Artık kötüler yakışıklı, güzel, baştan çıkartıcı, parlak, iyiler mıymıntı. Kötülük hep ilgi uyandırıcı, dikkat çekici ve zekice fakat iyilik neredeyse naif ve sıradan bir şey… Seri katile âşık olmak normalleştirildi neredeyse…
Yazılarınızda sürekli ninelerimizin 'kötülük' algısına geri dönmemiz gerektiğini söylersiniz… Kastettiğiniz nasıl bir şeydir?
Her işte, tutumda, duruşta ve hepsinden önce bakışta önce kötüyle iyiyi birbirinden ayırmaktır. Böylece kötülükle 'kötü insan' arasındaki bağ kopmuyor, kötülük hep görünür kalıyordu. Bir de bugüne bakın! Biz hayata ve işlerimize artık yararlı mı, yararsız mı; başarılı mı, başarısız mı; kazançlı mı, kazançsız mı diye bakıyoruz. Ayrım çizgilerimiz bu. Yani "Kötülük nereye gitti?" diye hayıflanmak için Jean Baudrillard olmaya gerek yok, ninelerimiz gibi basit bakabilseydik de, berbat bir halde olduğumuzu anlardık! Şimdi yoldan çevirdiğimiz bir gence "Kötülük nedir?" diye sorsak, size dehşet hikâyeleri anlatacaktır. Kötülük artık ya büyük bir hikâye ya da küçük mutsuzluklarımız! Ninelerimizin bizi "Aman bu düpedüz kötülüktür, sakının evlatlarım!" diye uyardığı nice şey şimdi 'zavallılık', 'hastalık', hatta bazen bir 'insan hakkı' olarak tanımlanıyor. Şeytan da zaten artık bir Hollywood kahramanı... Yetmiyormuş gibi, bir de kötülüğü çekici hale getirdik. Dizilere, filmlere bakın, hemen anlarsınız: Artık kötüler yakışıklı, güzel, baştan çıkartıcı, parlak, iyiler mıymıntı. Kötülük hep ilgi uyandırıcı, dikkat çekici ve zekice fakat iyilik neredeyse naif ve sıradan bir şey… Seri katile âşık olmak normalleştirildi neredeyse… Hayata da etki ediyor bu popüler söylem. Haydar Ergülen'in şu dizeleri halimizi anlatıyor: "başkasında kötülüğü sevmekten/kendindeki iyiliği de sevemiyor." Şu 'başkasında' kelimesinin yerine 'ekranda' koyun mesela…
Bazıları "Dünya iyilerin yüzü suyu hürmetine varlığını sürdüren fakat kötülerin muzaffer olduğu bir yerdir" derler. Özellikle makro ölçekte bakıldığında insanın buna inanası geliyor. Siz ne dersiniz?
Küçük bir değişiklik yapmama izin verin… Kazanan kötüler değil, kötülüktür. Kötüler eninde sonunda kaybeder. Laf oyunu yapmıyorum; Auschwitz mesela… O muazzam kötülük kazanmıştır! Artık onu ne kişisel ne siyasal, ne de tarihsel hafızamızdan silip atamıyoruz. Ondan çıkan kötülük hâlâ yayılmaya devam ediyor ve mağdurlarını bile kendi hizmetinin 'askerleri' yapabiliyor. Fakat Hitler kaybetti ve intihar etti. Mussolini tepe aşağı sallandırıldı, vs. Ya da nihayetinde Emevilerin bir saltanat olarak tarih sahnesinden silinişi bizi rahatlatabilir mi? Kerbela'nın açtığı yarayı yüzyıllar geçse de kapatamıyoruz… Bütün mesele orada: İyiler, kötülerle savaşırken, kötülük paçayı kurtarıyor. İyilerin varlığı ve çokluğu iyiliğin hâkimiyetine yetmiyor. Neden? Hatta makro ölçekten çıkıp mikroya, tek tek kendimize dönüp sormalı: Hani kötülükten sakınacaktık? Onu tanıyıp sakınıncaya kadar iş işten geçiyor, kötülük alıp başını gidiyor mu yoksa? Şeytan bütün bunların neresinde?
Madem lafı bu noktaya getirdiniz, ben size sorayım o zaman… Terör, kapitalizm, açgözlülük, popüler kültür, arzular seli, iş hayatı, vd. Şeytan bütün bunların neresinde?
Eyvah! Ne günahım varmış ki, bu zor sorunun ateşine kendi ayağımla düştüm! Ben size modern insanın bir iki aymazlığından bahsedeyim. Belki oradan kalkarak hep birlikte düşünmeye başlarız… Şu ruhunu şeytana satan adam Faust hikâyesini alalım. Adam düpedüz arazi spekülatörü, hatta müteahhittir! Buna dikkat etmiş miydiniz? Hayır! Yaşlı bir çiftin içinde küçük kilisesi, kulübesi ve ıhlamur ağaçları olan toprağını alıp istediği gibi kullanmak için yapmadığını bırakmaz. "Şu birkaç ağaç benim dünyalara sahip olma arzumu engelliyor" der. İş cinayete kadar varır. Peki bu ve benzeri hikâyeler laf olsun diye mi oradadır? Ne gariptir ki, okurlar ruhunu şeytana sattığı için Faust'a kızar fakat ne yaptığı konusu üzerinde durmaz. Para, güç, şan, şöhret. Faust'un anlaşma sonucu elde ettiği şey bunlardır. Modern insanın ta kendisidir yani!.. Son olarak 'korku' ve 'vesvese' konusuna dikkat çekeyim. Bunların kötülükten ayrı değerlendirilmesi dikkatinizi çekmiyor mu? İnançlı Müslümanların gündelik hayatında bile vesvese 'şer' olmaktan çıktı; psikopatoloji kutusuna sokuldu. Korku ve korkunun kaynakları sıradanlaştırıldı. Eh, öyle bir dünyada elbette teröristle savaşçının arasındaki derin fark da silinip gidecektir! İş hayatı konusuna gelince, şeytan bunun neresinde diye sormayın sakın! Neresinde değil ki?