Mehmet Hakan Kekeç: Korona'nın hatırlattığı: Veba Salgınları

Koronanın hatırlattığı: Veba Salgınları
Giriş Tarihi: 14.03.2020 14:16 Son Güncelleme: 14.03.2020 14:17
İhtiyar dünyanın tarihine, bitmek bilmeyen toprak mücadeleleri kadar damga vurmuş bir fenomen daha var: Bulaşıcı hastalıklar. Salgınlar en az savaşlar kadar tarihin seyrine yön verdi.

Tarih dendiğinde akla ilk kanlı savaşlar ve korkunç istilalar gelir. Sanki tarih demek salt çatışma demekmiş ya da tarihin seyrinde tek belirleyici olan kılıç ve mızraklarmış gibi algılanır. Oysa, ihtiyar dünyanın tarihine, bitmek bilmeyen toprak mücadeleleri kadar damga vurmuş bir fenomen daha vardır: Bulaşıcı hastalıklar.

Leo Huberman, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla adlı çalışmasında, salgın hastalıkların neden olduğu toplumsal ve siyasal dönüşümlere örnek olarak şöyle der: "Veba, Ortaçağ toplumunda yaşamı her yönden değiştirdi. Alaşağı edilen ilk kurum feodalizm oldu. Köylülerin toplu ölümleri emek kıtlığına yol açtı ve işsizliğe son verdi. Korkuya kapılan toprak sahipleri ücretleri iki katına çıkardılar. Topraklarını böldüler ve daha önce ömür boyu emeğine sahip olduklarını düşündükleri insanlara kiraladılar. Köylüler, daha iyi çalışma koşulları için seslerini yükseltmeye başladılar".

Bulaşıcı hastalıklar konusu son bir buçuk aydır yeniden gündemimizde. Çin'in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve kontrol edilemeyen şu virüs ister istemez bilinçaltında istirahat hâlindeki kaygılarımızı alıp su üstüne taşımış görünüyor. Korona virüsü nedir, vebaya benzer mi, nasıl yayılır, nasıl sonuçları olur ve nasıl yok edilir gibi soruların muhatapları doktorlar ve mikrobiyologlar. Fakat, ne söylenirse söylensin, genlerimizin bugünlere getirdiği bir şüphe ve okuduklarımızın öğrettiği bir kaygıyla "acaba…" diyoruz her birimiz içimizden, "Korona, tarihin 'Kara Ölüm'ü gibi dünyanın dört bir yanına yayılıp büyük kırımlara yol açar mı?" Allahuâlem.

Bu yazıda, başta veba olmak üzere tarihteki büyük bulaşıcı hastalıkların nasıl ortaya çıktığına ve ne gibi sonuçlar doğurduğuna odaklanacağım. Böylece, ilk paragrafta biraz değindiğim; bulaşıcı hastalıkların en az savaşlar kadar tarihin seyrine yön verdiği tezini okurlara olabildiğince aktarmaya çalışacağım. Zannediyorum şifa olmayacak fakat Korona'nın durdurulamaması durumunda büyük dönüşümlere sebep olacağı sonucuna (belki de kendimizi distopyanın tam ortasında bulacağız), henüz yaşamadan varmış olacağız.

Tarihte ilk salgın: Galen'in Vebası

Bulaşıcı hastalıklar, çoğunlukla, ortaya çıktığı coğrafyada kalır. Bu noktada, yerelde kalan ve biten salgınlar ile pandemik (yani bir ya da daha fazla kıtaya etki edecek kadar yayılan) hastalıkları ayırmak gerekir. Zira hastalığı bir sorun olarak dünyanın gündemine taşıyan, ortaya çıktığı alanda kontrol edilememesi ve kıtaları aşarak yayılmasıdır. Elbette bir dünya savaşı tesiri gösterip dönüşümlere yol açanlar da bu kontrolden çıkan hastalıklardır. İşte bu pandemik dediğimiz hastalıklar "Roma fikri" ile birlikte görünüyor. Yani, Akdeniz etrafında yer alan ve birbirine deniz taşımacılığı ile bağlanan kentler. Bilhassa, ticaret ve kıtaları aşan seferler yüzünden...

Kemal Özden ve Mustafa Özmat, "Epidemic and the City: Social, Political and Economic Results of Plague of 1347 in Europe" adlı ortak makalelerinde bunu şu şekilde açıklıyorlar: "Gemilerin ahşap olması nedeniyle veba mikrobu buralarda barınacak ve üreyecek uygun bir ortam buluyordu. Gemilerdeki mikrop, her limanı ziyaret ediyor, ticaret mallarına bulaşan veba mikrobu, ticari mal hareketleri ile Avrupa'nın içlerine doğru yayılıyordu." Roy Porter da The Greatest Benefit of Mankind adlı eserinde "İmparatorlukların salgın hastalıkların yayılmasını kolaylaştırdığını" aktarıyor.

Tarihte kaydedilmiş ilk pandemik hastalık MS 2'nci yüzyılda görülüyor: Galen'in Vebası… Araştırma eserlerine veba adıyla geçmiş olsa da emin değiliz. Belki çiçek hastalığı belki de kızamık… Hastalığın nasıl ortaya çıktığı ve ne gibi -demografik- sonuçlar doğurduğuna dair kaynağımız, Romalı tarihçi Dio Cassius. Roma'nın belki de en sıradışı ve "neşeli" imparatorlarından Lucius Verus döneminde ortaya çıkıyor hastalık. Neden mi?

İmparator Verus döneminde Roma'da birinci gündem Perslere karşı Ermeni Krallığı'nı ele geçirme yarışıydı. Dolayısıyla birçok defa Yakındoğu seferi gerçekleştiriliyordu. İmparator Verus bu seferlerde "Armeniacus" takma adını alacak kadar başarılı olsa da Roma'ya bunun faturası ağır oldu: Yakındoğu'dan getirilen bir bulaşıcı hastalık, kısa zaman içinde Roma'da günde tam 2 bin kişinin ölümüne sebebiyet verecek kadar ilerledi. Ölenlerden biri de İmparator Verus'tu (MS 169). Bu süreçte Roma nüfusu tam yüzde 30 oranında azaldı. Peki ya sonra?

Neşeli imparatorun ölümü

Roma'nın 3'üncü yüzyılda büyük bir siyasi kriz yaşadığını bilenler bilir (Derinlemesine bilgi isteyenler, Peter Brown'ın Geç Antikçağ Dünyası kitabını okuyabilir). İstikrarsızlık, İmparatorluk başkentinin kadim Roma'dan İzmit'e taşınmasına dahi neden oldu. Öyleyse soralım: Galen'in Vebası'ndan sadece birkaç yıl sonra yaşanan siyasi ve toplumsal krizler, salt tesadüf müdür? Tarihçi Onur Sadık Karakuş, konu hakkındaki makalesinde şöyle diyor:

"Yaklaşık yirmi yıllık bir sürede Roma nüfusundan 7-15 milyon arası kişinin ölümüyle sonuçlanan bu salgın, Roma İmparatorluğu'nun çöküşünün başlangıç aşamalarının ilki olarak görülmektedir. Bu salgının sonucunda Roma ordusu önemli ölçüde azalmış, bunun ortaya çıkardığı asker ihtiyacı barbar halklara olan bağlılığı artırmış, köleler ve üretimin ilk halkası olan kesimlerin ölümüyle iş gücünde meydana gelen eksiklik üretimi de etkilemiş, pek çok soylu aile ortadan kaybolmuş ve imparatorluk ekonomisi büyük bir krize girmiştir." Bunlara bir de Hint-Roma ticaretinin bitme noktasına geldiğini eklemek gerekiyor.

Veba hastalığına neden olan bakteri, "yersinia pestis". Galen'in Vebası'nda hastalığın adı, yani veba geçiyor olsa da aslında bu bakterinin neden olduğu üç tarihi pandemi (kitlesel salgın) bulunuyor. Nükhet Varlık'ın Akdeniz Dünyasında ve Osmanlılarda Veba adlı çalışmasından aktarıyorum: "Birinci pandemi Justinyanus vebası diye bilinir (541'den yaklaşık 750'ye). İkinci pandemi Kara Ölüm diye ünlenendir (1346 – 53. Fakat artçı etkileri yüzyıllarca devam etmiştir). Üçüncü ise Hong Kong'ta ortaya çıkmıştır (1894)."

Antik Yunan'ın sonu

Bunlar dışında, örneğin, 16'ncı yüzyılda Meksika nüfusunun neredeyse yarısını götüren kanamalı ateş salgını veya 19'uncu yüzyılda bir milyon Rus'un ölümüne neden kolera salgını gibi büyük tesirli hastalıklar dünya tarihinin en karanlık günleri olarak kayda alınmış olsa da, pek tabii bir dergi yazısı ölçeğinde yerim olduğundan bundan sonraki bölümlerde veba bakterisinin sebep ve sonuçları bağlamında ilerleyeceğim.

Justinyanus vebası en büyük etkisini bugün İstanbul dediğimiz Konstantinopolis kentinde göstermişti. Bizanslıların "günahkarların bedeli" diyerek anlamlandırmaya çalıştığı hastalık, hayvandan insana bulaşmıştı (zoonoz). Kara sıçan (Rattus rattus)… Philip L. Armitage, bu türün Hindistan alt kıtasından Avrupa'ya göçmüş olduğu bilgisini veriyor. Frederique Audoin Rouzeau da kara sıçanların yayılım alanı ile ticaret yolları arasındaki paralelliğe dikkat çekiyor (yani Rattus rattus'un İstanbul'a Yenikapı'ya yanaşan bir gemiyle geldiğini söyleyebiliriz).

Türün fiziksel özellikleri iyi tırmanmasına olanak sağlıyor ve evlerin çatılarında sotelenip Bizanslı Rumların yiyeceklerine ortak çıkmalarına imkân veriyordu. Dönemin tarihçisi Prokopios, hastalığın dört ay sürdüğünü söylüyor. Bizans hakkında tarih kitabı yayımlamış ender Türklerden Radi Dikici, 500 bin nüfuslu İstanbul'un dört ayda 270 bin kaldığını ve hastalığa yakalananlardan birinin de imparator Justinyanus olduğu bilgisini veriyor (532 yılında büyük Nika ayaklanmasından paçayı zar zor kurtaran İmparator, vebadan da sıyrılmayı başarmış, iyileşmişti). Ya sonuçları?

Avrupa'nın en karanlık günleri

Prokopios "veba dört ay sürdü" dese de artçı etkileri yaklaşık iki yüzyıl sürdü. "Fallmeray'in de inandığı üzere Yunan nüfusa indirilen nihai darbe 756 yılında veba salgınının İtalya'dan bölgeye sirayet etmesiydi. Bu salgına ait referans, 10'uncu yüzyıl imparatorluk katiplerinden Porfirogennatos'un o meşhur alıntısında mevcuttur. "Porfirogennatos, bu korkunç veba salgınından sonra bütün toprakların Slavlaşmak suretiyle barbarlaştığını" ifade ediyor büyük Bizans tarihçisi Alexander A. Vasiliev. Bugünkü Yunanistan'ın o kadim Yunanistan olmadığını, Yunanların da o antik çağda yaşayan Yunanlar olmadıklarını, dillerindeki Slav tesirinden dahi biliyoruz.

1348 yılına girildiğinde Avrupa'nın nüfusu 100 milyona yakındı. 1351'de ise 70 milyon kadar kaldı. Örneğin Montpellier kentinde 5'te 4 oranında azalma oldu. Bunun nedeni, popüler kültürde "Kara Ölüm" olarak bilinen korkunç veba salgınıydı. Hastalık ilk, Kırım'daki Ceneviz kolonisi Kefe'de görülmüştü. Hastalıktan kaçmak için Avrupa'ya dönen İtalyan denizciler, bakteriyi Avrupa'ya taşıdı. Nüfus yoğunluğu yaşayan Avrupa bir de don krizleriyle uğraşıyor, kıtanın yarısından çoğu açlıkla mücadele ediyordu. İstilalardan korunmak için sokaklar dardı ve kanalizasyon sistemi bulunmuyordu. Soğuktan korunmak için çoğu yerde de hayvanlarla beraber uyunuyordu. Yani bakteri, çabucak yayılmasını kolaylaştıracak şekilde, karşısında bağışıklıkları düşük köylü ve kasabalılarla dolu yorgun bir kıta buldu. Çabucak yayıldı da.

Kilise, hastalığı yaygın ahlaksızlığa bağlayıp ölüleri teşhir de etmeye kalkınca; bir şekilde bakteriye gün doğdu. Veba, bilhassa kentlerin mimarisi konusunda değişimlere neden oldu: "Avrupa'nın veba salgınlarından kurtulmasının ve salgınların bir daha tekrarlanmamasının önemli nedenlerinden biri, mevcut yapı stoklarının iyileştirilmesi ve sağlıklı yeni yapı stoklarının üretilmiş olmasıdır. Veba Avrupa'da mimariyi ve yapılarda kullanılan teknikleri ve temel yapı malzemelerini önemli ölçüde değiştirmiştir. Avrupa, vebadan kurtuluşunu bir bakıma, evlerin yeniden planlanmasına borçluydu." (Philip Ziegler-Veba). İşin ilginci, salgının uzun vadede, ormanların kendine gelmesi, doğanın dengesini bulması, kanalizasyon sisteminin gelişmesi ve çöken demografi nedeniyle feodal zorbalığın artık mümkün olmaması gibi müspet tesirleri de olmuştu.

Osmanlı'da veba yok mu?

Osmanlı İmparatorluğu'nda vebanın izini sürmek ve yüzyıllar içinde İmparatorluğu kaç kere vurduğunu ve tesirlerini ortaya sermek upuzun ve burada işlemesi olanaksız bir konudur. Ama bilhassa Kara Ölüm'ün Osmanlı'ya dolaylı etkilerinden bahsedebiliriz. Örneğin tarihçiler Herbert Gibbons, Lynn Thorndike ve Metin Kunt, Kara Ölüm ile Osmanlı'nın Rumeli'deki hızlı ilerleyişinin eş zamanlılığına dikkat çekerler. Yani devletimiz, hastalık nedeniyle Balkanlarda yoğun demografik kriz yaşayan bölgelere rahatlıkla girebilmiş ve bakterinin tesiriyle inim inim inleyen Avrupa'dan birleşik bir savunma görmemiştir.

Osmanlı, 14'üncü ve 15'inci yüzyıl başlarında artık büyük kentleri ele geçirmiş ve denizci beylik rakiplerini bünyesine katarak denizlere de erişmişti. Dolayısıyla "Osmanlı'da veba yoktu" demek safdillik olacaktır. Halil İnalcık hocamızın verdiği bilgiye göre Orhan Gazi'nin ölüm nedeni vebadandır. Yıldırım Bayezid'in damadı Emir Sultan da vebadan hayatını kaybetmiştir. Bursa'daki Yeşil Külliye'nin mimarı ve II. Murad'ın sabık veziri Hacı İvaz Paşa da inzivadayken yaşamı veba nedeniyle son bulmuştur.

Vebanın dehşeti Avrupa'daki gibi olmasa da (denizciliğin tam gelişmemiş olması, hijyen yöntemi, mimari farklılıklar, hayvanlarla mesafeli ilişki gibi sebepleri sıralayabiliriz) Osmanlı'da da sıkıntılara neden olmuş olacak ki, Nükhet Varlık "Osmanlılarda Veba Salgınları" makalesinde 16'ncı yüzyılda alınan önlemleri sıralar ve bu sayede "kamu sağlığı bilincinin oluşmasından" bahseder. Devamında da "Salgın 1578 ila 1599 arasında en yüksek noktasına ulaştı, belli ölçüde 1600'den sonra da devam etti. Bu süre zarfında, anlaşılan hastalık kendine Osmanlı İmparatorluğu'nun hem doğal çevrede hem de şehir kasaba gibi sosyal ortamlarında sağlam bir yer tesis etmiş ve yayılmak için de aynı mübadele kanallarını kullanmıştır. Veba salgınları, 17'nci yüzyıl boyunca da devam etti ve 1697'den 18'inci yüzyılın ilk yıllarına kadar benzer tarzda tekrarlandı. (Fakat) esas itibarıyla daha hafifti. 19'uncu yüzyıldaki büyük salgınlar ise 1812-19 ve 1835-38 arasındakilerdi" der.

Salgın hastalıklar ve neden olduğu sonuçların, tarih disiplini içerisinde kendine daha güçlü yer bulması gerektiği kanaatindeyim. Çünkü yazı boyunca göstermeye çalıştığım gibi, çoğu zaman menfi ama bazen müspet tesirleri olduğu anlaşılıyor. Sebep olarak da hiç şaşmaz bir şekilde insan vurdumduymazlığı ya da bilgi ve tedavi konusundaki eksikler göze çarpıyor. Anlaşılan Korona virüsüne bu denli yayılma imkânı veren de bizleriz. Artık sadece bir an önce tedavinin bulunmasını bekleyebilir ve gerekli düzenlemelerin "tarihsel bir ilerleme" sağlamasını umabiliriz.

BİZE ULAŞIN