Gökhan Ergür: Kemal Tahir’de yerlilik vurgusu

Kemal Tahir’de yerlilik vurgusu
Giriş Tarihi: 5.10.2015 16:32 Son Güncelleme: 15.10.2015 12:13
Gökhan Ergür SAYI:17Ekim 2015
Bu toprakların insanıdır Kemal Tahir; Batı maşasıyla memleketin kalbindeki yangını körükleyenlere Anadolu’dan esaslı bir karşı duruştur. Hapishanede geçirdiği yılların ardından Tahir, kendi toplumsal dinamiklerini esas hareket noktası olarak düşünüp adımlarını buna göre atmaya çalışır. Fakat Batı menşeli, toptan kabule dayalı tezlerin ve teorilerin dışında yerli bir doktrin teklifi bile sosyalist Türk aydınlarını çıldırtmaya yeter ve şiddetli eleştirilere maruz kalır. ''İşte böyle Kemalciğim. Çalışmak. Türk halkı, sevgili memleket ve bütün namuslu insanlar için onlara layık büyük, namuslu eserler vermek lazım. Senin doludizgin çalışman en büyük tesellimdir. Sen, ben, biz bu memleketin has evlatlarıyız. Onu düşünmeden, onu sevmeden, onun için iyi ve güzel bir şeyler yapmadan geçen her günümüz azap oluyor.''

(Nazım Hikmet, Kemal Tahir'e Mapushane'den Mektuplar)

Türk insanının içindeki cevheri bulma yoluna kendini adamış bir insan: Kemal Tahir. Romancı, sosyolog, düşünür, fikir adamı ve teorisyen. Bulunduğu mahallenin kalıbına bir türlü sığmayan, söyledikleri ve yazdıklarıyla kabul görmüş gerçekleri sarsan, önüne koyulan bilgiyle yetinmeyip bu bilginin kimler aracılığıyla, hangi şartlar altında bugüne geldiğini iğneyle kuyu kazarcasına araştıran, Oğuz Atay'ın ifadesiyle; dinamik, kendini yenileyen, kendiyle ve tarihle hesaplaşabilme cesaretini göstermiş sayılı fikir adamlarımızdan biridir Kemal Tahir. Günlük tabirle, solcular tarafından tam manasıyla incelenip anlaşılmaya çalışılmamış, sağcılar tarafından kabul görmüş ama bu kabulün nedenleri derinlemesine tartışılıp araştırılmamıştır.

Bu toprakların insanıdır Tahir. Memleketin geçmişine ve geleceğine dair kafa yormuş, mesai harcamıştır. Koşulsuz kabulün getirdiği rahatlığa değil, karanlıkta kalan gerçeklerin aydınlanması yolundaki çileye talip olmuştur. İşitilmek istenilmeyenleri söylediği için ya linçe uğramış ya da görmezden gelinmiştir. Batı maşasıyla memleketin kalbindeki yangını körükleyenlere Anadolu'dan esaslı bir karşı duruştur Kemal Tahir.

Onun gündemini meşgul eden meselelerin tamamı yerlilik kaynaklıdır. Türk toplumunda üzerinde durulması gereken meseleleri şu şekilde tasnif etmiştir: Dış güçlerle boğuşmak; içte tüm tabularla, tabulaşmaya yeltenen iç ve dış kandırmacılarla mücadele etmek; eski değerleri ve yeni değerler kılığına sokulmak istenen aldatmaları açıklamak, onları yeniden inceleyip kaynaklarına ışık tutmak; tarihten kopuşumuzun sebeplerini izah etmek; tarihimizle ilintimizi niçin kesemeyeceğimizin nedenlerini ortaya koymak; tarihimizde tersine çevrilmiş gerçekleri gündeme getirmek; unutturulmaya çalışılan Osmanlı'nın yapısı, sistemi ve değerleri, Osmanlı-Türk ilintileri üzerinde durmak; üç büyük yanılgıyı (Doğu'da vurgun toplum, genel kölelik ve despotluk) aydınlatmak; Batılaşma meselesini, özellikle de Batılaşmanın saraydan geliş nedenlerini incelemek.

Devlet toplumun anasıdır

Kemal Tahir, Ulu Hakan II. Abdülhamit Han'ın evinde doğmuştur. Alaylı deniz subayı olan babası Tahir Bey sarayda Padişah'ın hünkâr yaverliğini yapar ve Yıldız Sarayı özel marangozluğuna getirilir. Düzgün kişiliğiyle Padişah'ın gözüne giren Tahir Bey devlet erkanı tarafından da takdir gören biri haline gelir ve II. Abdülhamit Han'ın ihsanıyla Vezneciler'de (Beyazıt'ta yanan edebiyat fakültesinin tam karşısında) bir ev sahibi olur. II. Meşrutiyet ihtilali ile her şey değişir ve İttihatçılar Tahir Bey'i görevden alıp Vezneciler'deki evin iadesini isterler. Bereket Tahir Bey evin maddi bedelini ödeyerek evi kurtarır.

Kemal Tahir yetiştiği çevre hasebiyle devletin ne anlama geldiğini ve Osmanlı'nın dünya tarihi için ne ifade ettiğini bilir. Gerek devlete ve devlet politikalarına, gerekse Osmanlı'ya karşı ileri sürdüğü eleştirilerde hiçbir zaman art niyetli bir tutum takınmamış, sadece gördüğü ve düzeltilirse felaha ereceğimiz yanlışları altını çizerek topluma anlatmıştır. Ona göre Doğu toplumlarında devlet, veren insandır, toplumun anasıdır, huzur ve emniyet barındıran bir kucaktır. İslamiyet öncesinde ve sonrasında da durum böyle olmuştur. Bu özellikleriyle devlet kerimdir, hayırlıdır ve en zor zamanda biricik dayanaktır.

Yerliliğe ilk vurgu

Galatasaray Lisesi'ndeki yıllarında Yeni Cumhuriyet'in taze neferlerinden biridir Kemal Tahir. Büyük bir aşkla Cumhuriyet'e, inkılaplara ve Mustafa Kemal'e bağlıdır. Ülke meselelerine son derece duyarlıdır. Mevcut gelişmelere Kemalist bir düşünce sistemiyle yaklaşan Tahir, sonraları sosyalizm ve Marksizm'e yönelir.

Çıkarttığı Geçit dergisinde Anadolu'yla alakalı bir yazı dizisi başlatır. Anadolu'nun gerçek anlamda bilinmediğini ve Anadolu romanlarının bir kurgu olduğunu anlatarak yazı dizisini şu cümlelerle bitirir: "Tekrar ediyorum, Anadolu, asırlarca şehirliden ve yazıcıdan uzak kalmıştır. Onu tamamıyla tanımak için senelerce tetkik etmeye muhtacız. Bunun haricinde yazılan yazılar, bugün bile fantezi olmaktan kurtulamayan 'milli edebiyat', 'memleket edebiyatı' yapmak olacaktır."

Zonguldak'ta geçirdiği iki yıl hariç Anadolu'yu pek tanımayan Tahir ortada bir şeylerin yanlış gittiğini fark etmiş ve yerliliğe ilk vurgusunu bu sözlerle yapmıştır. Bunda şüphesiz ki o yıllarda tanıştığı Nazım Hikmet'in etkisi büyüktür.

Yerli komünist


Gençlik yıllarında (1934) kaldığı Beyoğlu'ndaki bekâr pansiyonunda oda komşusu Türkiye Komünist Partisi Genel Merkez üyeliği yapan Mustafa Börülce'dir. Sarı Mustafa lakabıyla bilinen Börülce fikirleriyle, o zamana kadar pek bir derinlik yakalayamamış Tahir'i etkiler ve yeni bir çevreye sokar. Bu çevrede Nazım Hikmet onun için önemli bir isim olmuştur. O yıllarda ilk eşi Fatma İrfan'a yazdığı bir mektupta şöyle der: "Yarım yırtık bilgili kafama birçok kocaman mesele yığdılar. Kant, Dekart, Niçe, Engels, hatta Marx bomboş kafamda koşmaca oynuyorlar. Demokrasi, liberalizm, Komünizm, Bolşevizm, faşizm, Hitlerizm, emperyalizm fır dönüyor etrafımda. Gözleri yeni açılan anadan doğma bir kör gibiyim."

Girdiği yeni çevre Tahir'in toplumsal konulara bakışında büyük farklılıklar oluşturmuştur. Bir sene öncesinde sıkı sıkıya kör bir inançla bağlandığı Kemalizm düşüncesi artık geleceği olmayan aksak bir sistemdir onun gözünde. Tahir'in aradığı, bu topraklara ait olandır, Anadolu'nun geçmişi ve bugünüyle geleceğe dair planlar yapabileceği bir düşünce sistematiğidir. Bu noktada sosyalizmin temel fikrini bir kurtarıcı olarak görür. Nazım Hikmet'in yönlendirmeleriyle sosyalizm hakkında yazılar yazar, tartışmalara katılır ve bu yoğun çalışmaları da şöyle ifade eder: "Beni Nazım öyle bir çalıştırıyor ki, neredeyse buna 'istismar ediyor' bile diyeceğim."

1938 yılında Bahriye Davası olarak bilinen davada; Nazım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı, Nuri Tahir, Hamdi Alev, Kerim Korcan, Fatma Nuriye Yalçın ve Emine Alev ile birlikte yargılanıp 'yayıncılık yoluyla komünizm propagandası' yapmaktan 15 sene dört ay hüküm giyer. Tahir'e göre tek suçu kardeşi Nuri Tahir'e ve onun bir arkadaşına, her yerde satılan kitapları okumak için vermesiydi. Okur yazar bir kimse olduğu için hafta başında izne çıkan bahriyeliler Tahir'in kütüphanesinden kitap seçip okuduktan sonra geri getiriyorlardı. Mahkeme tutanaklarına göre 'sosyalizm, Marksizm ve komünizm' içerikli bu kitaplar Nuri Tahir vasıtasıyla Yavuz gemisine sokulmuş, askeriye içerisinde komünizm propagandası yapılmıştır.

Ülke meselelerine gençliğinde Kemalist gözle bakan, daha sonra sosyalizm ve Marksizm'e yönelerek tek parti iktidarını ve Kemalizm'i eleştiren Tahir, 1938 yılında 'donanmayı isyana teşvik'ten mahkeme kararı ile komünist olur. Fatma İrfan Hanım'a yazdığı mektupta bu durumu şöyle anlatır: "Bütün Türkiye Cumhuriyeti, Ordusu, Temyiz Mahkemesi, Hükümeti ile 'ille Kemal Tahir'i komünist yapmak istiyoruz, muhakkak komünist olmalı' diye seferber olursa; takdire tedbir uymuyor demektir. Biz de halis yerli komünist olur çıkarız. Hem komünist olmak atla deve değil ya, önümüzde 15 adet yıl var. Düşüne taşına, okuya üfleye icabına bakılır."

Mektuptan alıntıladığımız bölümden de anlaşılacağı üzere Tahir, içi boş etiketlerin, temelsiz kamplaşmaların ve ayrışmaların karşısındadır. O, Batılılaşma siyasetinin bir uzantısı olarak önümüze sürülen milliyetçi, sosyalist, İslamcı olarak tanımlanan vitrinlerden kendisini uzak tutmuş, bunun yanında Doğu toplumlarına bir model olarak sunulan Batı öncülüğünden kuvvet alan sosyalizmi de ilerleyen dönemlerde bütünüyle reddetmiştir.

Nazım Hikmet'le 16 ay ve Anadolu gerçeği

Cezası onandıktan sonra iki yıl İstanbul Tevfikhanesi'nde yatar, ardından da edebiyat ve fikriyat dünyasında köklü değişikliklere neden olacak Çankırı Cezaevi'ne nakledilir. Burada Nazım Hikmet ve Hikmet Kıvılcımlı ile birlikte yaklaşık 16 ay kalır. Sezai Coşkun, yazdığı Esir Şehrin Hür İnsanı Kemal Tahir isimli kıymetli kitapta Çankırı'nın Tahir'in romancılığındaki önemini vurgular. Daha sonraki yıllarda geliştireceği 'Anadolu gerçeğini' tam olarak ilk kez bu cezaevinde keşfeder. Anadolu insanının kişisel ve toplumsal dramının kendine mahsusluğunu, başka topluma benzemezliğini burada görür.

Nazım Hikmet'le birçok konuda çalışır, çatışır, tartışır. Nazım Hikmet onun için hapishanede maddi ve manevi dayanak noktası olmuştur. Fakat bu iki tehlikeli 'komonisti' daha fazla bir arada tutmazlar, Nazım Hikmet'i Bursa'ya naklederler. Nazım'ın yol arkadaşı Tahir'e düşkünlüğü başkadır: "Bana bak Kemal Tahir, sen bu dünyada benim Piraye'den sonra en yakın dostumsun, kardeşimsin, oğlumsun, Memet'im gibi bir şeysin biraz. Onun için senin başından geçenleri bir aylık yoldan dahi yanındaymışım gibi gayet iyi anlarım."

Ardından 1941 yılında Malatya Hapishanesi'ne nakledilir Tahir. Malatya'da artık iyiden iyiye Anadolu yerliliğini, gerçeğini görür ve içselleştirir. Katilin, eşkıyanın, hırsızın, ağanın, marabanın ne olduğunu, nasıl hayatlardan kopup mahpus damına düştüklerini uzun uzun dinler, sayfalarca notlar alır, düşünce dünyasını ve romanlarını zenginleştirir. Cemil Meriç'in ifadesiyle hapishaneyi bir laboratuvar gibi kullanır Tahir.

1944'ten 1950'ye kadar Çorum Hapishanesi'nde kalır yazar. Romancılığı ve fikirleri değişime uğramaya devam eder. Malatya'da aldığı notlarda, bireylerin kişisel dramlarına eğilirken, Çorum yıllarında ferdin dramını oluşturan gelenek ve görenekleri, toplumun farklı dinamiklerini inceler. Yine Çorum yıllarında Tahir'in Osmanlı merakı giderek derinleşir. Vaktiyle Batı kaynaklarından okuduğu Anadolu tarihini yerli kaynaklardan incelemeye başlar. Osmanlı'nın kültürel ve sosyal yaşantısını kavramaya çalışır, nitekim gördüğü farklı insan tipolojileri ve tarih okumalarıyla beraber Anadolu'nun kendine has özelliklerini romanlarında kuvvetli bir malzeme olarak kullanır.

Tabii tüm bunların yanında şiddetli bir geçim sıkıntısı da çeker. Çeşitli gazetelere edebi iddiası olmayan ürünler yazıp müstear isimlerle düşük teliflerle yayınlatır. Bu zor günlerinde yanında yine arkadaşı Nazım Hikmet vardır; mektuplaşmalarından anladığımıza göre Tahir'e zaman zaman para ve eski kıyafetlerini yollar.

Eşkıyalığı ret

Tahir artık kendi toplumsal dinamiklerini esas hareket noktası olarak düşünüp adımlarını buna göre atmaya çalışır. Fakat Batı menşeli, toptan kabule dayalı tezlerin ve teorilerin dışında yerli bir doktrin teklifi bile sosyalist Türk aydınlarını çıldırtmaya yeter ve şiddetli eleştirilere maruz kalır.

O dönemde yazdığı Rahmet Yolları Kesti isimli romanı 'toplumsal gerçekçi edebiyat'a ilk tokadı atar. Eşkıyayı bir toplum önderi, emek sömürüsüne karşı gelen kahraman, mazlumun sesi, gariplerin nefesi olarak gösteren hatta 1970'lerden beri de teröristleri bu tanımın içine sokuşturmaya çalışan toplumsal gerçekçi edebiyata karşı Tahir, durumun aslında böyle olmadığını, eşkıyalığın hırsızlıktan farklı bir meslek olmadığını anlatır. Bu tespitinde şüphesiz ki farklı hapishanelerde yıllarca beraber kaldığı ve yakından tanıma fırsatı bulduğu eşkıyaların hayat hikâyeleri önemli bir dayanak noktası oluşturur.

Tahir büyük bir romancıdır, romandaki bu ustalığı onu birçok eleştiriden de korumuştur. Rahmet Yolları Kesti, Yedi Çınar Yaylası, Köyün Kamburu romanlarının ardından Fethi Naci şunları yazar: "Kemal Tahir, roman yazmayı biliyor. Önce bu var. Romanlarının özünün tarihsel bakımdan iyi olması için de, başka romancıların pek yanaşmadığı işlere, birtakım tarihsel toplumsal araştırmalara, yani edebiyat için gerekli edebiyat dışı araştırmalara girişiyor. Güçlü romancı oluşu düşünürlüğü ile romancılığı birleştirmesinden."

27 Mayıs darbesi sonrası Fethi Naci'den ilk kurşun

Millet iradesini hiçe sayan askeri güç 27 Mayıs 1960 yılında Demokrat Parti iktidarını devirerek ülke yönetimini zorbalıkla ele geçirdi. Dönemin birçok sosyalist aydını Adnan Menderes, Celal Bayar ve diğer Demokrat Partililerin düşkün durumuyla alay ettiler. Tahir bu tutumun bütünüyle karşısında yer aldı ve bu saçma parodinin yanlışlığını her fırsatta dile getirerek neden farklı bir aydın olduğunu herkese gösterdi.

Tahir, Celal Bayar'ın Cumhurbaşkanlığı döneminde ispatlanamayan bir isnattan dolayı altı ay hapis yatmasına rağmen, Bayar'a yapılan kötü muamele sonrasında şunları yazar: "Nasıl bir rezillik bu yahu?... Anayasada 'Cumhurbaşkanları vatan ihanetinden başka bir şeyden sorumlu değildir' diye yazarsın. Sonra gece yarısı basarsın Çankaya'yı, elini kolunu bağlayıp denizlerin ortasında bir adaya atarsın! Adama kim bilir neler yaparsın ki canından bezer. 'Acaba bel kayışı ile asılıp kurtulmanın bir yolu yok mu?' diye olur olmaz işlere koşulur. Beni dehşetli ürküten bir şey var bu olayda. Komitacılıktan yetişmiş, politikada pişmiş Bayar gibi bir adamın az buz işlerde canına kıyması düşünülmez! Demek eziyet ettiler adama! Zora koştular, canından bezdirdiler sonunda." Ve devam ediyor Tahir: "Sen ne susuyor, suçlu suçlu önüne bakıyorsun? İşkenceye, zulme uğrayan sen ben olsaydık, o zaman susmaya belki hakkımız olabilirdi. Ama zulüm yapıldığını, işkence edildiğini görüyor, biliyorsak, bizim susmaya hakkımız olamaz! Biz bağırmalı, bunun namussuzluk olduğunu yere göğe haykırmalıyız." Tahir'in yerliliğinin özeti gibi bu sözler.

Darbeci yönetimin ilk icraatlarından olan toprak reformu Tahir'e göre layıkıyla yapılamayan bir iştir. Köylüye dağıtılan toprağın hangi amaçla nasıl kullanıldığını, toprakların dağıtıldıktan önce ve sonrasında ne aşamaya geldiğini, köylünün çalışma prensiplerini sorgular ve sosyalist aydınlar tarafından ağır eleştirilere maruz kalır. Edebiyat alanında ilk sarsıcı eleştiri Fethi Naci'den gelir ve bir bakıma Tahir'in kitaplarına karşı gizli bir boykot çağrısı yapar: "Kemal Tahir, tarihimize, toplumsal oluşumumuzla ilgilenen bir yazar olarak bilinir; romanları da toplumumuzdaki oluşları, değişimleri göstermeye çalışır. Böyle olunca bir şeyler bekliyor kişi. Bir yandan tarih, reform, sosyo-ekonomik rasyonel gerçek güç, temeldeki birikmeler gibi sözler ederken, öbür yandan toplumsal ve ekonomik bir olguyu aylaklıkla açıklamaya kalkışması üzerine, Kemal Tahir'in romanlarını yeniden bir okumak gerek diyorum!"

Bu tavır Türkiye'de eleştirinin nasıl işlediğini gösteriyor. Tahir'in sosyal bir konuyla alakalı yazdığı yazı Fethi Naci tarafından edebi ve duygusal bir düzleme çekilerek yorumlanmıştır. 'Eğer benim gibi düşünmüyorsan ben de senin kitaplarını boykot ederim, okumam, okutmam!' sığlığı bir hastalık gibi sosyalist 'Türk' aydınını sarar ve Tahir attığı her adımda oyun dışına itilmeye çalışılır.

Son niyetiyle

Kemal Tahir'i herkes sosyalist kimliğiyle tanır fakat onun sosyalizmi Batı için düşünülmüş, Batı sömürüsünü sürdürmeye yarayan bir sosyalizm değildir. Kafasındaki sosyalizm her çeşit sömürüyü kaldıracak, kesin hükümlere ve kalıplara bağlı kalmayan, Doğu'nun ve Türkiye'nin tarihsel üretkenliğini ve birikimini sosyalizme katan bir sosyalizmdir. Yani Kemal Tahir'in sosyalizmi Batı savunusuna soyunmuş bir sosyalizm değil, yerliliği savunan ve Türkiye'nin öncülüğünü yapacağı Osmanlı fikriyatıyla yoğrulmuş bir uygarlık projesidir.
BİZE ULAŞIN