Sena Subaşı: Tıp bir bütün, alternatifi olmaz

Tıp bir bütün, alternatifi olmaz
Giriş Tarihi: 17.2.2020 17:23 Son Güncelleme: 17.2.2020 17:23
İnsanlar sadece amansız bir hastalığa yakalandıklarında “Aman Sağlığım!” diyorlar. Bence bunu sağlıklıyken demek gerekir.

Moderniyle, alternatifiyle, gelenekseliyle tıbbın büyük bir ilgi ye mazhar olduğu ama bir o kadar da eleştirilere maruz kaldığı bir devirdeyiz. Sağlıklı yaşam endişesinin trendler doğurduğu bu günlerde hangi tıp usulünün daha yararlı ve "gerçek" olduğu konusu adeta ideolojik kamplaşmalara dönüşmüş durumda. Ancak kendini bu kamplaşma, kutuplaşma ve diğer ekolleri inkâr girdabına kaptırmayan tıp mensupları da var. Modern tıbbın ehli ol makla birlikte makul ölçüde tamamlayıcı, geleneksel, doğal y öntemleri dışlamayan kalp ve damar cerrahı Doç. Dr. Halit Yerebakan bunların en tanınmışları arasında geliyor. Halkı bilinçlendiren sağlık televizyon programları ile büyük beğeni toplayan Yerebakan ile moderninden tamamlayıcısına tıbbı ve sağlıklı yaşam meselelerini konuştuk.

Tıbbı, modern tıp ve geleneksel/ tamamlayıcı/alternatif tıp şeklinde ayırma eğilimi var. Siz bu tasnifi nasıl buluyorsunuz?

Aslında tıp bir bütün, tıbbın alternatifi olmaz. İnsan sağlığının nasıl alternatifi yoksa sağlık için sunulan hizmetin de alternatifi var demek doğru değil açıkçası. Modern tıbbın gelişmesi esnasında karşılaştığımız bilgiler ve elde ettiğimiz tecrübelerle insan hayatına uygulama yapıyorduk ama dünya henüz iletişim çağında değildi. Dolayısıyla Doğu ve Batı arasında net bir köprü yoktu, bilgi akışı sınırlıydı. 2000'li yıllarda ABD'de staj dönemindeyken çok güzel bir portre çizimi görmüştüm, Mehmet Öz'ün odasındaydım. Bana o fotoğrafı gösterdi. İnsan bedeni ortadan ikiye bölünmüştü: Doğu ve Batı olarak. Sol tarafı, yani Batı makineler, dişlilerle; sağ tarafı Doğu ise bahçeler, çiçeklerle sembolize edilmişti. Bugün şunu çok iyi biliyoruz; Doğu tıbbında daha çok gelenekçi yaklaşımların yer aldığını, tarihinin daha eski ve uygulamalarının daha köklü olduğunu ve bu kaynakların bugüne kadar iyi arşivlendiğini görüyoruz. Batı'da da aynı şekilde, yeni ve çok iyi arşivlenmiş. İkisinin de insan sağlığına olan sonuçları ortada. Net, somut veriler her ikisinde de var. Yani, Doğu öyle görürken Batı böyle görüyordu ama bunun bir sentezine, arada kalan boşlukların da doldurulmasına ihtiyaç vardı ve bu ikisinin birbirini desteklemesi gerekiyordu. Dolayısıyla Batı, hiçbir zaman Doğu'nun alternatifi olmadı, Doğu da Batı'nın olmadı. Biz bugün alternatif tıp diye konuştuğumuz yaklaşımları "tamamlayıcı tıp" olarak görüyoruz. Yani geçişkenlik gösteren, her ikisinin de sentezini içeren, her ikisinden de uygulamalar içeren tıp. Geleneksel yaklaşımları da bunun içine koyarsak o zaman "geleneksel tamamlayıcı tıp."

Bu tamamlayıcı sınıf olarak yer eden bilgiler ve uygulamalar bize hep geleneksel yaklaşımlar olduğunu gösterir. Bunların hepsi tamamlayıcı tıp kapsamında devreye giriyor ama bunlar tek başında birer çözüm olmuyorlar. Bir hastayı tedavi etmek istiyorsanız mutlaka doğru teşhis koymalısınız. Eskiden semiyolojik olarak insanın yüzüne bakarak bile tanı koyuyorduk ama bugün elimizde modern tıbbın bize sunduğu laboratuvardan, görüntüleme yöntemlerinize kadar sayısız imkân var. Biz bunlarla tanılarımızı kesinleştirmeye çalışıyoruz çünkü tedavinin bir numaralı şartı doğru teşhis koyabilmektir. Doğru teşhis koyabiliyorsanız koyduğunuz teşhisle ilgili olarak hangi tedaviyi uygulayacaksanız onu uygulayabilirsiniz.

Halk arasında kullanılan alternatif tıp tanımının doğru olmadığını düşünüyorum. Tıp bir tanedir, farklı sentezler vardır ve bu sentezlerin geçişken bölgeleri vardır. Bu geçişken bölgelerde uygulanabilecek tamamlayıcı yöntemler vardır. Tamamlayıcı yöntemlerin bazıları gelenekseldir, bazıları da yenilikçidir. Mesela ozon tedavisi yeni bir tedavidir, kupa geleneksel bir tedavidir. Akupunktur geleneksel bir tedaviyken mezoterapi yeni bir tedavidir.

Dünyada alternatif ya da geleneksel tıp uygulamalarına, hatta mistik denilebilecek şifa yöntemlerine karşı yükselen bir ilgi söz konusu. 21'inci yüzyılda tıbbın ve teknolojinin bu denli geliştiği bir devirde bu yönelimi siz nasıl açıklarsınız?

Tamamlayıcı yaklaşımlar genellikle modern tıbbın da gri alanlarda tuttuğu, daha çok semptomatik tedavi yaptığı veya tedavide sınırlı kaldığı yerlerde kullanılır. Örneğin kanser hastalığını düşünelim. Adı bile kötü değil mi? Hâlbuki modern tıpla yüzde 100 tedavi edebildiğimiz ve tamamen kür sağlanabilen kanserler var. Çözüm üretilemeyen durumlar da olabiliyor. Bir tarafta çözüm kalmamışsa o zaman insanlar tamamlayıcı yöntemlerde çare aramaya başlayabilirler. İnsanların bir türlü kurtulamadığı kronik hastalıklar var. Çaresizlikle insanların bu arayışları artmaya başladı. Evet, geldiğimiz dünyada teknoloji çok ilerledi ama teknolojiyle birlikte çevresel olarak vücudumuza zarar veren faktörler de çok arttı. O yüzden eskiden bilmediğimiz birçok yeni hastalık türedi. Bu hastalıklar nasıl türüyor? Sizin yaşam şartlarınızla alakalı… Bilgisayarınızın ekranı yüzünüze alerji yapıyor, yediğiniz gıdalar vücudunuzda alerjik reaksiyona yol açabiliyor. Yaşadığınız şehir, hayatınızdaki stres… Bunların hepsi vücudunuzu etkileyen ve daha önce adını koymadığımız birçok sorunla karşı karşıya getiriyor. Bundan dolayı insanlar bu kronikleşen sorunlara çare bulmak adına tamamlayıcı yöntemlere yöneliyor.

Bir yanda geleneksel metotlar diğer yanda teknolojiyle gelişen yeni bir tıp…

Modern tıp teknolojiden fazlaca faydalanır. Mesela bugün yapay zekâ çok konuşulan bir durum… Teşhisi doğru koymazsanız tıp diye bir şey yok zaten. Doğru teşhisi koyabilmek için yapay zekâ bilgileri gündeme gelecek. Düşünsenize ben bir doktorum ve bugüne kadar diyelim ki 10 bin hasta tedavi ettim ve bunlardan elde ettiğim bilgiler bir yerde depolu. Öteki doktorların da gördüğü milyonlarca hastanın verisinin kütüphanede toplandığı ve bu insanların bulgularının analiz edilerek yapay zekâyla çok daha kuvvetli teşhis koyma modeli bence çok yakında karşımıza çıkacak. İnsanların yüz kamerasıyla vermiş oldukları fotoğraftan doğrudan tanılarını bile koyabileceğimiz bir döneme doğru gidiyoruz. Dolayısıyla teşhis koyan birinci basamak hekimlik, yapay zekâya doğru kayabilir. Bu, tedavi uygulayıcıları olan bizlerin buna uygun yönlendirme ve tedaviyi daha doğru yönetme şansının doğacağını düşünüyorum. Dolayısıyla teknolojiyle beraber modern tıp da kendini her geçen gün bu şekilde geliştiriyor.

Peki, sağlıktaki teknolojik gelişmelerin yanında teknolojiyi kullanmayan tamamlayıcı tıp çözümleri de hayli talep görüyor.

Ben bu işin biraz da modern akım olduğunu düşünüyorum ama burada belki de tıp endüstrisinin de insanları yanlış yönlendirmesi yatıyor olabilir. Neticede tıp da bir sektör... Biz hastayı tedavi ediyoruz. Tedavi ederken ortaya maddi bir yük çıkıyor. Bu yük kullanılacak olan ilaçtan, tetkiklerden, hizmetten çıkıyor. Birçok faktöre bağlı bir endüstriden bahsediyoruz. Dolayısıyla endüstriler her zaman pazar paylarını, potansiyellerini ve gelirlerini arttırmak isterler. Biz ne kadar daha az tetkik isteriz, hastaya ne kadar daha az müdahale ederiz gibi çalışmalar da yapıyoruz. Kendimizi iyileştirmeye çalışıyoruz. Bu sürekli artan bir şey olamaz. Sürdürülebilir olması için sağlık harcamalarının optimize edilmesi lazım. Günün sonunda bir sistem bu ve bu sistem insanları "Acaba sağlığım kullanılarak ve korkutularak maddiyatım suiistimal mi ediliyor" düşüncesine sürüklüyor ve bu yüzden bu popüler alana yaklaşımlar artmaya başladı.

Biz hastalıklarda çevresel faktörleri ön planda tutuyoruz ve diyoruz ki "Yediğin yemek kötü, içtiğin kahve kötü, bindiğin arabanın egzoz dumanı kötü. Bunları yenebilmek için doğaya geri dönmen lazım." Sonra ona mağara adamı diyeti çıkartıyoruz. Hasta da diyor ki "Mağara adamının zamanında röntgen mi vardı, X-Ray mı vardı? Mağara adamı zamanına döneceksem o zaman çareyi aktarda arayayım" diyor. İnsanlar hep birinin alternatifine yönelmeye çalışıyor. Ben de diyorum ki; bunların hepsini yapalım ama doğru bir sentez içerisinde kalmakta yarar var. Yani bir taraf bir tarafı tamamlasın; alternatifi olmasın. Şu anda ortaya çıkan popüler akımlar ise birbirini tamamlamaktan ziyade birinin alternatifi olmaya itiyor insanları. Yanlış olan şey bu…

Hâkim tıbba en büyük eleştirilerden biri de fazla ilaç kullanımı. Günümüz tıbbının insanları ilaç bağımlısı yaptığı eleştirileri yapılıyor. Bu kadar ilaç kullanımı ne kadar sağlıklı? Doğada ya da doğal yollarla iyileşmenin yeri yok mu?

İlaç sektörüne güvenilmiyor olabilir. Bazı ilaçlar tedavi etmeye yöneliktir, bazıları ise sadece bulguları ortadan kaldırır. Mesela tansiyon diyelim. Biz hastaya tansiyon ilacı vererek tansiyonu iyileştirmiyoruz. "Şu ilacı 6 ay boyunca kullan, tansiyon hastalığın ortadan kalkacak" diye bir şey yok. İlaç, onu kullandığınız sürece tansiyonu düşürmeye yarayacak. Peki, tansiyonu hayatınızdan çıkartmaya yönelik ne vardır? Eğer kiloluysanız ve buna bağlı bir tansiyonunuz varsa diyoruz ki vereceğiniz her beş kilo tansiyonunuzda bir puan indirim yapacak.

Bugün kullandığımız kimyasal ilaçlar bile doğada elde edilen ürünlerin etkileriyle aşağı yukarı eşdeğer. Günün sonunda bitkilerden elde edilen ilaçlar da var. O zaman sanki doğalı daha çok işe yarayacakmış gibi geliyor ama bazen sadece tıbbi bilgiden uzak kalıp bu işlere yönelirse insanlar sağlıklarından da olabiliyor. Ben böyle çok hasta gördüm. Zayıflama çayı içip karaciğer yetmezliğinden karaciğer nakli olan insan var. O yüzden biz de hekimler olarak bir şeyler yapıyoruz. Eczacılık fakültelerinde fitoterapi bilim dalları oluşturuldu ve uzmanlık eğitimi verilmeye başlandı. Sağlık bakanlığı tarafından da onaylı. Yani artık hekimler de bitkisel tedavilerin uzmanlığını almaya başladılar. O zaman hastaların bitkisel tedavi uzmanı olanlarını tercih edip hangi aktardan neyin alınması gerektiğine onların yönlendirmesiyle karar vermeleri lazım. Modern tıp orada da kendini tamamladı aslında.

Ben şuna hayret ediyorum: Siz mesela bir ev alacaksınız ve ona yatırım yapıyorsunuz. Belki 10 yıl onun için borçlanıyorsunuz. Biz diyoruz ki; "Sağlık senin en büyük hazinen. Sağlığın için şu yatırımı yap" diyorsun, yapmıyor. Yatırımı yapmadığı için sadece gününü kurtaracak ilaca da diyor ki: "Bu beni tedavi etmedi." Aslında tedavi insanın kendisinde, onun hayat tarzını değiştirmesinde. Daha sağlıklı olabilmek insanların elinde olan bir şey… Ben insanların kendi sağlıklarına yatırım yaptıklarını düşünmüyorum. İnsanlar sadece amansız bir hastalığa yakalandıklarında "Aman sağlığım!" diyorlar. Bence bunu sağlıklıyken demek gerekir.

Sağlığımıza en temel yatırımı nasıl yapmalıyız o hâlde?

Allah insana belli bir nefes vermiş. Belli bir nefes, belli bir kalp atımına eş değer. Siz bu nefes süresini ve kalp atım süresini ne kadar hızlı tüketirseniz o kadar erken ölürsünüz. Bir insan yalan söylerse ne olur? Yalan makinesine bağladığınızda görürsünüz; bir insan yalan söylediğinden kalp hızı artar ve nefesini daha hızlı harcamaya başlar. O zaman yalan benim ömrümden götürür mü? Götürür. Bir insan düşünün, hırsızlık yapıyor ya da yaşamaması gereken bir ilişki yaşıyor. Başına aynı şey gelir. Stres, gerginlik, kavga, nefret söylemi, bunlar insanın ömrünü götüren şeyler. Nerede kötülük var, nerede günah var, insanın ömründen götürür. Stresli bir evlilik kadının ömründen 1,5 yıl götürüyor. İyi veya kötü evlilik erkeğin ömrüne 2,5 yıl ekliyor. İyi evlilik kadına 2 yıl, erkeğe 4 yıl ekliyor. Bekâr olmak ömrünüzden 4 yıl götürüyor. Yaklaşık 150 bin insan üzerinde yapılmış araştırmaların verilerini topladık. Bir hesap makinesi yaptık. Yakında duyuracağız. Biz biliyoruz ki insan ne kadar uzun ve sağlıklı yaşayacağına yüzde 70 kendisi karar verir; yüzde 30'luk kısım genetik.

Benim karar verebildiğim, benim yönetebildiğim, benim daha uzun yaşayabileceğim hayatı belirleyen faktörleri biz bu bilimsel veriler ışığında belirledik. Ben size maddeler hâlinde özet geçeyim. Tansiyon, insan ömründen en fazla götüren sessiz katil çünkü yükseldiği zaman bütün organlarınızın fonksiyonunu bozuyor. Bir insanın tansiyonunun normalden daha düşük olması gerekir. İkincisi iyi bir bel çevresine sahip olmalısınız. Biz hep "Seveceğiniz bir diyet planınız olsun" deriz. Beslenme planı insanın sevebildiği şekilde olmalı. Beliniz boyunuzun yarısını aşıyorsa ömrünüz kısa olacak demektir. Üçüncü bir faktör ise düzenli yapılan fiziksel aktivite. Dünyada uzun yaşam merkezlerine bakıyorsunuz; Japonya'da Okinawa var, İtalya'da da Sardunya var. Birbirlerinden bambaşka yerdeler; yedikleri, içtikleri, soludukları havaları, iklimleri farklı ve buralarda insanlar 100 yaşının üzerinde yaşıyorlar. Ortak bir özellikleri var; hepsi sabah evlerinden çıkıyor, ellerine kovaları alıp bir yer suluyorlar, bahçelerinden bir şeyler toplayıp evlerine dönüyorlar. Hepsinin hayatlarındaki ortak nokta fiziksel aktivite… Fiziksel aktivite insan ömrünü uzatır. Dördüncü madde olarak bağımlılık yapan maddelerden uzak durmak diyebiliriz. Sigara, alkol, bağımlılık yapan ilaçlar, şeker gibi bağımlılık yapan gıdaları bırakmak gerekiyor. Son madde de bildiğimiz üzere stres. İnsan bu beş maddenin hepsini yaptıktan sonra sağlıklı ve uzun yaşayacağına karar vermiş demektir. Bu bahsettiğim beş maddenin hiçbir yerinde doktor yok, tedavi yok.

Bu bir yaşam modifikasyonu… Peki, modern tıp bunun neresinde? İşte bu verileri bulan bilim modern tıp. Uygulamaları yapan yöntemlerden biri de tamamlayıcı tıp. Bu verileri ve analizleri karşımıza çıkaranlar doktorlardır; tamamlayıcı tıpçılar veya aktarlar değil. Modern tıp insana nasıl sağlıklı kalabileceğini öğretmeye çalışır.

Bildiğimiz gibi modern tıp insan ömrünü uzattı. Bu oldukça önemli bir gelişme. Bunu nasıl açıklamak gerekir? Sırf bu bile modern tıbbı eleştirmemek için yeterli olabilir mi?

Dünya Sağlık Örgütü bundan birkaç yıl önce bir rapor yayımladı. Son 20 yılda insan ömrünün en fazla uzadığı ülke neresi biliyor musunuz? Türkiye. Son 20 yılda 60'lardan bir anda 75'lere çıktı ortalama insan ömrü. Bu inanılmaz bir rakam. Türkiye'nin son 20 yılda geçirdiği sağlık reformları bunda baş etken. Türkiye sağlığına yatırım yaptı. Verileri detaylı incelediğimizde en başta şu çıkıyor; bebek ölümlerindeki azalma, doğum esnasındaki sorunların ortadan kalkması, çocukların aşılanması, aşı takvimindeki gelişme insanımızın ömrünün uzamasındaki en önemli sebepmiş. Yani, modern tıp ölçütleri iyileştikçe insan ömrü de o kadar uzadı. Toplumsal bir değişimden bahsediyoruz; insan sağlığı sosyolojik bir meseledir.

Siz de reddetmediğinize göre tamamlayıcı tıptan nasıl yararlanmalıyız?

Kesinlikle reddetmiyorum ve faydalı da buluyorum. Hiçbir faydası yoksa bile insanın psikolojik motivasyonu yükseliyor. Yani tamamlayıcı tıbbın bir defa böyle faydası var ama işi sadece psikolojiye indirmek tabii ki doğru değil. Modern tıpta uyguladığımız tedavinin geçmişi en fazla 50 yıl ve biz bu yöntemi sürekli güncelliyoruz. Eskiden inandığımız şeyleri revize ettiğimiz durumlar oluyor ve buna bağlı olarak bazı tedaviler bile değişiyor. Geleneksel yaklaşıma baktığımızda yüzyıllardır uygulanıyor ve arkasında bir veri var. Benim karşı olduğum tek şey şu: Modern tıp uygulayıcısı hekimin bir hastaya uyguladığı tedaviyle alakalı ciddi bir öğrenimi, hatta bir hayatı var. Fakat tamamlayıcı tıp uygulamalarında çoğu kişi bu işi yapmaya yeni başladı. Kesinlikle tamamlayıcı yöntemlerin faydalı olduğuna ama nitelikli ellerle uygulanması gerektiğine inanıyorum. "Bu şu an popüler bir bilim. O yüzden ben bundan daha çok gelir elde edebilirim" yaklaşımı ile bu işleri yapan insanlar da var. Her popüler şey sömürülür. Onların kenara çekilip gerçekten bu işi hakkaniyetiyle yıllardır buna emek vermiş, tecrübe edinmiş kişilerin yapmasını daha doğru buluyorum. Bu konuda ihtisaslaşmanın olması gerekiyor. O yüzdendir ki ABD'de iki ayrı enstitü tamamlayıcı tıpla ayarlı olarak artık kendi içerisinde akredite eğitim programları yapmaya başladı. Bizim ülkemizde de Sağlık Bakanlığı bu konuda seferber oldu. Uzmanlık adı altında sertifika programları yapılmaya başlandı. Buna hekimlerimizin de dâhil olması iyi bir şey. Kulaktan dolma bilgiyle, iki tane kupa çekmeyle olmaz. Yüzyıllardır uygulanan yöntemlerin gerçekten biriken tecrübelerin doğru aktarıldığı merkezlere ihtiyacımız var. O yüzden biz de üniversitemizde Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Merkezi GETAT'ı kurduk ve burada hekimler aracılığıyla eğitimler veriyoruz. İnanmasak zaten bunların dışında kalırdık. Açık söylemek gerekirse ben kendim de kuru iğne tedavisi, akupunktur tedavisi, mezoterapi olduğum için bunların uygulanabileceğini düşünüyorum.

Türkiye sağlık sektöründe dünyada en iyiler arasında diye biliyoruz. Yurt dışından bizim hastanelerde tedavi olmaya gelen insanlar var. Tedaviye ulaşmak diğer ülkelere göre daha ucuz ve kolay. Bu gelişimi ve bu büyümeyi neye bağlayabiliriz sizce?

Türkiye tam bir kuşak devleti… Doğu ile Batı arasında bir köprü, bir geçiş yolu. Dolayısıyla insanlarla beraber fikirler de buradan akıyor. Bizim Batı'ya dönük bir cephemizin de olmasından dolayı Batı'nın tüm etkin unsurlarını içimize alabilmiş bir ülkeyiz. Bugün Avrupa'dan tıp öğrenen Türkiye, genç nüfusuyla, dinamik bakışıyla, modern yapısıyla, arzusuyla ve çalışkanlığıyla Avrupa'ya sağlıkta ders veren ülke konumuna geldi. Bize nasıl ameliyat yapıldığını öğreten Avrupa ülkelerinin hastalarını bugün biz burada ameliyat ediyoruz. Bu çok mutluluk verici bir şey… Plastik cerrahide dünyanın ilk üç ülkesi arasındayız. Rinoplasti burun ameliyatlarında dünyada bir numarayız. Beyin ameliyatlarında dünyadaki 15 merkezden biri İstanbul'da. Bunların hepsi bizim yetenekli, genç, dinamik, hırslı doktorlarımız sayesinde. Ek olarak sağlığa yapılan yatırımlar bunu destekledi. Sağlık endüstrisinin millîleşmesi bunu bir kademe daha ileriye çıkarttı. Her şeyden önce devletin sosyal güvenlik kurumu aracılığıyla yapmış olduğu sağlık reformu buradaki ivmelenmemizi hızlandırdı. Yani, sağlık malzemelerine, tıbbi cihazlara ulaşım devletin satın alma gücü sayesinde o kadar kolaylaştı ve o kadar ucuzladı ki Türkiye'de 10 liraya satılan ilaç başka ülkede 50 dolara satılıyor. Bunlar devletin eliyle ucuz kılındı. Bu da ulaşımı kolaylaştırdı. Ulaşım kolaysa gelişim kolay. Gelişim kolay olursa da çekim merkezi olmak da kolay olur. Bu sayede biz kendimizi bu kadar hızlı geliştirebildik ve artık dünyanın her yerinden hastaların aktığı bir merkez hâline geldik.

HALİT YEREBAKAN KİMDİR?
Kalp ve damar cerrahı Halit Yerebakan 1982 İstanbul doğumlu. İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde başladığı tıp eğitimini 2006 yılında tamamladı. Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde Kalp ve Damar Cerrahisi anabilim dalında ihtisas eğitimi yaptı. 2003'te New York Presbyterian Hastanesi'nde Prof. Dr. Mehmet Öz'ün yanına araştırma asistanı olarak kabul edildi. 2006'da Cenevre Üniversitesi kalp ve damar cerrahisi kliniğine asistan olarak ve New York Presbyterian Hastanesi'ne kalp ve damar cerrahisi alanında kök hücre uygulamalarında araştırma görevlisi olarak kabul edildi. 2010 yılında Yeditepe Üniversitesi Hastanesi'nde araştırma görevlisi oldu. Columbia Universitesi College of Physicians and Surgeons Tıp Fakültesi'nde dünyanın en büyük kalp nakli serisi üzerine tezi ile 2012 yılında uzman oldu. Ulusal ve uluslararası alanda yayınları bulunan Yerebakan TRT 1'de Doktor Geldi programını sunuyor. Yeditepe Üniversitesi Kozyatağı Hastanesi Başhekimi olarak görevini sürdürüyor.

BİZE ULAŞIN