Haşmet Babaoğlu: Tabiatla ilişkimiz var ya, hiç tabii değil!

Tabiatla ilişkimiz var ya, hiç tabii değil!
Giriş Tarihi: 9.06.2016 15:20 Son Güncelleme: 15.06.2016 15:54
Haşmet Babaoğlu SAYI:25Haziran 2016
Dokunulmamış bir doğa arayıp bulmak veya onu yeniden yaratmaya çalışmak nasıl da püriten bir çabadır. Uzaktır onların doğası. Neredeyse zihinde kurulmuştur ve bir türlü hayata geçmemektedir. Umutsuz ütopik komünistleri, mesih’in bir türlü gelmediği, beklemekten yorgun düşmüş mesiyanik tarikatları andırırlar.

Peş peşe ve aklıma geldiği gibi sorsam ve öylece konuya girsek, olur mu? Tabiatla kavgalı mıyız? Tabiatla dost olmaktan söz etmek ne anlama geliyor?

Tabiatla kavgalıyız tabii… Zaten insan kavga etmeden duramaz ve kendisinden daha güçlü olup da ısrarla kavga ettiği ve hatta hep yenebileceğini düşündüğü tek şey tabiattır. Ama böyle konuşmanın faydası yok! Bir yığın basmakalıp şeyi art arda söyleriz, o kadar! Eh, bu çağda o klişelerle gönül de çalınıyor, o da ayrı gerçek! Sadece 'modern insan' olarak varoluşumuz bile tabiatla bir tür kavga ama bunu hafifçe somurtarak söylerseniz, pek beğeniliyor. Herkes ve her ülke zenginleşmek istiyor ama bir taraftan da tabiatla 'barışmak' peşinde! Mümkün mü? Hem toprağa kazık çakacaksın hem de canının yanmadığını düşüneceksin! Yalan, yalan üstüne! Bir çıkmaz var burada. Fakat, bu da bir yana, önce 'tabiat' kavramının bizzat kendisiyle olan kavgamızı konuşmalıyız. Her yöne çekilen ve bir türlü ele avuca sığmayan bir kavramlaştırmayla bu işin içinden nasıl çıkabiliriz? Epistemolojik (bilgi teorisi açısından) bir problem var bir kere. İnsan tabiata ait değil mi? Niye onu ayırarak tabiatı konuşmaya çabalıyoruz? Niye hep böyle bir ayrımı doğru kabul etmeye yatkınız? Bu çok ciddi bir sorun. Bir bilim insanı ile elinde Starbucks kahvesiyle şirket bahçesinde sırtını ağaca dayayıp çektirdiği fotoğrafın altına 'tabiatla baş başayım' yazan kız aynı şeyden söz ediyor olabilirler mi? Hah, bir de ekolojist paradigmanın 'doğa'sı var. O da bayağı farklı. Kavramlar hiç masum değil elbette ve hiçbiri birbirinin aynısı değil. Makyaj uzmanları da 'natürel' demeyi seviyor. Tonla boya sürülüyor yüze fakat hiç makyaj yokmuş gibi bir etki veriliyor. Bu 'natürel makyaj' oluyor.

Bir dakika! Burada duralım. Ekolojistlerin doğasının farkından söz ettiniz. Nedir bu? Neresi farklı?

"Yeryüzü bana mescit kılındı" hadisi şerifinden bihaber bir mümin gibi davranıyor, ekolojistler… Bilmem anlatabildim mi? Dünyadan 'kurtarılmış' dünya, tabiattan 'arınmış' bir tabiat arıyor veya umarsızca onu inşa etmeye çalışıyorlar. Olmuyor tabii, olamıyor. Daha yalın biçimde anlatayım: Yurt dışında veya içerde bir ekolojist dükkâna gidenler ya da ekolojist bir atölyede çalışanlar bilirler; gülümsemeleri tedirgin, aşırı disiplinci, göstere göstere gösterişsiz(!) insanlar yönetir oraları çoğunlukla! Temizlik obsesyonuna yakalanmış ve her toz zerresinin evi kirlettiğine inanan ev kadınları gibi onlar da her dokunuşla bozulan bir tabiata inanmışlardır sanki. O yüzden tedirgindirler, katıdırlar, diken üstünde ve mutsuzdurlar. Dokunulmamış bir doğa arayıp bulmak veya onu yeniden yaratmaya çalışmak nasıl da püriten bir çabadır. Uzaktır onların doğası. Neredeyse zihinde kurulmuştur ve bir türlü hayata geçmemektedir. Umutsuz ütopik komünistleri, Mesih'in bir türlü gelmediği, beklemekten yorgun düşmüş mesiyanik tarikatları andırırlar. Sonra ne olur? Benim gördüğüm birçoğu sonunda ortalama bir kapitaliste dönüşüyor. Organik pazarın piyasası hiç fena değil! İşin özü şu; insanın dünyadaki özel yerini bilmeyen tabiatın 'özelliği'ni kavrayamaz. Sana 'emanet' bir tabiata inanmayıp tabiata inanmak ve onu 'Tanrılaştırmak' çok acıklı bir modern sapma!

Gündelik hayata dönelim. Şu çok sık söylenen şeye… Hani "birkaç günlüğüne tabiata kaçtım, kafamı dinledim" lafına. Haklılık payı var mı bunda?

Ben de daha geçenlerde bunu yaptım. Otel odamın balkon kapısını sabah ezanıyla açıp kuş seslerini dinlemek, fıstık ve badem ağaçlarını seyretmek, hele ikinci gün bastıran yağmurda havayı koklamak falan öyle iyi geldi ki… Ama bunlar nihayetinde hep orada geçici olmak üzerine kurulu hoşluklar. Zaten en geç dördüncü gün sadece bir seyirci olduğunu fark ediyorsun. Tabiat mı? Parasını verirsen 'seyredilen' bir şey sanki. Çünkü o ağaçları sen ekmemiş, sen budamamışsın, etrafta dolaşan tavuk, sabahları öten horoz senin değil. Onlarla hiç uğraşmıyorsun ama yumurtaları sabah kahvaltı masana geliyor. Bir gün üç-dört kilometre aşağıdaki kasabaya indim. Orada en tutulan şey ise her şeyin ama her şeyin plastikten imal edildiği mağazalar. Yaz için sandalye, saklama kabı, şemsiye, boru, merdiven falan alıyordu orta alt sınıf yazlıkçılar. Hele emeklilerin daha ötesine halleri yetmez ki! Onlar plastikler için de oturup tabiat saydıkları ve her gün onlarca mültecinin boğulduğu bir denize bakarak yazlarını geçirecek, parası yetenler de yukarıdaki ormanlık alanda yer alan otellerde "ah, tabiatla bütünleşmek ne güzel!" diyecek. Ne bütünleşmesi be kardeşim!

BİZE ULAŞIN