Mehmet Sabri Genç: TEOMAN DURALI’DA ÇAĞDAŞ KÜRESEL MEDENİYETİN ONTOLOJİSİ

TEOMAN DURALI’DA ÇAĞDAŞ KÜRESEL MEDENİYETİN ONTOLOJİSİ
Giriş Tarihi: 27.2.2024 15:20 Son Güncelleme: 26.3.2024 16:47

Merhum Ş. Teoman Duralı Hoca'mla 2007 yılında yapmış olduğum bir hasbihalde, kendilerine "Sorun Nedir? isimli mühim eserinize Hz. Ali'nin 'Başkasında görüp de nefret ettiğin şey, sana edeb olarak yeter' sözüyle başlıyorsunuz ve robota dönüştürülmüş beşerin hikâyesiyle sözünüzü sonlandırıyorsunuz. Sorun Nedir? i yazmanıza sebep olan şey robotlaşmış beşerin hiline olan nefretiniz midir?" diye sormuştum. Hocam Teoman Duralı şöyle cevap vermişti: "Varoluşumun hikmetisebebi dünyanın girmiş olduğu derin bunalımın bende yarattığı kaygıdır. Kaygıyı giderecek tedbirlerin felsefe tarafından alınması gerektiğine inanıyorum. Sorun Nedir? adlı eserimin de bir çeşit çağımızın, durumumuzun teşrihi olduğunu düşünüyorum," diye cevap vermişti.

Duralı, kendi deyimiyle "başkaldıran insanın artık olmadığı" bir dünyada, bu toprakların mümbit "kaygı"larıyla yoğrulmuş eserler kaleme alarak, dünyanın sokulduğu bunalım tünelinin son bulması için başkaldırır. Çünkü çağımızın küreselleştirilmiş İngiliz-Yahudi medeniyetinin en fazla korkup ürktüğü olay, "başkaldıran insan"- dır. Duralı'ya göre, sekülerleştirme ile insanları barışçıllaştırma yani uyuşturma çabalarının nedeni budur. İslâm ahlâkının esası, özü; "zulüm ve haksızlığa karşı başkaldırı iradesi"dir. Buna cihât denir. İslâm düşmanlığının sebebiyse, İslâm ahlâkının özündeki bu iradedir. Duralı'nın başkaldırısının manifestosu, dünyanın girmiş olduğu mevzubahis bunalımın membaının anlamını, gelişimini ve konumunu tespit için ortaya koyduğu Çağdaş Küresel Medeniyet adlı eseridir. Onun deyimiyle, varolma sıkıntısına düştüğümüz çağımızda Sorun Nedir? adlı eserin yanı sıra Çağdaş Küresel Medeniyet adlı eser, mevzubahis sorunlardan ortaya çıkan kaygılara ilişkin çalışmalardır. Tüm bu çabaların arkasında yer alan ulvi hâl Duralı'nın "kaygı hâli" ve bu hâlin "başkaldırı" olarak felsefî bir eserle ete kemiğe bürünmesidir.

Her çağın bir hükmü var

Dünya dönüşüyor. Bununla beraber insan dönüşüyor. İnsan dönüşünce tarih dönüşüyor, tarih dönüşünce tümü birden dönüşüyor. Biz insanlar için bu 'dönüşümün' en tehlikelisi, 'modern çağın hükmettiği' 'zaman idrâki'nde kendini göstermiştir. İbn Haldun'a göre "her çağın bir hükmü vardır." Ancak, yaşadığımız çağın hükmünden daha çok, çağın; iliklerimize kadar bizi esir almaya çalıştığı dirimsel ve modern iptidaî tahakkümü altındayız. Bu modern iptidaî tahakkümün, belki de en ciddi işgali; geçmişe, şimdiye ve geleceğe sâhip olan ve bir tarih verisi olan 'ben'in, 'zaman bilinci'nin işgalidir. Nitekim 'çağın hükmettiği' zaman idrâki modern döneme kadar kadîm mânevî-insanî düzlemde hayatı ve tarihi inşâ ediyordu. Sonra, Tanrısını bertaraf etmeye yeltenen modern insan, 'çağların hükümleri'ni kendi vermeye başladı.

Tarih, bireyin 'ben' bilincine ulaşmasıyla, anlamlandırma yeteneğini keşfiyle başlar. Beşerin dirimsellikten, tek boyutluluktan bir üst katmana, metafiziksel daireye geçiş süreci onu yavaş yavaş insan kılar. Hayvanların tarihini insanlar yazar, ancak hayvanların kendi tarihlerini yazdıkları görülmemiştir, çünkü salt biyolojik olarak yaşayan canlıların metafiziksel tarafları olmadığından, 'tarih' denilen fizik ötesi idrâke konu edebilecekleri mücerret bir alanı oluşturamazlar. Bu bağlamda insanın evrendeki konumunu, insan olmayı gerçekleştiren yeteneklerin mâhiyetini ve bu yeteneklerin tarihi nasıl oluşturduğunu felsef, bir temelde inceleyen alana "Tarih Metafiziği" denir. Merhum Teoman Duralı'nın Çağdaş Küresel Medeniyet adlı eserinde yönelttiği "Çağdaş medeniyet nedir? Çağdaş medeniyetin dünya görüşü ve anlayışı nedir? Çağdaş medeniyetin kaynağı nedir? Çağdaş medeniyet ne bildirmek iddiasındadır ve neyi temsil eder?" gibi soruları kendisi tarih felsefesi çerçevesinde ele aldığını söylemektedir. Bizlerinse
bir adım daha öteye gidip "Çağdaş Küresel Medeniyetin Ontolojisi" dememizin hikmetisebebi de şudur ki merhum üstadımızın bu husustaki düşüncelerini, bahsettiğim Tarih Metafiziği çerçevesinde ele alıp, yine aynı medeniyet menbaından neşet eden geleceğimizi belki de daha da derinden etkileyecek olan Transhumanizm, Metaverse, Yapay Zekâ, Beşeri Kimlikler gibi konuları Duralı'nın düşünceleri doğrultusunda yeniden ele alma çabasını gütmek ve bu türden çabaların önünü açmak olacaktır.


Sümerlerden Çağdaş Küresel Medeniyete

Çağdaş Küresel Medeniyet adlı eser, küresel düzenin, Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetinin çerçevesini belirleyen değil, çerçevesini darmadağın eden ve Türkçe'de bu alanda bu hâliyle ele alınan tek eserdir. Bu eserin ana sorusu şudur: "Bugün dünyayı ve insanlığı sarmış dev sorunların halledilmesi için elzem gözüken 'Çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyetine seçenek oluşturabilecek yeni bir medeniyet biçimini ortaya çıkarmanın zihnî ile maddî zemini var mıdır?' sorusunun cevabını kimden bekleyeceğiz?"

Duralı, Çağdaş Küresel Medeniyetin kaynağını anlatmaya Batı ve Doğu medeniyetleri camiaları arasındaki ayrımları yaparak başlar. Bu çabasını; antropolojik, biyolojik, arkeolojik tarihi ve felsefî verilerle besler. Batı medeniyetleri camiasının aslı Mezopotamya'daki buğday kültürüne yani yabani
buğday tohumlarının ekilip biçilmesine dayanır. Nitekim kültür, Latince anlamıyla "ekip, biçmek" demektir. Doğu medeniyetleri camiasıysa, Güneydoğu Asya'daki pirinç kültürüne dayanır. Bu ekip biçme olayları iktisadi meseleleri ortaya çıkarır. Batı Medeniyetleri camiasının temeli olan buğday kültüründen neşet eden medeniyetler Mısır Medeniyeti, Asurlar, Babiller ve bilhassa da Sümerlerdir. Sümerlerin tarihi başlatan icadı Yazı'dır ve insanlığa sundukları bir başka katkı da devlet organizasyonlarıdır. Yazı, eşi benzeri olmayan bir yeniliktir.

Yine Sümerlerin tekniğe, zanaata en büyük katkılarından birinin başında tekerlek gelmektedir. Tekerlekle mesafeler kısalır ve gittikçe pazar genişler. Tekerleğin 19. yüzyıldaki karşılığı beş bin yıldır yapısı korunan demirin levha hiline dönüştürülmesiyle ortaya çıkan makinenin buharın oluş süreci çözülerek ortaya çıkarılan enerji ile çalıştırılması olayıdır. İngiltere'de buhar makinesiyle çalışan geminin ve ardından yine aynı düzenekle çalışan lokomotifin icadıyla mesafeler daha da kısalmış ve çağların dönüşüm hızı, tarihte eşi benzeri olmayan bir şekilde artmıştır. Bu dönüşümler; toplumsal, kültürel, zihni ve psikolojik birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Sanayi Devrimi sonrası artık hiçbir şey eskisi gibi olmamıştır. Büyük ayrışma hâlâ devam etmektedir.

"Seçeneksiz bir medeniyetle mi karşı karşıyayız?"

Bahsi geçen yeniliklerin ötesinde insanlığın karşılaştığı en önemli hadiselerden biri de tek tanrılı vahiy dinlerinin ortaya çıkmasıdır. Bu durum, insanlık tarihinde yeni bir çığır açmıştır. İlginçtir ki; bu vak'a da buğday kültürüne sahip coğrafyalarda ortaya çıkmıştır. Doğu medeniyetleri camiasında ortaya çıkan Şintoizm, Budizm, Mecusilik, Zerdüştlük gibi dinler doğu medeniyetlerinden çok batı medeniyetlerini etkilemiştir. Tüm bu gelişmelerin ötesinde, insanlık tarihinin buluştuğu en kışkırtıcı yenilikse yine Batı Medeniyetlerinde ortaya çıkmış olan Felsefe-Bilim geleneğidir. Bu hadise de evvela Doğu medeniyetlerini etkilemekten ziyade Batı medeniyetlerini etkilemiştir. Dolayısıyla, tek tanrılı dinler ve felsefe bilim geleneğinin ortaya çıkmasından sonra batı medeniyetleri camiasında çok ciddi değişimler olmuştur.

Eserinde "Çağdaş Küresel Medeniyet"i çırılçıplak teşrih masasına yatıran Duralı aynı zamanda: "Seçeneksiz bir medeniyetle ve onun ideolojisiyle
mi karşı karşıyayız?" diye son soruyu sorar ve bu eserini "ümit" başlığıyla bitirir. Bu son bölümde, insanlığı tüm unsurlarıyla tüketen ve seçeneksiz bırakmaya çalışarak karşısına dikilen küresel medeniyetin ve onun resmi ideolojisi olan Hür Sermayeciliğin, tarihi hem manen hem de maddeten noktalayabileceği tehlikesine karşı başkaldırı mahiyetinde manifesto maddeleri sıralanır, çareler aranır. Duralı bu şeytanî güce karşı koyabilmek için "Seçenek nedir?" diye sorar ve şu maddeleri sıralar: 1. Tarihte görülmüş olan bir medeniyet, tekrar tanzim olunarak gündeme mi çıkarılmalıdır? 2. Şimdiye değin yaşanmamış olan bir medeniyet mi inşa olunmalıdır? 3. Şu anda yürürlükte olan medeniyetle dilektik ilişki içerisinde onu kendi doğrultusunda değişikliğe mi uğratmalıyız? 4. Onunla (küresel medeniyetle) ölüm kalım mücadelesine girerek onu toptan ortadan mı kaldırmalıyız?

Kurtarıcı zihnî mücadele

Duralı, mevzubahis eserinin son bölümünde ortaya attığı bu dört önemli maddedeki soru/sorunu yanıtlamaya, neticelendirmeye çalışır. Ona göre bu küresel medeniyetin yıkıcılığından kurtulabilmek için onunla ölüm kalım mücadelesine girmek imkânsızdır ancak tek makul çare; "dialektik ilişkide bulunarak tebliğin öngörüp gösterdiği doğrultuda ahlık ile adâp çerçevelerini İngiliz-Yahudî medeniyetine kabul ettirirken, ikincinin, birinciyi bilim, fen ile iktisat sahalarında yeniden yapılandırmasıdır. İngiliz-Yahudi medeniyeti, ahlakça, adapça -manen- İslamlaşırken, insanlık, yakın gelecekte kendisini bekleyen feci sonu hazırlayan iki aşırı ucun -sefillik ile sefihlik- 'cazibe' alanından kurtulacaktır.

Bu kurtarıcı zihnî mücadele sürecini boşandırıp bunun başını çekmeye en yatkın kadro, felsefe- bilim sistemini kurmasına seksen yıl önce 'ramak kalan' ve İslâm âleminde Yeniçağ dindaşı Batı Avrupa medeniyetinin işleyiş ile zihniyetini en yakından tanımış olan ve yeniden Müslümanlığa dönmek gayretini gösteren bir kısım Türk düşünür araştırmacısı tarafından oluşturulabilir. Böyle kadrolar, eğitim-öğretim yoluyla kurulabilirler." Duralı, İslâm medeniyetini, İngiliz-Yahudi medeniyetinin tek rakibi ve hasmı olarak görür. Ancak İslâm medeniyetinin yeni baştan inşası gerekmektedir. Bu inşa işiyse ancak ve ancak, İngiliz-Yahudi medeniyetinin şablonuna uygun bir şekilde ve inkırâz bulmuş klasikten esinlenerek becerilebilir. Duralı, İngiliz ile Yahudi terimlerinden herhangi bir kavme ya da dini topluluğa işaret etmez. Bu terimler aracılığıyla ortaya koyduğu "İngiliz-Yahudi medeniyeti" adlandırması, o kavimlerden çıkıp gelişmiş kültür yapıları ve bunların çağdaş hayat ile etkilerinin incelenmesi içindir. Bu sebeple, Duralı'nın düşüncelerini "Yahudi düşmanlığı" veya herhangi bir kavmin aşağılanması olarak algılamak gülünç olacaktır.

"Hakk'ın insanı, ümidin insanı"

Duralı, kaleme almış olduğu tüm eserleriyle, dersleriyle, konferanslarıyla, TV söyleşileriyle vs. bir başkaldırma hareketi olan İslâm'ın bu kuvvesini ortaya çıkarması için çaba harcar. Müslümanlara, Müslümanlığın manâsının, Çağdaş Küresel Medeniyetin tek dişine karşı, haksızlığa, zulme, suiistimale, sömürüye, sömürgecilik ile emperyalizme, ırkçılık ile kavimciliğe başkaldırı iradesi olduğunu hatırlatmak için dünyanın girmiş olduğu derin bunalımın onda yarattığı "kaygı"yı, varoluşunun hikmetisebebi olarak bağrına basar. Bu kaygısının ancak ve ancak felsefe aracılığıyla ete kemiğe bürünebileceğinin farkındadır. Bu sebeple, felsefeden yoksun ya da felsefileşemeyen bir kültürün veya medeniyetin böyle bir kaygıyı anlamasını beklemek beyhudedir.

Duralı'nın eserleri aracılığıyla ortaya koymak istediği derin düşüncelerin anlaşılmadığını veya bu düşüncelere gerektiği kadar iltifat edilmediğini ne yazık ki müşahede etmekteyiz. Nitekim kendisi de bu hususu bir söyleşisinde üzüntüyle ifade etmiştir. İltifat "yöneliş" demektir. Marifet de iltifata yani yönelişe tabidir. Bu yönelişin evvela devlet tarafından gerçekleştirilmesi gerekir. Ele alınan mevzubahis rakip medeniyetler eğer filozoflarının düşüncelerine yönelmemiş olsaydı, bu kadar güce sahip olamazlardı. Emaneti ehline vermeselerdi, harap olurlardı.

Büyük Türk filozofu Merhum Teoman Duralı, küfürden ihsan beklemeyen insanları, kendi mümbit kaygı cephesinde haysiyetle ve ümitle; "Bu çağın değerden yoksunlaştırılmış, değer içeriğinden kopmuş kalıplarını baştan aşağı değiştirmek lâzım. Devrim şart! Devrimin başta gelen hedefi insanı işkembeye tapan varlık olmaktan çıkarıp tekrar gönül varlığına döndürmektir," diyerek beklemektedir. Zira onun deyimiyle; "Ümidi yitirmek günahların en büyüklerindendir." Ümit edilir ki bu kaygı; yenidünya düzeni tarafından kile, çamura, robota, ümitsiz trajik bir varlığa dönüştürülmüş beşere
yeniden bir insan şekli verir ve no insana "Hakk'ın insanı, ümidin insanı (Homo spes)" adını koyarak bir devrim gerçekleştirir.

BİZE ULAŞIN