Barış Ertem: Ulus-devletlerin doğuşundan “Büyük Sıfırlama”ya: Geçen yüzyıla bakıp bu yüzyılı öngörmek

Ulus-devletlerin doğuşundan “Büyük Sıfırlama”ya: Geçen yüzyıla bakıp bu yüzyılı öngörmek
Giriş Tarihi: 19.10.2021 12:18 Son Güncelleme: 19.10.2021 12:20

Dünya tarihi incelendiğinde, aslında genelde birbiriyle doğrudan bağlantılı gelişmelerin oluşturduğu bir bütün karşımıza çıkar. Dolayısıyla, bugünün geçmişten, yarının da bugünden bağımsız olduğunu söylemek güçtür. Örneğin, 1789'da Fransa'da yaşanan burjuvasermaye devrimi, daha sonra yaşanan Sanayi Devrimlerinden, Sanayi Devrimleri sonucu ortaya çıkan sanayileşmiş devletlerin hammadde ve pazar kavgası I. Dünya Savaşı'ndan, II. Dünya Savaşı da ilkinden bağımsız değildir. Dolayısıyla, yarınımızı tahmin edebilmek için dünümüze bakmak, aslında stratejik bir gerekliliktir.

İçinde bulunduğumuz 21.yüzyılın şartlarının da 20.yüzyılda "hazırlandığını" söylemek çok iddialı olmayacaktır. Öyle ki, I. Dünya Savaşı ile başlayan hızlı küresel dönüşüm süreci, birbiriyle bağlantılı dönemler olarak halen devam ediyor.

I. Dünya Savaşı: İmparatorlukların sonu ve ulus-devletler çağının başlaması

Geçen yüzyılın kırılma noktalarından biri şüphesiz I. Dünya Savaşı'dır. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Alman İmparatorluğu, Osmanlı Devleti, Fransa, İngiltere (Birleşik Krallık), Rus Çarlığı, ABD gibi büyük devletler arasında gerçekleşen savaş, 1914-1918 arası 7 milyonu asker, 17 milyondan fazla insanın hayatını kaybetmesi ve 21 milyon kişinin de yaralanmasıyla sonuçlandı.

Tek başına bu insani kayıplarla bile büyük bir felaket olan savaş, küresel boyutta ekonomik sorunlar ve değişimleri de tetikledi. Toplam maliyeti 200 milyar dolar kadar olan savaş, kaybeden ülkelere yaklaşık 125 milyar dolarlık bir kayıp ve ağır tazminat talepleri yükledi.

Savaş sonrası bu karanlık tablonun yanında küresel çapta büyük siyasi değişimler de söz konusu oldu. Öyle ki, artık "imparatorluklar çağı" kapandı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Alman İmparatorluğu, Osmanlı Devleti ve Rus Çarlığı'nın olmadığı bu yeni dönemde, Çekoslovakya, Avusturya, Macaristan, Litvanya, Polonya, Ukrayna, Estonya, Yugoslavya gibi yeni ülkeler ortaya çıktı. Türkiye Cumhuriyeti de, dünyanın bu yeni döneminde yerini alan yeni devletlerden biri oldu. Bu durum, ulus-devletler çağının başlaması anlamına da geliyordu.

Ancak, galip devletler tarafından mağluplara dayatılan antlaşmaların kalıcı bir barıştan çok intikam aracı olarak kullanılması, bu yeni dönemin de sancılı başlamasına sebep oldu. Savaşın "gerçek galipleri" olan İngiltere, Fransa ve ABD, yeni küresel düzeni de yönetmeye giriştiler.

"Barışa son veren barış"

Yenik devletlere dayatılan barış anlaşmalarının kalıcı olması mümkün değildi. Türkiye, kendi Kurtuluş Savaşı ile Sevr'i geçersiz kıldı. Avusturya-Macaristan ise durumu kabullenmek zorunda kaldı ve "imparatorluk" olarak son büyük imzasını, idam fermanı sayılabilecek St. Germain Antlaşması'na attı. Toprakları parçalanmış, Çekoslovakya, Yugoslavya, Avusturya ve Macaristan gibi ulus devletler ortaya çıktı.

En ağır cezalandırılan ise Alman İmparatorluğu oldu. Almanları savaşın sebebi olarak gören galip devletler, uzun süre uygulanması mümkün olmayacak şartlarla dolu Versailles Antlaşması'nı dayattı. Antlaşma Almanlara, Alman İmparatorluğu'nun kurulduğu yer olan Versailles Sarayı'nda, savaşı başlatan olay olarak kabul edilen Avusturya-Macaristan Veliahtı Ferdinand'ın suikasta uğradığı 28 Haziran günü imzalatıldı. Bu antlaşma ile Alman sanayii için yaşamsal öneme sahip Alsace-Lorraine Fransa'ya verildi, ağır sanayi ve silah üretimi yasaklandı, ordusu 100 bin kişiyle sınırlandırıldı, topraklarının yaklaşık yüzde 15'i elinden alındı, bu topraklarda yaşayan 6 milyon nüfusla ilişiği kesildi ve 130 milyar Altın Mark'tan fazla tazminata mahkûm edildi. Antlaşmanın sebep olduğu zorluklar, 1920'lerde Almanya'da Nazi fanatizminin ortaya çıkıp büyümesine neden olacak ve dünya, yalnızca 20 yıl sonra bütün küresel düzenin tekrar değişeceği yeni bir savaşa sürüklenecekti.

Özetle, kurulan bu "barış masası", I. Dünya Savaşı'na katılmış komutanlardan Archibald Wavell'in ifadesiyle "barışa son veren barış" oldu. ABD'li tarihçi David Fromkin de bu isabetli ifadeyi, savaş sonrası özellikle Ortadoğu'da başlayan yeni dönemi incelediği Barışa Son Veren Barış adlı eserinde kullandı.

II. Dünya Savaşı, Soğuk Savaş ve iki-kutuplu yeni küresel düzen

II. Dünya Savaşı, ilkinden bile büyük kayıplara sebep oldu. 50 milyon kadar insanın hayatını kaybettiği, dünya tarihinde ilk (ve şimdilik son) kez atom bombasının kullanıldığı, pek çok kentin yakılıp yıkıldığı savaşın ekonomik maliyetiyse 1 trilyon doları aştı.

I. Dünya Savaşı sonucunda "cezalandırılan" Almanya ile müttefikleri tarafından masadan dışlanan İtalya ve Japonya'nın oluşturduğu "Mihver Devletleri"nin saldırganlığıyla başladığı kabul edilen savaş, 1939-1945 arasında gerçekleşti, yine Mihver Devletleri'nin yenilgisiyle sonuçlandı ve gerisinde bu enkazı bıraktı.

Yirmi yılda iki dünya savaşının gerçekleşmesi, kurulmaya çalışılan yeni küresel düzenin başarısız olduğunu gösterdi, 1945'ten itibaren daha kalıcı bir tasarım için büyük bir dönüşüm süreci daha başladı. Bugün de halen aktif ve küresel sistemin karar verici mekanizmalarından olan BM, AB, IMF, NATO gibi yapılar, bu dönemde kuruldu. Aynı zamanda, savaştan galip çıkan iki süper güç ABD ve Sovyetler Birliği (SSCB) arasında bir "paylaşım" rekabeti olan bu yeni süreç, genellikle "Soğuk Savaş dönemi" olarak anılmaktadır. Yaklaşık 50 yıl süren bu dönem, geçtiğimiz yüzyılın ikinci önemli küresel değişim sürecidir.

Soğuk Savaş'ın sonu, tekkutuplu Yeni Dünya Düzeni ve "ABD yüzyılı" beklentisi

Bu yeni iki-kutuplu süreç, 1990'lara kadar sürdü. Yoğun nükleer silahlanmanın sebep olduğu kaygı, ABD ve SSCB arasında bir sıcak çatışmayı engelledi, ancak Kore, Vietnam ya da Afganistan gibi bölgesel savaşlar meydana geldi. Kore Savaşı'na, bu yeni süreçte artık ABD'nin "müttefiki" olan Türkiye de katıldı.

İki-kutuplu bu yeni küresel dönüşüm süreci de, SSCB'nin 1991'de resmen dağılmasıyla sona erdi. Artık siyasi, diplomatik ve askeri olarak ABD, ekonomik sistem olarak ise Kapitalizm, dünyanın "belirleyici"leri durumundaydı. Belki de böylece, 1789'da başlayıp Sanayi Devrimi ile 20. yüzyıla taşınan süreç "tamamlanmış"tı. Tek-kutuplu yeni bir küresel düzen dünyanın kapısını çalıyordu. 21. yüzyıl "ABD yüzyılı" olacaktı. Hatta Francis Fukuyama gibi önemli analistlere göre artık yüzyıldan yüzyıla devam eden bu dönüşüm süreci bitmiş, "Tarihin Sonu" gelmişti.

Ancak, bu iddialı öngörülerin pek de isabetli olmadığı, küresel düzendeki bu hızlı değişimin bitmediği, aksine hızlanarak devam edeceği kısa sürede anlaşılacaktı.

Çin'in dünya sahnesine yeniden çıkışı, pandemi ve "Büyük Sıfırlama"

18. yüzyıl ortalarında dünya GSYH'sının yaklaşık yüzde 35'ini üretirken, yukarıda özetlenen Fransız Devrimi, Sanayi Devrimleri ve dünya savaşlarının sonrasında yüzde 2'ye kadar gerileyen Çin, 1978'de Deng Xiaoping liderliğinde "Reform ve Dışa Açılma Politikası" başlattı. Özetle "devlet kapitalizmi" olarak tanımlanabilecek bu yeni politika, yatırımları devlet tarafından yapılan güçlü bir bankacılık sistemi ve dev çaplı bir sanayileşme hamlesi içeriyordu.

Piyasa ekonomisi şartlarının dikkate alındığı ve taviz verilmeden disiplinli şekilde uygulanan bu yeni reform sürecinin 40. yılını doldurduğu 2019'da Çin, Avrupa ve ABD'yi geride bırakarak, dünya imalat sanayiinde yüzde 25'lik bir paya ulaştı. ABD'nin bu alandaki payı ise yüzde 15'e geriledi. Kısacası dünya, tekkutuplu bir düzen beklerken, bu kez içinde AB, BRICS ya da tek başına Çin gibi aktörlerin de olduğu yepyeni çok-kutuplu bir görüntüyle karşı karşıya kaldı.

İşte dünya, 2019 sonlarında bu yeni durumu değerlendirip yine geleceğini tahmin etmeye çalışırken, belki tek başına bir dünya savaşı kadar dönüştürücü etkiye sahip olacak "Covid-19" salgını patlak verdi. Bazı uzmanların "bugüne kadar görülmüş en büyük pandemi" değerlendirmeleri eşliğinde sokakta titreyerek yere düşen insan görüntüleri dünyayı şoka soktu. Ülkeler önce sınırlarını birbirlerine, sonra vatandaşlarını evlerine kapatarak tedbir almaya çalıştı.

Yeme-içme, turizm gibi pek çok "geleneksel" sektör kısa sürede krize girerken sanal alışveriş, mobil para transferi, mobil cihazlar gibi sektörler inanılmaz kârlar etti. Salgının ilk yılı dolarken, dünyanın en zengin 10 insanı 500 milyar, 500 insanı da 2 trilyon dolar kadar zenginleşmişti. ABD ve AB'nin hazırlıksız yakalandığı bu krize Çin "hazırlıklı" idi. "Salgının merkezi" olan Çin'in ekonomik büyüme, üretim ve ihracatı salgında durmadı, aksine artış gösterdi. Hatta 2020'de 535 milyar dolarlık ihracat fazlasıyla "rekor" kırdı.

Yeni tez: "Büyük Sıfırlama"

Bugün, pandemi ile birlikte ortaya çıkan bu yeni durum, dünyayı "post-pandemik" dönem için düşünmeye zorluyor. Bu yeni dönemde küresel düzenin tekrar değişeceği genel olarak kabul edilen görüş. En çok tartışılan tez ise "Büyük Sıfırlama."

Geçtiğimiz yıl Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Klaus Schwab ve Galler Prensi Charles tarafından gündeme getirilen "Büyük Sıfırlama", özetle, sermaye hareketlerinin mümkün olduğu kadar serbest kaldığı, doğayla dost olma, sürdürülebilirlik, kapsayıcılık, adalet, dijital ve sınırsız bir dünya gibi kavramların önem kazandığı yeni bir dönemi ifade ediyor. Rotschild ve Rockefeller gibi sermaye hanedanlıklarıyla yakınlığı bilinen Prens Charles'a göre salgın, bu idealleri gerçekleştirmek için bir "fırsat".

Bu yeni düzende özellikle sermaye hareketlerinin eski kurumlarla düzenlenemeyeceği, bu işlemleri standart biçimde yürütebilecek IMF-benzeri yeni kurumlar ya da ABD gibi yeni otorite devletlere (belki Çin'e) ihtiyaç duyulacağı da öngörüler arasında. 30. yılını dolduran "Washington Uzlaşısı"nın da artık "eskidiği" ifade ediliyor.

Diğer taraftan, bu yeni "sınırsız dijital dünya"da dijital imkânlarla özel hayata "sınırsız" müdahale edilebileceği ya da hak ve özgürlüklerin sınırlandırılacağı endişeleri de artıyor. "Büyük Sıfırlama" tezine özellikle bu sebeplerle bireysel itirazlar olduğu gibi, sermaye hareketlerinin bu kadar "sınırsız" olduğu küresel bir düzen, ulus-devletlerin belirlediği para ve maliye politikaları, dolayısıyla egemenlik haklarıyla da çelişiyor. Doğal olarak, ulus-devlet yapısını sürdürmek isteyen ülkeler de bu yeni düzen tezine sıcak bakmıyor.

Özetle, 200 yılın sonunda, bugün belki de, bu kez bir dünya savaşı gerektirmeyecek hızlandırılmış bir "uluslar-üstü küresel şirketokrasi" düzenine geçiş sürecinin içinde bulunuyoruz.

BİZE ULAŞIN