Zeynel Yaman: Din olmadan asla

Din olmadan asla
Giriş Tarihi: 21.1.2019 15:58 Son Güncelleme: 21.1.2019 15:58
Artık bir asır sonra bile söylenecek türkü yakabilen de, yeni bir keloğlan masalı anlatabilecek kalpler de, çatısına karlar yağan, huzur kokan, eski küçük evler de bulunmuyor.

Tarım ve temel ihtiyaçların yönetilmesiyle oluşan makro güçleri alaşağı eden coğrafi keşiflerin ardından gelen Sanayi Devrimi, geçmişi reddeden yeni bir miladın da oluşmasına neden oldu. İnsanlık tarihiyle eşdeğer gelenek ve inanışları hiçe sayan yenidünya, kendi camdan sarayını teknolojiye kurban etti. Kendilerince soyutladıkları geçmişi, hayal ettikleri geleceğin temeli sayan gelenek savunucuları, muhafazakârlığın maruf terbiyesiyle barışsaydı bayramlarda sıla-i rahim yapmayan evlatlardan, hiçbir mahremi kalmayan nesillerin gelmesinden korkar olmazdık. Saçın teline türküler yazılmıyor artık çünkü sevmek, âşık olmak değil cinsel tercihler konuşuluyor dijital âlemde…

Köklerine ve geleneklerine bağlı bir kavim olarak Anadolu Müslümanları, inançlarının sağladığı ortak bir aidiyet bayrağı altında milyonlarca kilometrekarelik bir alanda hüküm sürmeyi başardı. Öyle ki Anadolu'nun kendilerinden önceki kadim motifleriyle iç içe geçerek coğrafyanın hamisi konumuna yükseldiler. Dinî öğretilerin, dönemin huzursuzluk ve çatışmalarına sunduğu tedavi yöntemi, farklı inançlar tarafından da kabullenildi hatta savunuldu.

Haçlı Savaşı'na karşı Kılıçarslan'ın ordusunda savaşan Hıristiyan unsurlar ile Timur'un ordusunda Yıldırım Beyazıt'a karşı çarpışan Sırp birlikleri bu ortak aidiyet üzerinden hareket etti. Ortak geçmişi savunmak için birlikte saf tutan hissiyatın en temel dinamiği, aynı zamanda ortak tehlikeye karşı tedbir alma arzusu olageldi. Yüzyıllar boyunca süregelen mecburiyet, bazı iç karışıklık dönemleri dışında paradigmal travmalara kadar kendini korumasını bildi.

Batı'dan aldım Doğu'da sattım

Avrupa'da başlayarak dünyanın büyük bir kısmını etkileyen Aydınlanma Çağı, coğrafyaları kasıp kavurdu. Pozitivist ve ateist bir bilim anlayışını temel alan mevcut anlayışları yok etme isteği, Avrupa medeniyetine bilgiyi sunan İslam âlimlerinin de hiçe sayılarak yeni bir milat oluşturulmasına neden oldu. İslam dünyasının eski Yunan'dan, Helenistik dönemden onların da Mısır'dan ve Hermes Tapınağı'ndan alarak geliştirdikleri ilmi derinlik, emperyal elitlerin elinde bir engizisyona çevrildi. Toprak işgali veya kale fethi olarak yapılan öncü saldırılar, varlığı ortadan kaldırmaya dönük değişimlere yol açtı. Medeniyet tesisi ve hayatın idamesi için üretilen bilgi, laboratuvar tüplerinde durduğu gibi durmayıp habis emellerin en temel besini olarak baş köşede yerini aldı.

Hıristiyan bilim adamlarının deneysel çalışmaları, ulûhiyeti ve sosyal dengeyi reddeden kısımlarıyla Doğu dünyasına nakledilerek, tahkir ve tezyif aracına dönüştü. Bilginin ve medeniyetin yeni merkezi güçlendikçe, yeni nesil kavimlerin kıblesi de Avrupa oldu. Yön değiştikçe birlikte yaşama arzusunu kaybeden topluluklar bölündü, bu sayede tatlı zehrin yayılması daha hızlı gerçekleşti. Dıştan gelen yeni değişim, Doğu'nun mayasına aykırı dikteleri dayatmakla kalmayıp onun bağrında yetişen isimleri de kendi safına çekti.

Fransa'ya eğitim amacıyla giden öğrenciler ve aktivistler, Osmanlı halklarının yaşamındaki içeriğe ilişkin sundukları tezlerle 50 yıl sonra meydana gelecek kaosu engellemekten çok onun müsebbibi olmaya itildiklerinin farkına varamamıştı. Batı'nın süslü dünyasındaki serbestliğin kendi coğrafyalarındaki despot ve geri kalmışlığın yegâne ilacı olduğunu sanmaları, teknolojik ve ilmi çabalara katkıdan çok mevcut bağların hızla çözülmesine sebep oldu. İşte bu çözülme karşısında iki farklı tavır gelişti.

Mevcut kültürün inanç değerleriyle ıslah edilerek korunması gerektiğini savunan muhafazakâr kültür ile Batı'ya benzeme hezeyanına karşı yeni doktrinlerin eskiyi reddetmemesi gerektiğini savunan gelenekçi yaklaşım… Maddeci eğilimlerin hâlen entelektüel fikriyatı kendi elinde tuttuğu bir dünyada ikisini birbirinden ayırt etmek kolay görünmese de çizgi olarak farklı yerlerde durduklarını söylemek gerekiyor.

Doğu toplumlarının mayasını oluşturan maneviyat ve ilim iç içe geçmiş bir şekilde kendine özgü irfan anlayışını da beraberinde getiriyordu. Rivayet odur ki İstanbul sokaklarında ahlak anlayışı dinî farklılıkların dışındaydı. Kuzguncuk'ta gayri ahlaki dolaşan kişilere Ermeni kadınların ellerinde sopayla tepki gösterdikleri hatıralarla sabittir. Osmanlı Devleti'nde Said Halim Paşa gibi yenilikleri doğru anlama çabasındaki aydınların yanında, Abdullah Cevdet gibi kadın tartışması üzerinden geleneğe sırt çevirenler de şehir meclislerinde yer buluyordu. Dönemin çok uluslu yapılarını sonlandıran yeni yüzyılın ilk çeyreğinde değişim talepleri de yenilemeden çok yıkım çağrılarıyla birlikte geldi. Ancak bin yıldır İslami mayayla bütünleşen, öncesinde de Doğu'nun kadim gelenekleriyle örülen anlayışların bu çağrıları göğüsleyecek mecali ve hevesi kalmamıştı. Zira beka kaygısındaki hâkim kadrolarda küçük güvenli limana eriştiren tek geminin geçmişi reddeden yeni bir haritayla geleceğe taşıyacağı inancı tamdı. Öfke ve nisyan ile beraber oluşan değişim isteği kimi zaman trajikomik hâllerin oluşmasına da neden oluyordu.

Dinsiz gelenek olur mu?

Mehmet Akif gibi dindar bir kişiliğin kaleme aldığı İstiklal Marşı'nın 20'nci yüzyılın rüzgârına karşı reddiyeci tutumu Cumhuriyet'in kendi aydınlarını bile dönem dönem eleştirilere yöneltti. Mimariden sanata, edebiyattan müfredata başka kültürlerden devşirilen yeni bir anlayışın ikamesi, en büyük destekçilerini bile yutkunmaya itti. Cumhuriyet'in ateşli savunucusu Ahmet Hamdi Tanpınar, Cumhuriyet gazetesinde ve diğer mecralarda yazdığı makalelerde modernist kültüre en ağır eleştirileri yöneltti. Peyami Safa da aynı minvalde eserleriyle geçmişle bağın koparılmasının karşısında durdu. Attila İlhan gibi farklı bir çizgiden gelen isimler bile mevcut kültürün kazanımlarını sabote eden yeni tasarıma eleştiriler yöneltti. Şiirlerine yansıyan duyguların temelini inkâr etmek yerine, hamurundaki özü dile getiren kelimeleri mısralarına yansıttı.

Tabiiki son 200 yıllık çöküşün tek sorumlusu olarak gösterilen muhafazakâr iklimin temsilcileri de yeni kuşatmaya karşı çoğu zaman hissi tepkiler veriyordu. Ritüeller üzerinden sürdürülen kavga, istiklal mahkemeleriyle başlayıp Türkçe ezan, Türkçe namaz, dinî eğitimin kısıtlanması gibi itikadi omurgayı kıran kuvvetli borana dönünce, kendini daha çok korumaya almak için içine kapandı.

Türkiye'de siyasetin ve devletin sinir hatlarının çatışmasındaki temel farklılıklar "öteki" olarak bakılan Anadolu insanının merkeze gelmesiyle birlikte daha çok görülür oldu. Türkiye'yi temsil eden örnek aile, örnek kadın, örnek çocuk tiplemelerinde her zaman 20'nci yüzyılın sarı saçlı renkli gözlü çocuklarıyla, şapkası ve yoğun makyajıyla Londra'nın en şık sokaklarında bile ayırt edilemeyecek kadın figürleri uzun yıllar toplum önüne konuldu.

Ancak Sanayi Devrimi denilen yenidünya düzeninin geç fark edilen en büyük yıkımı ilerici gelenekçileri bile isyan ettirecek insan modelinin hamuruna her geçen gün iksirini atmaya devam etti. Neydi bu iksir… Teknoloji denilen her gün değişen ve geçmişi olmayan bir şimdiki zaman iksiri... 22 milyon kilometrekarelik bir üst kimlikten birdenbire küçük uluslara dönüşerek yenidünyanın direnç gösteremediği bu iksirle yetişenler önce modernizm, sonra postmodernizm meşreplerinden geçerek bir asrı geride bıraktı. Artık aynı binalarda birbirinden kopuk, güvensiz ve ilişkisiz kalabalık yığınlar hâlinde hayatını sürdüren yalnızlıklar, dijital bağların serumuyla hayata tutunur hâle geldi. Hayatın bir kısmını kapsayan yasalar dışındaki geniş bir alanı düzenleyen tevekkül ve maruf kültürünün yerine, dinin sosyal taleplerinin en aza indirgendiği hatta sıfırlandığı gelenekçiliğin sunduğu çözümler gençlerin kulağına küpe olamıyor.

Menkıbeler, türküler, deyişler ve masallarla yeşeren tohumların referanslarını küçümseyerek oluşturulan edebi kuşağın, belli tanımlarla inşa etmeye çalıştığı geleneğin kucaklayabileceği hat, coğrafi sınırların ötesine maalesef geçemiyor. Ne acılar yaşasa da, ne sevinçlere boğulsa da dökülen mısralar yıl devirmeden unutuluyor. Özgürlük olarak görülen sınırsızlık özlemden, hasretten ve hayal dünyasından eksik yetişen kalplerdeki duyguları her geçen gün daha da köreltti. Artık bir asır sonra bile söylenecek türkü yakabilen de, yeni bir Keloğlan masalı anlatabilecek kalpler de, çatısına karlar yağan eski, küçük, huzur kokan evler de bulunmuyor. Çocukların oynamasına tahammülü kalmayan selamsız, sabahsız apartmanlarda son nefesimizi bekliyoruz hepimiz…

BİZE ULAŞIN