H. Sena Kartal: Türkiye bana yeni bir hayatı öğreten topraktır

Türkiye bana yeni bir hayatı öğreten topraktır
Giriş Tarihi: 18.11.2019 15:39 Son Güncelleme: 20.11.2019 14:40
İçimdeki boşnak kimliğim, Bosna’ya daha çok destek verebilsin, kol kanat gersin diye Türkiye’nin gelişmesini istiyor.

Savaşta yediklerimiz sayılı ve sınırlıydı. Böcekli makarnaları annem saatlerce ayıklar, öyle pişirirdi. Oysa Türkiye'de, unuttuğum yiyecekleri bile yiyebilme fırsatım vardı. Domatesi top sanıyordum. Muzun soyularak yendiğini unutmuştum. Sokakta oynayan çocukları gördüğümde kurşunlardan nasıl korkmuyorlar diye düşünürdüm." Bosna Savaşı'ndan sonra sığındığı Türkiye'de geçirdiği çocukluk günlerini bu sözlerle anlatıyor Emine Şeçeroviç Kaşlı. Bosna dramı sırasında bir çocuk olarak yaşadıklarını, gördüklerini ve hissiyatını Kurşunların da Rengi Varmış ve Kurşunların Rengini Yıldızlarla Değiştirdim kitaplarında anlatan Bosnalı yazar ile bir çocuğun gözünden mülteci olmanın gerçek ve birebir yaşanmış hikâyesini konuştuk. "Türkiye'de mülteci olarak geçirdiğim iki senede korkmadan yaşamayı, tekrar güvenmeyi, bir ülkeyi sevmeyi, tekrar gülmeyi öğrendim" diyen Şeçeroviç kendisiyle aynı kaderi paylaşan mülteci çocukların sesi olmanın gerekliliğini vurguluyor.

İki kitabınızda yaşadıklarınızı detaylı olarak anlatıyorsunuz ama bir de sizin ağzınızdan duymak istiyorum. Nedir sizin hatırladığınız çocukluk?
İlk kitabımın ismi gibi "kurşunların da rengi varmış" diye anlayacağınız bir çocukluk benimkisi. Savaştan önce küçük ama mutlu bir ailede büyüyen bir çocuktum ama savaşla beraber çocukluğumu şekillendiren şeyler değişti. Birden bombalarla, kurşunlarla tanışıyorsunuz, ölüm nedir öğreniyorsunuz, her gün ailenizden birinin ölebileceğini anlıyorsunuz, o zamana kadar hiç bilmediğiniz korku, yeri geldiğinde kin tutma duygusuyla tanışıyorsunuz. "Düşman" kavramını öğreniyorsunuz. Açlığın, susuzluğun, betonda yatmanın normal olduğu bir hayatta buluyorsunuz kendinizi. Ve tüm bunları sadece ve sadece "onlardan" olmadığınız için yaşadığınızı öğreniyorsunuz. Benim hatırladığım çocukluk maalesef böyle bir şey. Ama çocuk böyle şartlarda olgunlaşsa da bir tarafı yine çocuk kalıyor ve ilk kitabımda dediğim gibi kurşunların öldürme tehlikesine değil, renklerine takılıyor gözü. Bomba parçalarından oyuncaklar yapıyor kendine.

Bir röportajınızda "İnsanlığı 10 yaşında öğrendim" diyorsunuz… O yaşta bir çocuğun gözünden "mülteci" olmak nasıl bir duyguydu?
O yaşta mülteci nedir, bilmiyor çocuk. Ben o dönem, savaş sürüyor olsa da -ki savaşta yaklaşık dört yıl geçirdim- yine de Bosna'da kalmak istiyordum çünkü gideceğim her yerde aynı şeylerin olduğunu düşünüyordum. Artık savaşı normal olarak kabul ettiğim için her yerde hayatın öyle olduğunu sanıyordum. Bu yüzden de Bosna'yı bırakmak istemiyordum. Mülteci olmanın tam olarak ne demek olduğunu anlamam biraz zamanımı aldı diyebilirim çünkü ilk başta insanların bana bakıp ağlamaları, acımaları mülteciliği kötü bir şey gibi hissettiriyordu. İnsanların bana o şekilde bakmalarını istemiyordum. Yardım getirmelerini de istemiyordum çünkü bunu kabullenmek zordu. Biz, evet, savaşta da yardım alıyorduk ama o duygu başkaydı. Hepimiz aynı durumdaydık savaşta. Ama mülteci olarak etrafınızdaki insanların sizin gibi olmadığını, size acıdığını, yardım getirdiğini gördüğünüzde bu insana ağır geliyor. Çocuk olsanız bile…

Savaş sırasında okulunuza gelen Aliya İzzetbegoviç'e şiir okumuşsunuz. Bu size neler hissettirdi?
O dönem çalışan nadir okullardan biriydik ve öğretmenimizin yardımıyla rahmetli Aliya'ya destek mektubu göndermiştik. Beklentimiz yoktu elbette çünkü o dönem rahmetli Aliya sürekli bombalanan bir ülkenin, can veren bir milletin lideriydi ve sorumluluğu, görevleri birkaç öğrencinin mektubundan daha büyüktü, ağırdı. Ama o öyle bir liderdi işte, ilk önce koca yürekli bir insandı. Tüm o görevleri, yükü altında bizi ziyaret etmek için de vakit bulmuştu. Her çocukla tek tek ilgilenmişti, karnelerimizi imzalamıştı… Ona o gün şiir okumuş olmam da bugün hem gururla hem büyük bir mutlulukla hatırladığım, savaştan güzel sayılabilecek birkaç anımdan biridir.

Şehit olan ağabeyinizin de içinde bulunduğu Bosnalı direnişçilerin hikâyesini bize anlatabilir misiniz?
bilmiyordum ama bugüne kadar tüm öğrendiklerimle, dinlediklerimle askerlerimizle gurur duyuyorum. Çünkü bizim askerlerimiz savaşmadı, sadece kendi milletini korumaya çalıştılar. Saldırmadılar, sivil, çocuk, yaşlı demeden keyfi kimseyi öldürmediler. Katliam, soykırım yapmadılar, insanlara işkence etmediler. Hiçten cesur bir ordu yaptılar. Borulardan silahlar, şofbenlerden bombalar yaptılar, yeri geldi bıçakla cepheye gittiler ama Çetniklerden daha cesur yüreklere sahiptiler. "Onlardan" en büyük farkımız buydu. Biz saldırıya uğradık ve kendimizi korumaya çalıştık, onların yaptıklarını yapmadık.
Bu yüzden bugün kendi askerlerimize kahraman olarak bakabiliyoruz, oysa karşı tarafın komutanları, askerleri dünyada "kasap" olarak anılıyorlar. İşte bizim en büyük farklarımızdan biri de bu. Biz bugün verilen mücadeleden onurla, gururla bahsedebiliyoruz, başımız dik; askerlerimizden, komutanlarımızdan utanmıyoruz.

Türkiye'ye geliş yolculuğunuzdan hatıranızda kalan en belirgin düşünceler neler?
Ben savaşın bitimine aylar kala Türkiye'ye mülteci olarak geldim. O mültecilik dönemimi de Kurşunların Rengini Yıldızlarla Değiştirdim isimli kitabımda anlattım. Aslında o kitabı yazmak pek de aklımda yoktu ama Türkiye'nin bugün yaşadığı mülteci durumundan dolayı bir çocuğun gözünden mülteciliği de anlatmak istedim. Belki okuyanlar biraz farklı pencereden bakarlar mülteci çocuklara, o intihar eden Suriyeli çocuk gibi diğer mülteci çocuklar dışlanmaz. Sizin sorduğunuz hatıraların çoğunu da bahsettiğim kitabımda anlattım. Birçok duygu, düşünce vardı. Onlardan biri korkuydu, savaşın olmadığı bir dünyayı unutmuştum, o yüzden örneğin kamyon geçtiğinde bomba sanıp kendimi yere attığım oluyordu. Ne kadar çok yiyecek var diye şaşkındım. Malum, savaşta yediklerimiz sayılı ve sınırlıydı. Böcekli makarnaları annem saatlerce ayıklardı, öyle pişirirdi. Oysa Türkiye'de unuttuğum yiyecekleri bile yiyebilme fırsatım vardı. Domatesi top sanıyordum. Muzun soyularak yendiğini unutmuştum. Sokakta oynayan çocukları gördüğümde kurşunlardan nasıl korkmuyorlar diye düşünürdüm.

Türkiye'ye geldiğinizde "buraya ait olamama" sorunu yaşadınız mı?
Elbette, hem de fazlasıyla. Çocuk o mücadeleyi kendi içinde birçok açıdan vermeye çalışıyor. Dil bilmiyordum, okula başladığımda da konuşamıyordum, diğer çocuklar başka bir şeye gülseler bile acaba bana mı gülüyorlar diye düşünürdüm. Bize yardım edenlerin acıdıkları için yardım ettiklerini düşündükçe kızgındım, öfkeliydim. O insanlara "Benim ülkem var, evim var" demek istiyordum. Ama zamanla o insanların aslında bize bizi, Bosna'yı, milletimi sevdikleri için ve acımızı paylaştıkları için yardım ettiklerini öğrendim. Tabii, bu zaman aldı. Çeşit çeşit yiyecek de olsa, bombalar olmasa da, kendimi ait hissetmediğim için savaşın sürdüğü Bosna'ya dönmek istiyordum, anneme yalvarıyordum. Bazen giysi getirenler oluyordu. Ben başka çocuğun giysilerini giysem o beni sokakta görse güler bana diye giymek istemiyordum. Ama diğer taraftan giymek de zorundaydım çünkü kendi elbiselerim yoktu. İnsanların rahat yaşadıklarını gördüğümde onlara Bosna'yı, savaşı anlatmak istiyordum. Bir süre sonra, biraz alışınca, Bosna'daki arkadaşlarım hâlâ bombalar altındayken benim rahat bir hayat sürmem sanki haksızlıktı, öyle hissediyordum. Türkçeyi öğrendikçe bazı şeyler değişmeye başladı. Okulda çocuklarla arkadaşlıklar kurmaya başladım. Türkiye'de mülteci olarak geçirdiğim o iki senede tekrar güvenmeyi öğrendim, korkmadan yaşamayı, bir ülkeyi sevmeyi… İstiklal Marşı'nı öğrendim, ay yıldızlı bayrağı sevdim. Tekrar gülmeyi öğrendim.

Kitabınızı yazarken yaşadıklarınızı tüm ayrıntıları ile yeniden hatırlamak size neler hissettirdi?
Bazı anlarda kitabı bırakasım vardı, devamını yazamam dediğim yerler oldu. Her iki kitabım, hem çocuk gözünden savaşı anlattığım Kurşunların da Rengi Var hem de çocuk gözünden mülteciliği anlattığım Kurşunların Rengini Yıldızlarla Değiştirdim kitabım bir nevi kendi kendimle yahut yaşadıklarımla yüzleşmemdi. Çünkü bazı şeyleri derin içime gömmüştüm, yaşanmamış gibi davranıyordum ama aslında izleri hâlâ var ve hayatımı etkiliyor. Bazı şeylerle de yazarken yüzleştim, kabullendim. Bosna'nın sadece savaşla anılmasını istemiyorum ama kitapları da çocuk gözünden bir anlatım olsun diye yazdım. Gençler kitapları çok sevdiler, sonrasında Bosna ile alakalı tez konularını seçenler de oldu, benimle iletişime geçenler vs. Onların mesajlarını, tepkilerini gördükçe iyi ki yazdım diyorum. Çünkü savaş hep cephelerde askerler arasında geçen bir şey gibi bilinir, anlatılır ama en çok yara alanlar çocuklardır. Bugün hâlâ bir yerlerde çocuklar benzer kaderler yaşıyorlar. Onlara da kulak açmamız lazım, onların sesi olmamız lazım.

Bir Bosnalı olarak sizce Bosnalılar Türkiye'ye nasıl bakıyor?
Bu bence ayrı bir röportaj konusu olabilir çünkü uzun ve önemli bir konu. Öncelikle şunu söylemem lazım. Türkiye'de de yeterince doğru bilinmiyor Bosna Hersek. Yani bir Türkiye'de bahsedilen Bosna Hersek var, bir de gerçekte var olan. Bazen Türk tanıdıklardan "Boşnaklar nasıl Türkçe bilmezler" diye soranlar oluyor ya da "Boşnaklar bizi, bizim onları sevdiğimiz kadar sevmiyorlar" diye hayal kırıklığı yaşayanlar var. İki tür var: Türkiye'yi çok seven, kardeş millet olarak gören Boşnaklar var ve diğer tarafta çok tanımayan, tanımak da istemeyen, umurunda olmayan bir kitle var. Fakat önemli bir nokta var ki o da Türk insanı savaş döneminde Bosna'yla, Boşnaklarla bilmese de, tanımasa da, hiç gitmese de duygusal bağ kurmuştu. Bir acı vardı çekilen ve o acı yüzünden o milleti sevmişlerdi. Boşnaklar ise Türkiye'yi sonra sonra tanıdı, öğrendi. Tarihî bağlardan bahsetmiyorum, şu anki ilişkilerden bahsediyorum. Başkent Saraybosna'da doğru bir resme sahip olamazsınız ki insanlar çoğunlukla ona göre yargılıyorlar. Örneğin Banja Luka'ya gittiğinizde biliyorsunuz yoğun olarak Sırp nüfusu var, Sırplara denk gelmeniz yüksek ihtimal. Ama bir Türk'ün Saraybosna'da karşılaştığı bir insanın Boşnak mı, Sırp mı yoksa Hırvat mı olduğunu bilmesi zor. Ya da sadece Boşnakları ele alsak, nasıl Türkiye'de de farklı farklı görüşlerde insanlar varsa, Boşnaklar arasında da var.

Hangisine denk geleceğiniz artık biraz da şans. Bazen Türk dostlar Bosna'ya giderken farklı beklentilerle gittikleri için hayal kırıklığı yaşıyorlar. Ama Bosna Hersek'te üç milletin bir arada yaşadığını ve yüzde 51'in Boşnak olduğunu göz önünde bulundurmaları lazım. Genel olarak ülkeler arasında çok güzel ilişkiler var, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan önderliğinde Bosna Hersek'te çok önemli işler yaptı ve hâlâ yapıyor. Tüm bunlar elbette insanlara da yansıyor.
Diğer taraftan şunu söylemem gerek. Yeni bir nesil de yetişiyor. Belki şu an için yeterli değil ama o neslin yetiştiğini biz Bosna'da görüyoruz. Tarihi bağlarını da bilen, bugün de vatanımıza kimin dost kimin düşman olduğunu gözlemleyebilen, Türkiye'nin yaptıklarını da farkında olan ve en önemlisi kendi millî değerlerine sarılan bir nesil yetişiyor. Bizim en büyük sorunlarımızdan biri unutkanlığımızdır, ayrıca savaşta ve sonrasında da millî değerlerimizi duygularımızı da yok etmeye çalıştılar. Biz ne zaman millî değerlerimize tamamıyla sahip çıkmayı başarabilirsek diğer konulara da doğru şekilde yaklaşabileceğiz.

Siz şahsen Türkiye ile ilişkinizi, bağınızı nasıl tanımlıyorsunuz?
Şahsen benim durumum farklı çünkü ben kendimi Boşnak olduğum kadar Türk olarak da hissediyorum. Bosna Hersek'i vatan olarak gördüğüm kadar Türkiye'yi de vatan görüyorum. Kaldı ki, Allah öyle yazdı, eşim Türk ve bugün de iki Türk Boşnağı evladı yetiştiriyorum. Çocuklarla evde Türkçe konuşuyoruz, Boşnakçayı zaten okulda öğrendiler. Çocuklara da Türk kimliklerini, değerlerini yoğun olarak öğretmeye, hissettirmeye çalışıyorum. Benim için Türkiye bana yeni bir hayatı öğreten topraktır. Üniversite yıllarımda Türkiye'de bir şekilde Bosna'yı nasıl daha çok sevebileceğimi, daha doğrusu vatan nasıl sevilir, nasıl daha iyi şekilde katkı verebileceğimi öğrendim. Dava nedir, vatan davasının önemini öğrendim. Yani hem bana yeni, güzel bir hayat sunmuştu, hem sonrasında kendi vatanıma da daha çok nasıl faydalı olabileceğimi öğretti. Belki Türkiye'de doğmuş, büyümüş, vatandaşı olan Türklerden daha çok seviyor, değer veriyorum. Yanlış anlaşılmasın, benimki iki katı; hem Türkiye için Türkiye'yi seviyorum hem de Bosna Hersek acısından Türkiye'yi seviyor, değer veriyorum. Çünkü bizim için Türkiye'nin desteği çok önemli. İçimdeki manevi Türk kimliğim Türkiye'nin kendi geleceği için büyümesini, güçlenmesini istiyor. Öte yandan içimdeki Boşnak kimliğim de, belki bencilce, Bosna'ya daha çok destek verebilsin, kol kanat gersin diye Türkiye'nin gelişmesini istiyor.
Ama son olarak da bir şeyi vurgulamam lazım. Türkiye'den Bosna Hersek'e artık yardım etme gözüyle bakmayın, acıyarak, mazlum bir millet gibi bakmayın. Çünkü bu bize fayda sağlamıyor. Yardımlar kısa dönemliktir. Bize destek lazım, kendi ülkemizi kendimizin kalkındırması için fırsatlar, yatırımlar lazım. Acıyarak baktığınız bir ülkeye ise sadece yardım edersiniz, yatırım yapmazsınız. Oysa biz artık acınacak bir millet değiliz!

EMİNE ŞEÇEROVIÇ KAŞLI KİMDİR?
1985'te Bosna Hersek'in başkenti Saraybosna'da doğdu. Mayıs 1995'e kadar Saraybosna'da kuşatma altında hayatını sürdürdü. Daha sonra Türkiye'ye geldi ve iki yıl kalıp 1997 yılında Saraybosna'ya geri döndü. 2004 yılında İstanbul'a gelerek İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü'nde okudu. Bosna'da ve Türkiye'de çeşitli gazetelerde görev yaptı. Genç Boşnaklar Derneği üyesi olan Şeçeroviç, Türkiye'de ilgi toplayan Srebrenica 8372 projesinde de yer aldı. Şeçeroviç evli olup Saraybosna ve İstanbul'da yaşamaktadır.

BİZE ULAŞIN