma, iyice kutuplaşan ülkenin aslında bir iç savaşa ne kadar yakın olduğunu gözler önüne serdi. San Diego Üniversitesi'nde siyaset profesörü olarak görev yapan ve CIA'ye de danışmanlık hizmeti veren Barbara F. Walter isimli siyaset bilimci, ABD'nin son yıllarda büyük bir hızla iç kargaşaya sürüklendiğini analiz etti. "Demokratik ABD" kültürüyle artık övünemediklerini hatırlatan Walters, "Ne yazık ki bu unvanı kaybettik. Bu unvan şu an İsviçre'de" ifadelerini kullanıyor. Derin devlet krizi yanında ABD'nin Atlantik'in diğer yakasındaki Avrupalı müttefikleriyle yaşadığı çatlaklar da derinleşiyor.

Hâsılı kelam küresel statükonun içeriden maruz kaldığı siyasi, kültürel, ekonomik ve askeri basınç artıyor. Türkiye, Rusya ve Çin'in senkronize yükselişinin neden olduğu dış baskı yanında giderek derinleşen enerji krizi ve diğer sorunlar da eklenince Batı'nın tek merkez halinde hareket etmesi çok zorlaşıyor.

Geldiğimiz aşamada Batı çağı kapanırken her biri birer medeniyeti temsil eden Türkiye, Rusya ve Çin gibi imparatorluk tecrübesine sahip ülkelerin çağı başlıyor. Bu anlamda "X faktörü" işlevi gören enerji krizi Batılı serbest piyasa uygarlığının ve küresel statükonun girdabını daha da derinleştiren ve hızlandıran bir dinamiğe dönüştü.

BİZE ULAŞIN