Cengiz Alğan: Bitmeyen nişanlılık: PKK ve Türk solu

Bitmeyen nişanlılık: PKK ve Türk solu
Giriş Tarihi: 15.1.2018 11:42 Son Güncelleme: 15.1.2018 17:01
Sol, PKK’nın kitleselliğini, PKK da solun Batı’ya giriş anahtarı olan sekülerliğini seviyor. Türk solu ile PKK arasındaki bu uzatmalı nişanlılık, bütün karanlık geçmişine rağmen sürecektir çünkü her ikisinin de kanıta ihtiyacı var.

Türk sosyalist solu ile PKK arasındaki 40 yılı aşan ilişki, daima inişli çıkışlı olmuştur. PKK'nın kurulduğu 1970'ler, aynı zamanda, bütün dünyada 68 hareketinin yayıldığı, sosyalizm rüzgârlarının estiği yıllardı. Marks, Lenin, Stalin, Mao gibi sosyalist liderlerin kitaplarının Türkçeye çevrilip dolaşıma girişi de bu yıllarda oldu.

Sovyetler Birliği'nin (SSCB) gücünün zirvesinde olduğu o yıllarda, 68 rüzgârıyla giderek büyüyen sosyalist akımlar SSCB, Çin yahut Arnavutluk modellerinden birini benimsiyor ve buna göre örgütleniyordu. Küba'da Batista rejimini, Vietnam'da ABD emperyalizmini "yenerek" iktidara gelen gerilla hareketleri de dünyanın başka bölgelerinde yer alan sosyalist akımlara ilham kaynağı oluyordu. Kimi gruplar "kırlardan şehirleri kuşatmak" üzere "uzun süreli halk savaşı" stratejisini benimserken kimi gruplar da "şehir gerillası" ve "politikleşmiş askeri savaş stratejisi"ni benimseyerek silahlı propaganda birlikleri kurup eylemler yapıyordu. PKK da Vietnam'ın "uzun süreli halk savaşı" yöntemini benimsemiş gruplardandı. Bu yöntem; stratejik savunma, stratejik denge, stratejik saldırı diye adlandırılan üç aşamadan oluşuyordu ve Abdullah Öcalan'ın yakalandığı 1999 yılına kadar bu model denendi.

PKK da uzun yıllar Türk solunun temel önermelerini, sembollerini, sloganlarını kullandı. Sadece kuruluş yıllarında değil 1980 darbesi sonrası ittifak arayışlarında, karanlık 90'larda, "sosyalist Kürdistan" fikrini bırakıp "demokratik özerklik" tezini ileri sürdükleri 2000'lerde de sol ile temas halinde oldu ancak baştan itibaren PKK ile sol arasındaki ilişkiyi domine eden olgunun "Kürt kimliği" olduğunu söyleyebiliriz. Hem Türk solu hem de PKK sosyalist bir dünya düzeni hedefliyor ve proletarya diktatörlüğü kurma gayesi taşıyor olsa da, PKK esasen "bağımsız, birleşik bir Kürdistan" talep ediyordu. Türk solunun dönemin anti ABD rüzgârına uygun olarak seslendirdiği "Bağımsız Türkiye" sloganı "emperyalizmden bağımsızlık" anlamına gelirken, PKK'nın talep ettiği bağımsızlık "Türkiye'den bağımsızlık" idi. Ayrışma burada başlıyordu.

Esasen, Türk solunun en kitlesel dönemi olan 60 ve 70'li yıllarda, sosyalist hareket tartışmaları içerisinde "Kürt sorunu" diye bir konu (tıpkı Alevi sorunu, kadın sorunu, çevre sorunu vb gibi) yer almıyordu. Herkes devrimin kapitalizmi yıkıp bütün sorunları bir defada halledeceğine inandığı için sadece devrimin hangi yolla yapılması gerektiğini tartışıyordu. Bu durum aynı zamanda, Türk solunun genelde Kürt siyasi hareketlerine, özelde ise PKK'ya her zaman yukarıdan bakan "büyük abi" tavrının da temel nedenini oluşturuyordu. Buna rağmen sadece PKK değil, o yıllarda kurulan 9-10 civarı Kürt örgütü de önceleri "çareyi" sol örgütler içinde aramış ancak Kürt kimliğine duyarlı bir yapı bulamadıkları için her biri ayrı örgütler kurmuşlardır. Bu ilişkinin nasıl geliştiğini kavramak için Öcalan'ın kişisel hikâyesiyle örgütün kuruluşuna bakmak gerekiyor.

Öcalan, Türkiye'nin büyük bir siyasi kargaşa döneminden geçtiği 1960'ların sonunda memur olarak İstanbul'a gitti. Siyasi kimliği hakkında henüz kesin bir yargısı yoktu. "Kürt sorunu" diye bir şeyi yeni fark ediyor, ABD emperyalizmine karşı gelişen sol/sosyalist gençlik hareketlerinden etkileniyordu.

1965'te Türkiye Kürdistan Demokratik Partisi (TKDP) kurulmuştu. Şerafettin Elçi sonraları "TKDP, Barzani hareketine destek olmayı milli bir görev saymıştır" diyecekti. Yani Kürt milli kimliğini öne çıkaran bir çizgideydi. Ancak Kürt gençler daha çok TİP'in üniversitelerde yayılan sol fikirlerinin etkisi altındaydı.

TKDP'nin 1966'da öldürülen genel sekreteri Faik Bucak, Güneydoğulu zengin, toprak sahibi bir ailedendi. Oysa TİP dünyayı egemen sınıflar-ezilen sınıflar ekseninde tanımlıyor, klasik sosyalist fikirler etrafında örgütleniyordu. Kürt gençler ise kültürel hakları için mücadeleyi ancak sol içinde sürdürebileceklerine inanıyorlardı. Örneğin, siyasete TİP içinde başlayan Kemal Burkay; "O zamanlar ayrı bir örgüte sahip olmayı düşünmedik. Türkiye'de değişim yaratmak ve demokrasiye, Kürt haklarına kavuşmak, iki halkın birlikte çalışmasına bağlıydı. Türkiye solunun hakiki bir Kürt programına sahip olmadığını ancak zaman içinde anladık" diyecekti.

Siyasallaşmanın başlangıcı

1960'ların sonunda, sol gruplar büyük gösteriler, sendikalar grevler düzenliyor, işçi hareketleri ise kitleselleşiyordu. TİP'in içinden çıkan bazı gençler de silahlı örgütler kurarak şiddet eylemlerine başvurmaya başlamışlardı. Öcalan gibi, Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya da bu dönemin ürünleriydi. Gençler Küba ve Vietnam direnişlerinden de etkilenerek Lübnan'daki Filistin kamplarında silahlı eğitimden geçip Türkiye'ye döndü. Artık banka soymalar, adam kaçırmalar, insan öldürmeler devri başlamıştı. Sağ-sol çatışmasının da ortaya çıktığı bu dönem 1971 muhtırasıyla kapandı. Solcu illegal örgüt liderleri öldürüldü, tutuklandı, idam edildi. TİP kapatıldı. Kaçabilenler Avrupa'ya sığındı. Aynı sıralarda Kürt öğrenci ve aydınları da Devrimci Doğu Kültür Ocakları'nı (DDKO) kurdu. Kürtleri ilgilendiren sosyal ve kültürel konuları ele alma niyetindeydiler. İsimlerinde Kürt yerine "Doğu" ifadesini kullanmaları da devletin gadrine karşı alınmış bir önlemdi ama yeterli olmadı. 1970 sonunda grup liderleri tutuklandı. Bütün bunlar olurken Öcalan, İstanbul'da üniversite sınavlarına hazırlanan, 20'li yaşlarının başında bir tapu kadastro memuruydu. Siyasi atmosferden etkileniyor ama henüz siyasetin içinde yer almıyordu. Ankara'ya taşındı ve Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne yazıldı. Öcalan'ın asıl siyasallaşmasının bu dönemde gerçekleştiği söylenebilir.

Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmesinin protesto eylemine Öcalan da katılmış ve tutuklanmıştı. Gönderildiği Mamak Askeri Cezaevi, muhtıradan sonra tutuklanan sol öğrenci liderleriyle doluydu. Burada kaldığı yedi ay boyunca Marksizm-Leninizm ve sosyalizm üzerine yayınlar okudu. Sol grupların devrimin tek yolunun silahlı mücadele olduğu hakkındaki fikirlerini izledikçe kendi grubunu kurmayı düşünmeye başladı. Sonraları; "Cezaevi benim için siyasal mücadeleye atılmada bir okul oldu", "Bu benim profesyonel devrimciye dönüşmeye başladığım dönemdi" gibi ifadeler kullanmıştır. Öte yandan askerî müdahale, ordunun istediği sonucu vermemişti. 1974 affıyla cezaevinden çıkan ve yurtdışı sürgününden dönen solcular eski ve yeni örgütlerde tekrar bir araya geldiler. Üstelik artık daha radikal ve kalabalıklardı. Dev-Yol, Dev-Sol, Kurtuluş gibi daha kitlesel örgütler kuruldu. Yurtdışına kaçan Kürt militanlar da orada silahlı gruplarla tanışmış, yeni fikirlerle dönmüşlerdi. Öcalan artık "Kürtlerin Türk sömürgeciliğinden kurtuluşu için silahlı mücadele başlatması gerektiğini" savunan bir radikaldi. 1975'te 15 kadar arkadaşıyla, Ankara Dikmen'de yaptığı toplantının ardından üniversiteyi bırakıp "bağımsız Kürt devleti" için mücadele edecek Marksist-Leninist bir grup kurmaya, bunu da Güneydoğu'ya taşımaya karar verdiler. Öcalan orada diğer Kürt örgütlerinin önde gelenlerini, kendi örgütüne katabileceğini umuyordu ama hiçbir şekilde katılım sağlayamadı. Örneğin, Kürdistan Sosyalist Partisi'ni (PSK) kuran Kemal Burkay ona hem şüpheyle yaklaşıyor hem de silahlı mücadeleye karşı çıkıyordu. Kawa adlı örgütün kurucularından Ahmet Zeki Okçuoğlu da Öcalan'ı "Kürt tarihiyle ilgili hiçbir şey bilmemekle" suçluyordu.

Bu arada Irak'ta, Barzani hareketi büyük bir darbe almış, Molla Barzani partiyi oğullarına devredip yurtdışına gitmişti. Barzani'yi feodal Kürt toplumundan kopamayan, bağımsızlık yerine özerklikle yetinen, pasif biri olmakla suçlayan Öcalan, Kürt gençlerden taraftar toplamaya başladı. Büyük toprak sahiplerinin ve aşiret liderlerinin "Kürtlerin kurtuluşu" yolunda "baskıcı Türk devletinin işbirlikçileri" olduğu propagandası yapıyordu. Kawa, PSK, DDKD gibi Kürt gruplar "işbirlikçi hainler", onlar ise "Kürdistan Devrimcileri"ydiler. Bütün "bağımsız Kürdistan" retoriklerine ve savaş çağrılarına rağmen grup, 1970'lerin ikinci yarısını faaliyet alanındaki diğer örgütlere karşı savaşarak geçirdi. Kendi alanlarına giren her gruba saldırdılar. 1920 ve 30'ların Stalinist tek parti diktatörlüğününkine benzer bir şiddet uyguluyorlardı.

Sol ve PKK'nın işbirliği

28 Kasım 1978'de, Diyarbakır'ın Fis köyünde PKK kuruldu. Kuruluş ilanını daha sonra "ses getirecek büyük bir eylem" ile yapmaya karar verdiler. Sekiz ay sonra, devlete sadık olan Bucak aşireti lideri ve aynı zamanda milletvekili olan Mehmet Celal Bucak'a suikast girişimiyle "resmî" kuruluş ilan ettiler. Dağıttıkları bildiride hem bağımsız Kürdistan'dan hem sömürgecilikten hem de proletarya enternasyonalizminden söz ediyorlardı. Bu esnada Türkiye koşar adım askeri darbeye doğru ilerliyor, ekonomik ve siyasi kriz derinleşiyordu. 1975-80 arası dört koalisyon hükümeti kuruldu ve yıkıldı. Üniversiteler yasadışı silahlı örgüt (40 kadar sol örgüt vardı) mensupları dışında kimsenin giremediği yerlere dönüşmüştü. Ülkücü gruplar da sol örgütlerle çarpışıyordu. 1 Mayıs 1977 Taksim, 16 Mart 1978 İstanbul Üniversitesi önünde bombalı katliam ve Maraş katliamı gibi kitlesel ölümlü vakalar artıyordu. Darbeye bir yıl kala, sokakta her gün yaklaşık 20 kişi çatışmalarda ölüyordu. Öcalan Temmuz 1979'da Suriye'ye kaçtı.

1980 darbesiyle Türk solu neredeyse tamamen dağılırken, PKK, merkezinin Suriye'de olmasının da avantajıyla güç toplamaya devam etti. 1984'teki Eruh-Şemdinli baskınlarıyla da adını duyurdu. 1989-91'de Doğu Bloku ve SSCB yıkılınca Türk solunun ideolojik krizi de açığa çıktı. 70'lerin silahlı örgütlerinden geriye kalanlar birleşip legal siyasi partiler kurdu. Bazı gruplar ise illegal silahlı faaliyete yeniden başladı. O güne kadar devletin gözünde "bir avuç çapulcu" olan "Apocular" 1990'larda devlete ve sivillere yönelik kanlı terör saldırılarını zirveye taşıdı. Bu dönemde Türk solundan bazı gruplarla çatışmalar da yaşıyorlardı. Örneğin, Dersim kırsalında bazı TDKP üyelerini öldürmüşlerdi. Üniversitelerde ise İşçi Partisi, Dev-Sol, TKP gibi bazı gruplarla zaman zaman çatışıyorlardı. Başka sol gruplarla ise işbirliği yapıyorlardı. Yasal partileri de meclise girebilmek için sol ittifaklar arıyordu.

2000 ve 2010'lu yıllar ise, kanaatimce Türk solunun artık esamisinin okunmadığı, toplumda bir karşılığının kalmadığı, gelecek vaat etmekten uzak, butik örgütlerden oluşan, marjinal bir kültürel figüre dönüştüğü yıllardır. PKK, yaslandığı geniş Kürt taban bütün solun toplamından kat be kat büyük ve etkili olmasına rağmen, Türk solu ile yakın işbirliğini halen sürdürüyor. Örneğin, Türk solunun küçük illegal örgütlerinden MLKP'ye HDP eşbaşkanlığı hediye ediyor. Sol örgütlerde yetişmiş kadroları partisi aracılığıyla milletvekili yapıyor, parti yönetimine alıyor. STK, dernek, sendika vb. kuruluşlarda önemli pozisyonlar veriyor. Suriye iç savaşında elde ettiği alan hâkimiyetine de solu ortak ediyor. Örneğin, kimsenin adlarını bile bilmediği, ufak tefek illegal sol örgütlerle birlikte "Halkların Birleşik Devrim Hareketi" adlı bir oluşum kuruyor. Akademi, medya ve sivil toplum alanında da ağırlıklı olarak sol grup ve kişilerle işbirliği yapıyor.

Varlık sebepleri ortadan kalktığı için PKK'nın kuyruğuna takılan, onun gölgesinde, at oynatan küçük silahlı grupları bir yana bırakırsak; Türk solunun bugün PKK'ya yanaşmasını anlamak daha kolay. İdeolojisi bütün dünyada iflas etmiş, ütopyası yıkılmış, tutunacak dalı kalmayınca, son bir gayretle, bütün siyasetini "yaşam tarzı" denilen, içeriği belirsiz bir malzemeyi canhıraş savunmaya hapsetmişlerden bahsediyoruz nihayetinde. Hazır uluslararası desteği olan, birkaç milyon oy alabilen, Batı'nın da parlattığı, üstelik silahlı külahlı olduğu için yıllardır hükümetleri zora sokabilen bir örgüt var. Neden olmasın?

PKK'nın sola dağıttığı primi ise ortak ideolojik köklere bağlamak mümkün ama yetersiz kalır. PKK bugün, Suriye'de "Rojava Devrimi" diye pazarladığı yeni bir "ütopya"ya dünyanın her yerinden militan devşiriyor. Batı kamuoyunda sempatiyle karşılanan pek çok kimliği saflarına çekiyor. Sempatiyle karşılanan başat kimlik ise tabii ki "sekülerlik." Eh, onun Türkiye'deki "sahibi" de belli.

Sözün kısası sol PKK'nın kitleselliğini, PKK da solun, Batı'ya giriş anahtarı olan sekülerliğini seviyor. Türk solu ile PKK arasındaki bu uzatmalı nişanlılık, bütün karanlık geçmişe rağmen sürecektir çünkü her ikisinin de kanıta ihtiyacı var.

BİZE ULAŞIN