Hakkı Öcal: MEMLEKETİM TÜRKİYE

MEMLEKETİM TÜRKİYE
Giriş Tarihi: 25.4.2023 10:56 Son Güncelleme: 25.4.2023 11:08

Memleketimizin yedide birini, halkımızın sekizde birini, adeta değil, kelimenin tam anlamıyla yerinden oynatan bir afet gerekti memleketin ne olduğunu yeniden idrak etmemiz için.

"Memleketin nire, hemşerim?" Bu soruyu, sanırım ilk Ankara'dan Yerköy'e giden yolcu treninde duymuştum. Sonra, Malatya'nın Hekimhan ilçesindeki maden şirketine tercüman olarak giderken otobüslerde sık duydum.

Editörümüz Birol Biçer, aylık ödevi "Memleket üzerine yazacağız!" diye verdiğinde aklıma ilk gelen bu soruya verdiğim cevap oldu. Yıllar boyu… Lisedeyken, üniversitedeyken, gazeteci olarak, adeta künyemi sayardım memleketin büyüklüğüyle, çeşitliliğiyle övünürcesine:

"-Annem Yozgatlı… Babam Çorumlu. Ben Ankara'da doğdum Liseden itibaren Yozgat'ta

okudum; ben küçükken babam Kavaklıdere'yi, Hisar'a tercih edip, bizi bırakıp gidince Kırıkkale'de teyzemle-eniştemin yanında okudum. (Kavaklıdere'de şarap vardı; Hisar'da iki çocuklu bir ev! Onu da suçlamamak lazım… Memleket büyüktü, ne de olsa!)

Kırıkkale'den trene biner, Yerköy'de inerdik. Yerköy Yozgat'ın istasyonu gibiydi. Burunsuz otobüsler çıkmıştı o zaman; ama teyzem asla onlara itimat etmez, "Baba çıksın otobüsün de. Güzel trene bineriz!" derdi. Biz burunlu otobüse doluşur, Yerköy'e giderdik.

Güzelim treetrafa saçmamak lazım evladım.m Güç halle kazanıyoruz" diye izah ederdi) yolcu treninden değil, yük trenine bağlanan iki yolcu vagonundan bilet alır; her bir istasyonda karşıdan gelen yolcu treninin geçmesini bekleyerek neredeyse iki günde Kırıkkale'ye vasıl olurduk, ne yazık ki her zaman güzel olmaz, eniştem, cimrilik belasına (ki o bunu "Paraları etrafa saçmamak lazım evladım. Güç halle kazanıyoruz" diye izah ederdi) yolcu treninden değil, yük trenine bağlanan iki yolcu vagonundan bilet alır; her bir istasyonda karşıdan gelen yolcu treninin geçmesini bekleyerek neredeyse iki günde Kırıkkale'ye vasıl olurduk.

Şairlerden memleketi sevmeyi öğrenmek

Şimdi sanırım tren yolculuğunun en uzunu, gençlerin eğlence turları yaptığı Doğu Ekspresi. Ankara-İstanbul 4,5 saat! Böyle bir yolculuk için sanırım kimse iki gün önceden börekler, çörekler, zeytinyağlı biber dolmaları, yaprak sarmaları hazırlamıyordur.

Ve dolayısıyla kimse kimseye "Memleket nire, hemşehrim?" diye soramıyor olsa gerek.

Dört buçuk bilemedin beş saat! O ucu ile bu ucunun farkı ne?

Lisede, İbrahim Ahit Öztokat Hoca sayesinde bir memleket şairi ile tanıştım:

"Memleketim, memleketim, memleketim,

Ne kasketim kaldı senin ora işi

Ne yollarını taşımış ayakkabım,

Son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,

Şile bezindendi.

Sen şimdi yalnız saçımın akında,

Enfarktında yüreğimin,

Alnımın çizgilerindesin memleketim,

Memleketim,

Memleketim…"

Adını birbirimize gizlice fısıldadığımız Nazım Hikmet'ten, memleketi, kasketi, gömleği, Şile bezi, ayakkabıcısı, derdi, icabında hasreti ile sevmeyi öğrendik.

Sonra Ahmet Arif'ten memleketi uzak tarihiyle sevmeyi öğrendik:

Beşikler vermişim Nuh'a

Salıncaklar, hamaklar,

Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,

Anadoluyum ben,

Tanıyor musun?

Sonra yakın tarihiyle Necip Fazıl'dan, tek tek nehirlerini, ovalarını ve oralarda can veren kahramanlarını:

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;

Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;

Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,

Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.

Belki biz bu memleketçilik sevdasıyla fazla Ankaralı, biraz fazla Yozgatlı, Sivaslı olduk. Erzurumlu, Vanlı olduk. Arama-kurtarma çalışmalarına katılan madenciye televizyon muhabiri, "Enkazın altına girerken canınızı düşünmüyor musunuz?" sorusuna, eğerböyle sorulara verilen cevaplara Nobel ödülü verilseydi kesin ödül alacak şu cevabı verdi:

"-Yok, bizim canımız yok. Bizim canımız Türkiye."

O günden beri aradım taradım, hakkında makaleler yazıldığı halde bu genç adamın adını sanını hiçbir yerde bulamadım. Hani Batı kültüründe bizim "Mehmetçik" dediğimiz vatan evladı askere, "Unknown Soldier" (Meçhul Asker) denir ya! O hesap. Bu genç adamın her yerde videosu var; ama adı yok!

Belki de böylesi daha iyi. Çünkü bize böyle peygamberane birders veren ve "memleketin nire" olduğunu öğreten insanın, bir esrar perdesine bürünmesi belki daha iyi.

Memleket Türkiye. Türkiye ise bizim canımız.

Bizim aslında Nazımlardan, Ahmet Ariflerden, Necip Fazıllardan öğrendiğimiz de buydu: kasketiyle, kumaşıyla, kaderiyle, Sakarya'sıyla, bulutuyla, dağıyla, ovasıyla, Trakya'sıyla, Anadolu'suyla memleket, bütün Türkiye'dir. Türkiye ise canımızdır.

Memleketin ne olduğunu unutmayalım Kızılırmak'ı geçen köprüde, teyzem duaya başlardı; önce hayırlısıyla bu derya gibi nehri kazasız-belasız geçmek için… Sonra, Yozgat'tan gelen ve sürekli Batı Trakya'daki köylerini anlatan "mübadil" komşularını hatırlayarak devam ederdi:

"-Allah canımızı alsın da bizi memleketsiz koymasın evladım."

"İstanbul Rumları" ile Trakya Türkleri arasında yapılan bu talihsiz zorla-göç hareketi belkin bize, Osmanlıya, Çanakkale'den, işgalden ve Sakarya'dan sonra memleket kavramını öğreten büyük derslerden biri oldu.

Sonra bunu bir başka şair, bağımsızlık destanımızı marşlaştıran Mehmet Akif zihnimizekazıdı:

Cânı, cânân, bütün varımı alsın da Hudâ

Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Memleketimizin yedide birini, halkımızın sekizde birini, adeta değil, kelimenin tam anlamıyla yerinden oynatan bir afet gerekti memleketin ne olduğunu yeniden idrak etmemiz için.

Memleket canımdır hemşehrim... Canımızdır… Anamızdır, babamızdır, kız kardeşimizdir, ağabeyimizdir, oğlumuz, kızımız ve eşimizdir.

Dilerim, dileriz, bunu artık hiç unutmayız.

BİZE ULAŞIN