Sena Subaşı: “Christian Terrorısm” Ya Da “Buddhist Terrorısm” Denmezken Neden “Islamic Terorism” Deniyor!

“Christian Terrorısm” Ya Da “Buddhist Terrorısm” Denmezken Neden “Islamic Terorism” Deniyor!
Giriş Tarihi: 17.12.2020 12:35 Son Güncelleme: 17.12.2020 12:35
İslam’ın inceliği, derin iği ve zarafeti olan içeriğini alıp Sufizm diye markalıyorlar. İçeriği boşaltılmış, sadece kabuğu kalmış bir görüntüyü de İslam olarak damgalıyorlar.

1990'larda hayatımıza giren ve günümüzde giderek daha sık duyduğumuz İslamofobi bir nefret kavramı. Ne yazık ki salt soyut bir kavr amdan ibaret kalmıyor. İslam ve Müslümanlara yönelik ırkçı ve düşmanca duygular artık açıkça ifade edilmekten tutun çocukları bile gözetm eyen vahşi katliamlara dek geniş bir yelpazede sıkça bu nefretin dışa vurumu ile sonuçlanıyor. Son dönemlerde Batılı ülkelerin yöneticilerinin kullandığı nefret söylemleri, ırkçı tutumlar hatta İslam karşıtı seçim vaatleri meselenin marjinal hareketler ve ayak takımı ile sınırlı kalmadığını, elitler ce de benimsendiğini ve henüz bitmekten çok uzak olduğunu gösteriy or. Batı'da harlanıp gezegeni sarmalamaya başlayan bu düşmanlığın çıkış noktalarını, piyasaya sürülen algılarını, sebeplerini, bu konuda üzerimize düşen sorumlulukları Senai Demirci, Ayşe Sevim ve Melike Koç ile konuştuk.

İslam sömürgecilerin, oryantalistlerin, kapitalistlerin, faşistlerin, ırkçıların korkacağı bir şeydir

SENAİ DEMİRCİ
Doktor, yazar, yapımcı

İslam düşmanlığı her dönemin konusunu olan bir mesele… Sizce bunun sebebi nedir? İnsanlar tam olarak neye düşmanlık besliyorlar?

Bu çağ, ötekini anlama, ötekiyle birlikte yaşama konusunda korkuları olan, altını dolduramadığı kaygı, anksiyete taşıyan toplumlardan oluşan bir çağ. Bu toplumların bir türlü tedavi edemediği böyle bir hastalığı var. Bu çağda ötekine olan düşmanlık kaçınılmaz. Örneğin Avrupa'da politikacıysanız iç siyaseti dizayn etmek için bir öteki, bir düşman icat ederek kendi toplumunuzda barış taraftarlığı üzerinden yürüyen bir barış, huzur ve birlik elde edebiliyorsunuz çünkü ortak düşman olan öteki her zaman berikilere sosyal ve psikolojik olarak bir rahatlık, bir uyum ve ahenk verir. Müslüman diye tanımladığımız öteki ise homojen bir öteki değil ve çok çeşitli Müslüman tanımları var. İslamofobi dediğimizde soyut bir şeyden bahsetmiş oluyoruz. Asıl düşmanlık Batı'dakilerin kafasında kurduğu şekildeki Muslimofobi. İslam soyut bir kavram ve herkesin tasavvuru farklı… İnsanların kendisi ile değil de onun temsil ettiğini düşündükleri Müslümanlarla ilgili bir sorunu olduğunu düşünüyorum. İslamofobiyi Müslümanofobi olarak tanımlarsak belki daha sağlam ve anlaşılabilir bir yerde yürümeye başlarız. Burada kastettiğim Müslüman kimliği üzerinden ortaya konan temsiller ve görüntülerdir.

Bunlar ön hazırlık. Daha sonrasında bölgeye böyle bir nefret çekirdeğini salıyorsunuz. Bu çekirdek, etrafına kanmaya müsait, kadın, zenginlik, adam kesme gibi ödülleri almaya hevesli, cihat kavramını insan katletme olarak algılamaya hazır, sığ düşünen, İslam'ı içeriksiz olarak, sadece kabuğuyla benimsemiş çok sayıda heyecanlı genci topluyor. Bu bir terör örgütü üretme biçimidir. IŞİD'in operasyonu aslında tekbir, peygamber mührü, sakal, sarık, cübbe, çarşaflı kadın hutbe gibi sözüm ona İslam'ın uç sembolleri olarak bilinen görselleri sürekli şiddetle senkronize eden bir makinedir. IŞİD'in adam kesmesi, bombalamaları bir operasyondur ama asıl operasyonu cinayet, vahşet görüntüleriyle İslam'ı ve Müslümanları temsil ettiklerine inandıkları bu uç göstergelerin görsel olarak birleştirilmesidir. Artık insanların akıllarıyla değil, gözleriyle düşündükleri bir dünyadayız. Sürekli kanlı fotoğraflarla Muhammed, Allah, Resul yazıları yan yana sunuluyor. Bu bir şartlandırma.

Bu işin şiddet ve korku kısmıyken Batı bir yandan da şunu yapıyor; İslam'ı temsil eden incelikli görüntüler ve kişileri İngilizce sitelerde arattığınızda ustalıkla "Islamic" ya da "Muslim" etiketinden uzak tutulduğunu görebilirsiniz. Batı'da Rumî diye bilinen Mevlâna hayatını açtığınızda "Müslüman düşünür, İslami yazar" demeyecektir. Turkish, Persian ve Sufi sıfatını öne çıkarır. Usame bin Ladin yazdığınızda ise karşınıza "Islamist terrorist" ya da "Muslim militant" çıkar. Yani saldırgan, çiğ ve sığ olanı İslami diye paketlerken zarif, derinlikli ve içeriğe dair olanı başka bir sıfatın altında koyuyor. Şimdilerde "sufi"yi icat ettiler. İslam'ın inceliği, derinliği ve zarafeti olan içeriğini alıp Sufizm diye markalıyor. İçeriği boşaltılmış, sadece kabuğu kalmış bir görüntüyü de İslam olarak damgalıyor. İslami olanın içinde IŞİD, Taliban, Boko Haram vardır, Usame bin Ladin ve diğer militanlar vardır; Sufizm ya da tasavvuf kavramının içerisinde ise İbn Arabi vardır, Rumî vardır, İslam'a ait olan ama İslam sıfatından uzaklaştırılmak istenen gruplar, düşünceler ve kişiler vardır. Kuran'ın verdiği mesajlar, ibadetlerin aslında ne anlama geldiği, dinin içerisindeki incelik ve zarafet, Batı'nın yeni icat ettiği "Sufizm dini"nin içerisine konmuş. Yani İslam'ın kendisini asıl paketinden ayırıp başka bir isimle özdeşleştiriyor. Sonra ortaya İslam kelimesinden kaçarak "Ben tasavvufla ilgileniyorum" diyen insanlar çıkmaya başlıyor. Hâlbuki tasavvuf İslam'ın ta kendisidir.

Bu konuda doğal olarak dış etkenleri suçluyoruz, yanlış bir algı diyoruz ama Müslümanlar olarak bizim de burada bir suçumuz olabilir mi?

Bizim ülkemizde de mesela tekbiri slogan gibi, siyasi bir taraftarlık olarak kullanan bir kesim vardı ama Allahuekber bir slogan değil, bir sorumluluktur. Çok sevdiğim İngiliz Müslüman bir abimiz vardı. 80'li yıllarda bir gün bize bir şey anlattı: "Müslümanlar bir şeye karşı Allahuekber diyorlar. Çok merak ettiğim için onlara 'Allahuekber ne demek?' diye sordum. 'Allah en büyüktür' dediler. 'Yok, onu sormuyorum. Sen burada ne söylemek istiyorsun? Bunun senin dünyanda karşılığı nedir?' dedim.

Bu gerçeği bilen birisi olarak hayatında ne yaptıklarını merak ettim." Yani sloganlaştırdığımız her şey içeriğinden bağımsız olarak sadece araçsallaştırdığımız bir şeye dönüşür. Tarihte bunun bir örneği var; Hariciler savaşta mızrağın ucuna Kuran sayfaları asıyorlar. Bu tarihte yaşanan acı Bunun en önemli sebeplerinden biri modernizm. Biz modern dünyada insanlarla ve eşyalarla ilişkimizi birinci elden, birebir yapmıyoruz. İletişimi dokunarak ya da birinci ağızdan diyalog kurarak değil, çeşitli vasıtalar bir olaydır. Biz de bugün bunu yapıyoruz. Birbirimizi Kuran ile dövüyoruz. Öğrenci olacağımız yerde savaşıyoruz. Bahsettiğiniz ötekileştirme ve korku unsuru hâline getirme onların suçu, onların sorumluluğu ama biz daha çok bizim suçumuzu ve sorumluluğumuzu konuşmalıyız. Hırsızın hiç mi suçu yok? Evet, var ama hırsıza izin veren şey ne? Mesela kendimize şunu soralım; bizim Avrupa'da 1970'li yıllardan beri çalışan işçilerimiz var. Orada 1990'larda Avrupa Millî Görüş Teşkilatı kuruldu ve şu an Almanya hükümetinin de tanıdığı ve oradaki en büyük sivil teşkilat. Ancak, 30 yılda Avrupa'da Almanca, Fransızca konuşan entelektüel Müslüman gösteremezsiniz çünkü İslam'ı bir mektep ve ödev olarak görmek yerine taraftarlık olarak algılıyor. İslam ile kişilik inşa etmek yerine kimlik inşa ediyor. Bunu oluşturamadık. Entegrasyonu asimilasyon olarak anladık.

Bu düşmanlık karşısında bizim duruşumuz nasıl olmalı biraz anlatır mısınız? Özellikle sizin gençlere yönelik bazı çalışmalarınız var, onlardan bahsedebilir misiniz?

Nerede bulanıklık varsa birilerinin eli ya da dili karıştığı içindir. Dinin bilgisini dinin kendisi zannediyoruz. Din ezber değildir, din siyerin detayları değildir, din tecvit değildir. Suyun bilgisi kimsenin susuzluğunu gidermez, suyun kendisi giderir. Bu çok ciddi bir sorun, bununla hâlâ yüzleşmiyoruz. Matematik, fizik, edebiyat hepsi bizzat Allah'ın dersleri… Varlıkla ve hayatla dini farklı yerlere koyduk. Beni çok eleştiren bir kesim var. Bana bir gün şöyle bir eleştiride bulundu biri; "Dine şiiri karıştırıyorsun!" Şiirsiz bir din var adamın kafasında. "Doğru yerdeyim o zaman" dedim ben de. Bu çok dehşet bir şey…

Gerçekten de İslam'dan korkmaları lazım. İslam derinliği ve içeriğiyle beraber müşriklerin korktuğu bir şeydi. Bugün de sömürgecilerin, oryantalistlerin, kapitalistlerin, faşistlerin, ırkçıların korkacağı bir şeydir çünkü bütün bu sistemleri ellerinden alır, ayaklarının altındaki zemini perişan eder. İslam'da sömürge yoktur, emeksiz kazanmak yoktur, faiz yoktur. Bu anlamıyla bence İslamofobi haklı bir durumdur, İslam'dan korkmaları gerekir.

Cevap aslında çok ortada; Müslüman gibi yaşamamız gerekiyor

AYŞE SEVİM
Yazar

Batı'da İslam'a karşı bir önyargı, hatta bir nefret beslenildiğini biliyoruz fakat bizim ülkemizde de bu önyargı ve olumsuz duygular var. Bunun çıkış noktası neresi sizce? Bizim insanlarımız sizce neye düşman tam olarak?

Bunun en önemli sebeplerinden biri modernizm. Biz modern dünyada insanlarla ve eşyalarla ilişkimizi birinci elden, birebir yapmıyoruz. İletişimi dokunarak ya da birinci ağızdan diyalog kurarak değil, çeşitli vasıtalar yoluyla hallediyoruz. Mesela dünyanın bir ucunda balinalar ölüyor ve biz bunu biliyoruz ama bunu gözümüzle görmüyoruz. Belki gidip kendi gözümüzle görsek "O olay öyle değilmiş aslında, bu şekildeymiş" deriz ama bunu yapabilecek imkânımız pek olmuyor. Dünyada, özellikle Batı'da Müslümanlarla ilgili olan bu menfi durum Müslümanlarla tanışılıp birebir vakit geçirilmesinden sonra ortaya çıkmış bir fikir değil. İnsanlar bunu bir atmosferden öğreniyor; medyanın ve korkuların oluşturduğu bir atmosferden. Peki, sadece bu atmosferle mi ilgili? Yani bu atmosferi destekleyen hiç mi gerçek bir şey yok? Tabii ki var. Özellikle Orta Doğu'da belli örgütler bu korkuları besliyor. Kendilerinin Müslüman olduklarını iddia eden ama Allahuekber diyerek kafa kesen ve dinin temsilcileri olduklarını söyleyen, zafere ulaştıklarında kadınların hepsini cariye yapacaklarını anlatan örgütler var. Bu örgütlerin dışarıdan görünüşü, yani erkeklerin sakallı olması ya da buğday tenli olması zihinlere kazınıyor. Batı'da da her sakallıya, buğday tenliye aynı kimlik birebir giydiriliyor. Medya da bu korkuları alevlendiriyor. Sonuç olarak da bir Yahudi ya da bir siyahi hakkında çok rahat konuşulamazken Müslümanlar hakkında çok daha rahat konuşulabilir hâle geliyor.

Batı'da durum böyle ama Türkiye'deki biraz daha farklı bence... Türkiye, büyük bir çoğunluğu Müslüman olan ama modernizm çemberinden geçmiş bir ülke ve bazı kavramlar farklı anlaşılıyor. Bir düalizm var; muhafazakâr ve kendini modern addeden kesim her kavramı farklı yorumluyor. Mesela eğitim diyorsunuz; biri modern bir yapı olarak anlıyor, diğeri medeniyet tasavvurunu düşünüyor. Biri sanat deyince klasik Batı müziğini algılarken diğeri Türk sanat musikisi anlıyor. Yani her şey ikilik peşinde gidiyor. Bu o kadar büyük bir ayrışmaya gidiyor ki sonunda aynı dili konuşamıyor oluyorsunuz. Dil ayrımı daha sonra his ayrımına, düşünce ayrımına sebep oluyor ve bir uzaklık gerçekleşiyor. Biz aynı dili konuşamadığımız için gittikçe ayrılıyoruz. Batı'da bu "Sen bizim
ülkemizden git, seni istemiyoruz" şeklinde oluyor ama bizim ülkemiz iki tarafa da ait. Kim kime git diyecek?

Dünyadaki ve ülkemizdeki bu İslam karşıtlığının önüne geçmek için biz neler yapmalıyız?

Sizce bizim buradaki rolümüz, duruşumuz nasıl olmalı? Cevap aslında çok ortada; Müslüman gibi yaşamamız gerekiyor. Yani birilerine "Bakın, Müslümanlık böyle değil" demekten vazgeçmemiz gerekiyor. İslamiyet'in birilerine "ne kadar iyi bir şey" dini olmadığını keşfetmemiz lazım. İslamiyet şahsın yaşaması gereken bir şeydir. Kendi yaşantımızı düzelttiğimiz vakit, Müslümanlığı diğer insanlarda gördükçe bahsettiğimiz kötü durumların güzelleşeceğine inanıyorum. Bu benim bulduğum değişik bir fikir değil; yüzyıllardır bizim de takip ettiğimiz bir sistem. Bizim Müslüman olmayan bölgelere giden, insan-ı kâmil olarak nitelendirilen güzel insanlar, veliler, alperenlerimiz vardı eskiden. Onlar Müslüman olmayan beldelere yerleşirlerdi. Misyonerler gibi kimsenin kapısına gidip "Bakın bu Kuran" demezlerdi. Bizim alperenlerimiz orada kendi kendilerine yaşamaya başlarlardı. Diğerleri de onlar hakkında "Ya bu insanlar ne kadar ilginç. Çarşıda pazarda kimseyi dolandırmıyorlar, hasta olunca ilaç veriyorlar, yalan söylemiyorlar" diyordu. Yani kendi ahlakları üzerinden bir tanıtma gerçekleşiyordu. Biz de bunu yapmalıyız. Dinin kendi evinde yaşandığını bilmemiz gerekir. Ev nedir? Bazı felsefecilerin de söylediği gibi kişi evini nasıl görüyorsa dünyayı da öyle görür. Ev, dünyanın küçültülmüş hâlidir. Evde İslamiyet nasıl yaşanıyorsa dışarıdaki yaşama da o şekilde bir yansıması olur. Evde öyle yaşamayıp dışarıda Müslüman olarak görünmenin bir anlamı da yok, bir etkileyiciliği de yok.

Güneşe Yolculuk: Hz. Muhammed (sav)'in Hayatı isimli bir kitap yazdınız. Bu kitapta onu çocuklara en doğru ve anlaşılır şekilde anlatma amacındasınız. Acaba en baştan çocuklara doğru anlatamıyor muyuz biz Peygamberimizi?

Bu kitap benim hayatımda yaptığım en güzel iş zannedersem. Önce Peygamberi anlamak olabilir, anlatmak değil. Anlatmamız da kendi yaşantınız üzerinden anlatma olmalı. Peygamberi anlatan bir sürü eser var. Onları sözel olarak anlatmanın bir manası yok çünkü insanda sadece bir his kalıyor. Bilgi çok akıcı bir şey. Peygamberimizin en ufacık bir hâli bizim üzerimizde nakşolursa o aktarılır. İnsanın davranışında olsun ki kalıcı kalsın. Çocuklara da film ve kitap üzerinden anlatmak çok kıymetli ama asıl davranış üzerinden anlatmak lazım. Çocuklara bir şeyler aktarmak gibi bir niyet bana samimi değil, ukalaca geliyor. Siz yaşarsanız o çocuğa zaten akar. Aktarım bu şekilde olur. Bilginin yanında bu heyecanı da çocuğun hissetmesi gerekir. Biz kitaplarda bilgiyi çok keyifli bir şekilde vermeye çalışıyoruz ama yaşamda yoksa, Peygamber çocuk için çok uzaklarda bir peygamber, İslam uzaklarda bir din.

Peygamberimizi yeni üslup ve biçimlerle günümüz insanına ulaştırmalıyız

MELİKE KOÇ
Meridyen Derneği Yönetim Kurulu Başkanı, Diş Hekimi

Dünyada İslam'a ve Müslümanlara karşı yükselişte olan olumsuz algı ve düşmanlığın çıkış noktası ve nedenleri nedir sizce? Neden böylesine bir düşmanlık mevcut dünyada?

Savaşlar, ekonomik eşitsizlikler, sosyo-politik çatışmalar nedeniyle yaşadıkları topraklardan göç etmek zorunda kalan insanların maruz kaldığı dışlayıcı tutumun giderek bir "xenophobia", yani yabancı düşmanlığına dönüşmüş olduğunu görüyoruz. Bu hususta göç olgusunun ekonomik ve sosyo-kültürel travmalara yol açabileceği kaygısı kadar yükselen ırkçı düşünceler ve milliyetçilik duygularının da etkili olduğu, uluslararası organizasyonların çözüm üretmede aciz kaldıkları herkesin malumu. Dünyanın farklı coğrafyalarında farklı düzeyde baskı, şiddet ve ayırımcılığa maruz kalanların büyük çoğunluğunun Müslümanlardan oluşması ise bu düşmanlığın ekonomik ve sosyo-politik nedenlerin yanı sıra, hatta daha fazla dini bir arka plana dayandığını, İslam ve Müslümanlarla özelde bir hesaplaşma yaşandığını gösteriyor.

Son dönemde Avrupa'da gittikçe arttığına şahit olduğumuz İslamofobinin önüne geçmek için biz neler yapmalıyız?

Dünyada 90'lardan sonra yükselişe geçen bu algıyla nasıl baş edebiliriz? İrrasyonel korkuyu ifade etmede kullanılan "fobi" kelimesinin "selam" kökenli bir dinle bir arada kullanılması bile başlı başına bir problem. Bu düzeydeki korku, kişiyi akıldışı tedbirler almaya yöneltebilir ve bu durum insani ve mazur görülebilir. Oysa Müslümanlarla ilgili Batılı tavrın korku değil düşmanlık olduğunu, algının gerçekliği yansıtmadığını, aksine çarpıtan ve dönüştüren/ manipüle eden bir tutumdan ibaret olduğunu açık edecek bir dil kullanımı, bizi savunmacı tavır almaktan uzak tutar. İkinci ve daha önemli bir tutum ise Müslümanların dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar mensup oldukları dine ve inandıkları Peygambere (sav) yakışır bir temsil sergilemeleri. "Bilin ki Allah'ın elçisi aranızdadır" buyuruyor Allah Teâlâ. Kur'an'ın tüm mesajının hayata yansımış biçimi, yani adeta "yürüyen Kuran" olan Peygamber, sireti ile hadisleri ile elbette aramızda. Fakat biz Müslümanlar yeterince ve doğru şekilde temsil edemiyoruz O'nu.

İslam'ı ve onun bir numaralı örneği olan Peygamberimizi dünyaya daha iyi anlatamıyor muyuz acaba? Siz de bu düşünceyle sonpeygamber.info isimli bir web sitesi kurdunuz mesela. Biraz çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?

Bu sorunuzun karşılığı tam olarak sonpeygamber.info web portalımızın kuruluş gayesi oluyor. 2005'te Danimarka'da Peygamberimizi tahkir eden karikatürler yayınlandığında biz proaktif bir tutumla tepkisellikten uzak şekilde nasıl bir tavır sergilemeliyiz sorusunu kendimize sormuştuk ve sonpeygamber. info web portalı bu sorunun cevabı olarak yayına başlamıştı. Peygamberimizi ne kadar tanıyorduk? Kul, eş, baba, komşu, arkadaş, ticaret erbabı, devlet adamı olarak Hz. Muhammed (sav) nasıldı? O'nu önce biz anlamalı, tanımalı ve en doğru şekilde tüm insanlığa anlatmalıydık. Bugün 188 ülkeden, yılda 2 milyonu aşan ziyaretçisi ile 5 dilde internet ortamında Peygamberimizi anlatmaya devam ediyoruz. Diğer yandan, dünyanın çeşitli coğrafyalarında İslami referanslarla hareket ettiğini iddia eden kişi veya grupların şiddete bulaşması Batı'nın ana savı olan "İslam terörü" algısını besliyor maalesef. Oysa Rasulullah (sav) en kötü şartlarda bile davranışlarında ölçülü olmaları hususunda ashabını yani bizi sık sık uyarmıştı. Sadece Peygamberimize veya Müslümanlara bir saldırı meydana geldikten sonra bir şeyler yapmak alışkanlığından vazgeçmeliyiz. Batı'nın bize sunduğu gündem doğrultusunda Peygamberimizi anlatmaktan, savunmacı tepkisel söylemlerden ziyade biz Müslümanlar kendimiz O'nunla ilgili gündem oluşturmalıyız. Yanlış algıyı tashih etmek her zaman daha zordur. Efendimizi insanlığa anlatış, sunuş biçimimizi biz belirlemeliyiz. Hadis ve siyer ilimleri üzerinde çalışmalarımızı hassasiyetle yürütürken diğer yandan edebiyattan sinemaya, musikiden görsel sanatlara yeni üslup ve biçimlerle O'nu tekrar tekrar anlatmalı, içimizde yaşatmalı ve günümüz insanına ulaştırmalıyız. Ve tabii ki Avrupa'da yaşanan bu elim olayların hukuki takibini farklı uluslararası platformlarda sürdürmeliyiz.

BİZE ULAŞIN